Emekçi insanlara kötülerin içinden daha az kötü olanını seçmenin çıkar yol olmadığını odak noktasına koyan açıklamalar sunmak gerektiğini hemen söylemek mümkün.

Yoksulluk ve korku

Emekçi halkın büyük çoğunluğunun belirgin bir yoksullaşma yaşadığını söyleyebilmek için istatistik verilere bakmak gerekmiyor artık. Herkes her günkü gözlemlerini birleştirerek böyle bir sonuca ulaşabilecek durumda. Bu tür sonuçları bilimsel kaygılara özen göstererek sergilemek zorunda olanlar için durum değişir elbet. Ama az önceki cümlede kullanılan belirgin sözcüğüyle  yetinmekte sakınca yok. Bununla birlikte, o kadarının gerçekte var olan yoksullaşmayı anlatmak bakımından yeterli olmadığı, sayısal veriler ortaya konulduğunda, o sözcüğün çağrıştırdığından çok daha kesin ya da keskin bir tablonun  ortaya çıkacağı biliniyor. Bilenlerin sayısı çok artmıştır da denebilir. 

Erdoğan’ın iktidarda kalma süresi  bakımından cumhuriyetten bu yana gelmiş geçmiş bütün siyasetçileri geride bıraktığı dönemin başlıca iki özelliği öne çıkarılmak istenirse, biri budur bence. 

İkincisinin ise dönem boyunca iniş çıkışlarla gerçekleştirilen korku yaratma süreci olduğu öne sürülebilir. Ancak, dönemin başlangıcında bunun oldukça çekingen bir edayla yürütüldüğünü, hatta iktidardakilerin korku yaratmak bir yana kendi korkuları ile baş etmeye çalıştıklarını saptamak yerinde olur.

Zaman içindeki beliriş noktalarını göstermenin zor olmadığı bu saptama çok yanlış değilse eğer, artan yoksulluk ile yaygınlaştırılan korkunun yan yana, belki de daha  doğru bir anlatımla, iç içe yaşandığı ve ikisinin birbirini çoğalttığı bir dönemden geçildiğini söylemekte sakınca yoktur. Daha bitmediğine göre, geçildiği yerine geçilmekte olduğu denirse, gerçekliğe daha uygun bir anlatıma ulaşılabilir.      

Artan yoksulluğun hemen herkesin gözleyebildiği bir çıplaklıkla ortada olduğunu biraz önce vurgulamıştık. Korkunun yaygınlaştırılmasına ilişkin olarak da sayılarının 160 bini aştığı bildirilen cumhurbaşkanına hakaret davalarını, kendisine destek bildirmeye gelen siyasetçileri hapse götürmeye gelmiş polisler sanarak ağlamaya başlayan 96’lık nineyi, helikopterden aşağı atılıp biri yaralanıp öbürü ölen iki Kürt köylüsünü, gerekçesiz olarak ya da hiçbir yasal kurala bağlama gereği duyulmadan işlerinden atılan emekçileri ve bunlara benzeyen ya da benzemeyen sayısız örneği rasgele sıralayabiliriz. Ayrıca, bütün bunlar için, kısacası korkunun yaygınlaştırılması için, devlet aygıtının sunduğu yasal imkânların yanı sıra mafyatik öğelerin de kullanıldığını son zamanlarda çoğalan açık itiraflara bakarak eklemek mümkün görünüyor.

Şimdi, en kısa ve kuşkusuz pek yetersiz biçimde sergilemeye çalıştığımız böyle bir ortamda, alışılmış deyişle “sokaktaki insan”ın , sıradan emekçinin, tümünün denemese de büyük çoğunluğunun hemen, yakın gelecekte gerçekleşeceği sanılan, ileri sürülen, söz verilen bir “kurtuluş” söylemine kapılması yadırganabilir mi? 

Onların karşısına çıkıp, üstelik pek çok imkândan yararlanarak seslenirken, şu kadar zamanda şunları, bu kadar zamanda bunları sağlayacağız diyenlerin yalanlarını, yanlışlarını, sahteciliklerini anlatmak kolay mıdır? Kolaylığı bir yana,  inandırıcı görünen, görünmek ne demek, inandırıcı olmadığı düşünülemez sanılan bir anlatımla onlara ulaşmak mümkün olsa bile, tam anlamıyla canları çıkmış insanları bu düzen değişmeden hiçbir şey düzelmez, hiçbir kötülük yok olmaz, düzen de hep birlikte mücadele etmeden değişmez diye diye, üstelik bunları çok daha yetersiz araçlarla anlatarak inandırmak, az buz zor iş midir? Düzen içi muhalefet, hiç meraklanmayın, sesinizi çıkarmayın, ortalığı karıştırmayın, az kaldı, sandık önünüze gelince ne yapacağınızı unutmayın yeter, diyerek pek zahmetsiz bir yolu öğütlerken, mücadele edin ki kurtulasınız diyenlerin sözüne kulak verilmesini sağlamanın yollarını bulmadan olur mu?

Önümüzdeki dönemde düzen dışı muhalefetin karşısındaki en büyük güçlüklerden biri, belki de birincisi, halk yığınlarının yoksulluk ve korku ile ezilmişlikleri olacaktır herhalde. Hiçbir gelecek umudu bırakmayan yoksulluk onları harekete geçmeye yöneltici bir etki yaratırken, yaygınlaştırılmış ve daha da ağırlaştırılacağına ilişkin işaretlerin ortaya çıktığı korku ellerini kollarını bağlayacak, üstelik sesini çıkarma, sabret, o kutsal sandığın geleceği günü bekle, işleri bitiyor deyip duran bir başka muhalefet de habire zihinleri bulandıracaktır. Onların yaptıklarının, ne kadar kanlı bıçaklı, ne kadar sövmeli saydırmalı görünümlere bürünse de, bu tür görünümler ne kadar sık ortaya çıksa da özü bakımından kayıkçı dövüşünden öteye geçmediğine inandırmak gerekecektir.

İktidar elektrik faturalarında yüzde 3’ü bulmayan bir TRT payı ve enerji fonu indirimi yapılacağını açıklayınca, bundan “Gördünüz işte, Kılıçdaroğlu söylüyor, Erdoğan yapıyor, halk ferahlıyor!” propagandası çıkartabilen bir muhalefetin halk ne kadar ardına düşer, sorusu akla gelebilir. Doğrudur, pek fazla ardına düşmez, düşerse de pek fazla gitmez. Ama en çok beklenebilecek tepkilerden biri şu olur herhalde: “Tamam, haklısınız, bunlardan da bir hayır geleceği yok. Ama şimdikilerden de kötüsü olmaz ya! Hele bir onlardan kurtulalım, sonrasına bakarız!”

Benzer durumlarla da hemen hemen aynı sözcüklerle dile getirilmiş tepkilerle de az karşılaşılmamıştır geçmişte. Yine de denenmiş, dolayısıyla işe yaradığı anlaşılmış çareler dağarcığında kullanılmaya hazır bekleyen çözümler, haksız sayılamayacak sorularla kaygıları hemen giderecek yanıtlar pek bol sayılmaz.

Üstelik, şu epeyce bilinen öyküdeki kahramanın verdiği karşılıktan haberi olup da yüzünüze karşı söyleyiverenler de çıkabilir pekâlâ. 

Adamın biri yanında eşi, sevgilisi, arkadaşı, her kimse artık, güzel bir lokantaya girip gösterilen masaya oturmuş. Siparişleri alacak şef garson saygılı bir tavırla yaklaşmış, “Beyefendi sizin için elimizdeki en iyi iki şarabımızı seçip getirdim” demiş ve şarapların birinden birkaç yudumu tadılmak üzere kadehe boşaltmış. Adam tattıktan sonra şefe dönmüş ve “Ötekini verin” demiş. Garson kibarca itiraz edecek olmuş: “Ama efendim ondan tatmadınız ki daha!” Adam biraz da sinirlenerek söylenmiş: “Tattığımdan daha kötüsü olamaz.”  

Emekçi insanlara kötülerin içinden daha az kötü olanını seçmenin çıkar yol olmadığını odak noktasına koyan açıklamalar sunmak gerektiğini hemen söylemek mümkün. O açıklamaların neler olacağı ve etkilerinin nasıl artırılabileceği ise biraz ortaklaşa kafa yorarak biraz da sahaya çıkarak bulunabilir olsa gerek. Sonucun bir kez daha beklentileri karşılamaktan uzak kalma olasılığına fazla takılmadan. Ayırt etmekte yarar var: Hiç takılmadan değil, fazla takılmadan… 

Öyküdeki lokanta müşterisine yapılabilecek öneriyi bulmaksa çok daha kolay: Ya bu akşam şaraptan vazgeç kardeşim, ya da çık git başka bir lokantaya.