AKP ileri gelenleri için iktidarın karşılarına çıkıp talip olanların eline geçmesi hiç de bir karabasan sayılmasa gerektir.

Yapıcı muhalefet

Eskiden övücü bir yakıştırma olarak söylenirdi. Muhalefetin böyle olması gerektiği, böylesinin her demokrasiye lazım olduğu da eklenirdi. Bunun karşıtı, kabul edilmez olanı ise yıkıcı muhalefet idi. Yalnız siyasetçiler ve partiler arasındaki günlük atışmalar sırasında değil, hemen her alanda yinelenirdi bu özlem ya da beklenti. Bu ikinci durumda muhalefet yerine genellikle eleştiri, daha eskilerin dilinde tenkit sözcüğü kullanılır, yapıcı ya da yıkıcı eleştiriden/tenkitten söz edilirdi. 

Şimdilerde, uzun sürmüş ömrünün sonu yakın göründüğünden yahut gösterildiğinden midir nedir, iktidar, yapıcı muhalefete de pek tahammül edemiyor. Yine de, kimimiz onlara “düzen içi” desek de, enikonu yapıcı bir muhalefetin eksik olmadığı görülüyor. İktidara ve onun birçok politikasına zaman zaman çok da ağırlaşan eleştiriler yöneltmekle birlikte, düzenin temellerine, oradan kaynaklanan sorunlara dokunmamaya özen gösteriyorlar.

Örnek olsun, yolsuzluktan, yoksulluktan, hatta sömürüden bolca dem vuruyorlar. Ama sorumlusu bir sınıf, adlı adınca kapitalist sınıf değil, olsa olsa onun küçük bir bölümü. Adı da konmuş durumda bu kesimin, “beşli çete” denilip veryansın ediliyor. Doğrusu bunların yapıp ettikleri, kapıp götürdükleri, bu sırada izlenen yollar da öyle böyle değil. Dolayısıyla, yapıcı muhalefetin o gözü doymazlara yönelttiği salvolara kulak veren perişan halkımızın yüreği soğuyor, ya da soğuduğu kadarıyla idare ediyor işte! Ayrıca, o üçkâğıtçıların karşısında yıllardır gayet düzgün çalışıp yatırım yaparak ülke kalkınmasına büyük katkılar sağlayan dürüst işadamlarına, pardon, iş insanlarına minnet dolu göndermeler de eklenince, halkın kimleri ayıplayıp kimleri baş tacı edeceği de gösterilmiş oluyor.  

Yine örnek olarak değinelim, yapıcı muhalefetin taşıması beklenen özelliklerden birinin, dış politika ile ilgili konularda iktidarı destekleyici bir tutum takınmaları, eleştirilerini yumuşatmaları, gerekiyorsa ertelemeleri olduğu bilinir. Bu beklentinin genellikle karşılandığı da bilinir. Nitekim, iki gün önceki tezkere oylamasında, muhalefetin büyük partisinin geçmişteki yapıcılığına bakıldığında şaşkınlık yaratan karşı çıkışı bir yana, ikinci sıradaki ve yükselen yıldız olarak parlatılan muhalefet bölmesinin, yurt dışına asker gönderilmesi ile yabancı askerlerin ülkede bulundurulması ve nasıl kullanılacağının belirlenmesi yetkisini iki yıl süreyle tek bir kişiye veren kararı onaylaması, bu genel eğilimi sürdüren bir durum oldu. Kısaca söylenirse, dışa karşı “milli duruş” dedikleri, iktidar ile muhalefetin yapıcı olanı arasındaki görünüşteki farklılıkların sıfırlanması ya da büsbütün önemsizleşmesi anlamına gelir; bunun eksik bir gerçekleşmesi ile karşılaştık.

Yapıcı muhalefetin sık sık gündeme getirdiği ve uzun süredir tam tersi yapıldığı için halk arasında kolayca anlaşılıp destek bulan eleştirileri arasında liyakatsizliğin neredeyse henüz yazılı kurala dönüştürülmemiş bir atama ve işlendirme ilkesi oluşu da bulunuyor. Özellikle devletle doğrudan ve dolaylı bağlantılı görevlere oraların gerektirdiği nitelikleri taşımayan kimselerin getirilmesi, gerçekten, artık en dikkatsiz gözlerin bile görebileceği bir açıklık kazanmış durumda. Bu başlık altında sayılabilecek bir ayrıntı olarak, atanacak görevlilerin seçimi için uygulanan yöntemlerden de söz edilebilir. Az çok nesnel sayılabilecek bir seçme tekniği olan yazılı sınavlar sonrasında gerçekleştirilen mülakatlarda her türlü nesnelliğin yok edildiği, haklı olarak, öne sürülüyor. Bütün bunlar, hemen her gün yaşanan gerçeklerin yetersiz anlatımları olmaktan öteye gitmiyor. Ancak, bunların son yirmi yılın ürünü sayılması, gerçekçilikle bağdaşmıyor. Bunu hemen herkesin bildiğini sanıyorum. “Herkes”in içinde yer alanları iki kümede toplayabiliriz: Bir yanda, belli bir yaşın üstünde olanlar var, onlar kendi yaşantılarından ve tanıklıklarından biliyorlar; öte yanda ise yaşları buna elvermeyenler bulunuyor, ama onların da dinlemeye, okumaya, öğrenmeye yatkın olanları bilme imkânına sahipler. 

Birinci kümede bulunan biri olarak kendi başımdan geçenler arasından bir örnek seçip anlatabilirim. Yanlış hatırlamıyorsam 1973 yılının başlarındaydı, en büyük bankalarımızdan birinin açtığı uzmanlık sınavlarının yazılısında çok yüksek bir not almıştım, benden sonra gelen aday 100 üzerinden 15-20 puan kadar arkamdaydı. Sonra mülakata girdik; karşılarında oturduğum sınav jürisinin bana babamın mesleği, kaç kardeşim olduğu, üniversite öncesinde hangi okullardan mezun olduğum dışında soru sormadıklarını bugün gibi hatırlıyorum. Nihai sonuçlar açıklandığında toplam notumun yedekler arasında bile yer alamayacak kadar aşağılarda olduğunu görmüştüm. Bu olay, o zaman da tekil bir örnek olmaktan çok uzaktı, bugünse benzerleri alabildiğine çoğalmış olarak genel uygulamaya dönüşmüştür. 

Burada bir ara sonuç yazılabilir, sanıyorum: Halkımıza ve ülkemize yaşatılan kötülükler arasında, AKP’nin yapıp da daha önceki dönemlerde hiç yapılmamış olan yoktur ya da ihmal edilebilecek kadar azdır. Devam edelim: AKP’nin yaptığı, en kısa anlatımıyla kötülükleri daha önce görülmemiş ölçüde ağırlaştırmak, yaygınlaştırmak, yoğunlaştırmaktır; özetle denebilirse, niceliksel bir birikim yaratmaktır. Bu birikim yakın gelecekte ortaya çıkabilecek her türlü düzen içi seçeneği, programı, sözde kurtuluşu imkânsızlaştırmaktadır. Bu sözcük hâlâ kimseyi üzmeyecek kadar yumuşak bir çözümü bekleyenler açısından aşırı karamsar görünüyorsa, imkânsız yerine olağanüstü zor demek de mümkündür. 

Bunun uzantısı olan bir başka ara sonuç daha belirtilebilir: Düzen muhalefeti İsrail’de olana, Macaristan’da kotarılmaya çalışılana aşağı yukarı benzer biçimde, ilk bakışta yamalı bohça izlenimi veren bir seçenekle yönetimi alabilirse, yapmayı şimdiye kadar vaat ettiklerinin ve bugünden sonra vaat edeceklerinin çoğunu yapmayacak, yapmak istese bile yapamayacaktır. Yaptıklarının çok önemli bir bölümü ise AKP’nin yaptıklarından pek az farklı olacaktır; hatta öznel niyetlerin güvenilmezliği bir yana nesnel koşulların ağırlaşmasının da etkisiyle, emekçi yığınları daha büyük bir şiddetle çarpacaktır.

Bu durumda, bir devri sabık yaratılma olasılığı yüzünden onlara son derece ürkütücü görünse bile, AKP ileri gelenleri için iktidarın karşılarına çıkıp talip olanların eline geçmesi hiç de bir karabasan sayılmasa gerektir. Nedeni şu: Öteki koşullar değişmeden kaldığında, kısa bir süre sonra devlet kuşunun yeniden kendi başlarına konması ilk bakışta sanılabileceği kadar şaşırtıcı olmaz. Geçmiş iki onyılda yapılıp edilenlerle ilgili, şu anda akıllara geldikçe uykuları kaçırması doğal olan hesap sorulma olasılığının iç ve dış güvencelerle devre dışı bırakılmasının ise hiç de olağan görünmeyen panik durumundan kurtulmalarına yardımcı olacağı düşünülebilir. Zaten, onlar için de varlıklarını borçlu oldukları düzen için de asıl ürkütücü olan, son günlerde olduğu gibi zaman zaman epey inandırıcı görünümlere bürünen, belki de içinde yer alanların bazılarının bile gerçekliğin ta kendisi sandıkları kayıkçı kavgasındaki muhalifleri değildir. Asıl ürkütücü olan, iktidarıyla muhalefetiyle her türlü marifeti içinde gerçekleştirdikleri düzenlerini hedefe koyarak mücadele edenlerin oluşturabilecekleri güçtür.

O gücün şu anda hangi düzeyde olduğu ikinci derecede önemlidir; daha önemlisi, yakın gelecekte ulaşabileceği düzeydir.