Laik, bilimsel ve hukuka saygılı kesimlerin "hukuksal düzene" sahip çıkması her geçen gün daha da önemli hale gelmektedir.
AYM, 4 Haziran 2024 günü üniversiteler ve tabii ki Türkiye açısından çok önemli bir karara imza atmıştır: Üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına ilişkin düzenlemeyi anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.
Bilindiği gibi, üniversitelere rektör atama yöntemi, akademinin özerkliği açısından önemli olduğu kadar, üniversite üzerinde hegemonya kurmak isteyen iktidarlar için de önemlidir.
Tek parti iktidarında hazırlanan 18 Haziran 1946 tarihli ve 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile Türkiye’de ilk kez bilimsel ve özerk üniversite oluşturulmuştur. Bu yasaya göre “Dekan, iki yıl için Profesörler Kurulu tarafından fakültenin aylıklı ordinaryüs profesör veya profesörleri arasından” (m.8) ve rektör de, “Fakülte Profesörler Kurullarının bir arada yapacakları toplantıda iki yıl için, aylıklı ordinaryüs profesör veya profesörler arasından” (m.12) seçilmiştir.
1946-1981 yılları arasında çok partili (sözde) demokratik düzende yaşarken, rektör belirleme yöntemi ufak değişikliklerle 12 Eylül 1980 darbe hükümetinin 6 Kasım 1981’de çıkardığı 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na kadar devam etmiştir. Bu yasayla Yükseköğretim Kurulu (YÖK) oluşturulmuştur. Bu yasaya göre YÖK’ün gösterdiği 4 adaydan biri Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanmış, dekanları ise YÖK atamıştır.
1992’de üçüncü kez rektör atanması gündeme geldiğinde, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) akademisyenleri, “Kendi rektör adayımızı kendimiz belirlemek istiyoruz” diyerek bir girişim başlatmışlardır. Kendi aralarında yaptıkları seçimle “rektör adaylarımız” olarak belirttikleri kişilerin adlarını başta YÖK olmak üzere ilgili makamlara göndermişlerdir. Bu girişim üzerine, 7 Temmuz 1992 tarihinde 2547 sayılı yasada yapılan değişiklikle, üniversitelerin seçimle belirleyeceği 6 adayın, YÖK tarafından üçe indirilip atanmak üzere Cumhurbaşkanı’na gönderilmesi kabul edilmiştir.
1992-2008 yılları arasında gerçekleşen rektör atamalarında, birkaç istisna dışında, üniversitelerinde en çok oy alan kişiler rektör olarak atanmıştır. Ancak AKP 2008’de YÖK’te kadrolaşmayı sağladıktan sonra, rektör atanmasını adayın üniversitesinde aldığı oya göre değil de AKP’ye yakınlığına göre yapmaya başlamıştır. İktidar, zaman zaman Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversitelerde AKP’ye yakın duran aday bulamama sıkıntısını yaşamıştır. İktidar, 15 Temmuz 2016 Fetöcü darbe girişimiyle bu sıkıntıyı aşma olanağı bulmuştur: 29 Ekim 2016 tarihli ve 676 sayılı bir Olağan Üstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararname’si (KHK) ile üniversitenin kendi adaylarını belirleme yetkisi ellerinden alınmıştır. Bu kararnamenin 85. maddesiyle, 2547 sayılı yasanın rektör atanmasıyla ilgili maddesi “Devlet üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanır” şeklinde değiştirilmiştir. İş KHK’ye kalınca işler çok kolaylaşmış, örneğin Yusuf Tekin’in profesörlüğe atanması için, bu KHK’dan ‘üç yıl’ sözcükleri çıkarılmış ve atama yapıldıktan sonra bir KHK ile bu ifade yine maddeye eklenmiştir.
Rektör seçimiyle ilişkili olan bu KHK’yi, OHAL ile ilişkili olmadığından o zaman iptal etmiş olması gereken AYM, rektör atamalarının KHK ile yapılamayacağına ve yeni bir düzenleme yapılması için bir yıl süre verilmesine ancak 4 Haziran 2024 günü karar verebilmiştir. AYM’nin bu kararı, yaklaşık 8 yıl gecikmiş ve atı alan Üsküdar’a geçmiş olsa da, hukuksal açıdan önemlidir. Önemli olduğu kadar da 8 yıldır hukuksuz atama yapıldığının bir kanıtıdır.
676 sayılı OHAL KHK’sinin zamanında iptal edilmemiş olması, akademik yaşama onarılması güç darbeler vurmuştur. 29 Ekim 2016’dan sonra, AKP yandaşı olmayan hiçbir kimse rektör olarak atanmamıştır. Batı dünyası ilahiyatçı rektör atanmasına 200 yıl kadar önce son vermişken, bizde rektörlerin önemli bir bölümü imam hatipli ya da ilahiyatçılardan seçilmiştir. Kayyım niteliğinde olan rektörlerle üniversiteler AKP’lileşmiş, üniversiteler içine kapanıp ülkede yaşanan ekonomik, siyasal, hukuksal ve sosyal sorunları görmezden gelmeye başlamışlardır. Üniversitelerde hukuk dışı yöntemlerle yandaş akademisyen ve idari personel alımı hızlanmıştır. Laik eğitimi savunan sendikaların üye çoğunluğuna sahip olduğu üniversitelerde, geçen günlerde BÜ’de de yaşandığı gibi, üye çoğunluğu laik, bilimsel ve karma eğitim karşıtı AKP yandaşı sendikanın eline geçmiştir.
AYM’nin bu iptal kararı bir hukuk zaferi sayılabilse de, iktidarın, Yargıtay’ın ve bazı mahkemelerin AYM kararlarına uymaması, bu karara da uyulmayacağı olasılığını artırmaktadır. Çünkü hukuk işlemeyince, toplumsal bir tepki oluşmadıkça AYM kararlarını geçerli kılacak bir yöntem yok gibidir. İktidar, AYM’nin bu kararına uyup bir düzenleme yapmaya kalkışsa bile, düne kadar olduğu gibi, meclis çoğunluğuna dayanarak yine istediği yöntemi, Anayasaya karşı da olsa, yasalaştırabilecektir.
Bu arada, 29 Ekim 2016’dan bu yana görev yapan rektörler hukuk dışı yolla atandıklarına göre, hukuka saygı gereği yapılması gereken ilk iş bellidir: Şu anda görevde bulunan rektörler ile bu rektörlerle işbirliği yapıp dekan bölüm başkanı gibi birim başkanları herhalde görevlerinden istifa etmelidir. Hiç değilse şu anda görevde olan rektörlerin hukukla ve üniversite anlayışıyla bağdaşmayan uygulamaları yok hükmünde sayılmalıdır.
Laik, bilimsel ve hukuka saygılı kesimlerin "hukuksal düzene" sahip çıkması her geçen gün daha da önemli hale gelmektedir.