Ukrayna’daki savaşın NATO bakımından en somut yansıması İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvuruları oldu kuşkusuz. Meselenin Akepe Genel Başkanıyla ilgili boyutuna değineceğim ister istemez bu yazıda.

Odun kesicinin hınk deyicisi

Birkaç ay süren gergin bir bekleyişin ardından 24 Şubat’ta Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri saldırı yeni bir dönemin habercisi oldu. Ortaya çıkan durum Biden yönetimindeki ABD’ye Avrupa’da önemli bir inisiyatif üstünlüğü kazandırdı. Hayatiyetini kaybetmekte olduğu düşünülen, hatta yetkili sayılabilecek ağızlardan “beyin ölümü” yaşadığını öğrendiğimiz Kuzey Atlantik İttifakı, yapılan Ukraynalı ve Rus kanı takviyesiyle ayağa kalktı. 

Avrupa halklarının ezici çoğunluğu Batı emperyalizminin en becerikli organlarından biri olan kitlesel medyanın ve farklı seslerin duyulmasının açıkça engellenmesi sayesinde Rusya karşıtı bir konum benimsediler ve hükümetlerinin Rusya’ya karşı attıkları adımları destekler hale geldiler. Rusya düşmanlığı, emperyalizmin çekmecesinde hazır tutulan anti-sovyetizm ve sosyalizm karşıtlığı ile harmanlanarak Neo-nazi silahlı grupların kahramanlaştırılması aşamasına da ulaştı. İzleyebildiğim kadarıyla, ne Avrupa “demokrasileri” ne de Türkiye’de liberal geçinenler neo-nazilerden ve bütün filtreleme çabasına karşın gördüğümüz icraatlarından herhangi bir rahatsızlık duymadılar.

Bu adımlar, her ne hikmetse varlıkları yeni keşfedilen hırsız baronların görünür mülklerine el konulmasından, Batı sermayesinin Rusya’dan çekilmesinden ibaret kalmadı. ABD, enerji bağlamında Avrupa’nın Almanya başta olmak üzere dev ekonomilerinin enerji alanında Rus hammaddesine bağımlılığını azaltmak ve orta vadede tümüyle bitirmek için ciddi girişimler başlattı. 

Ukrayna’daki savaşın NATO bakımından en somut yansıması İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvuruları oldu kuşkusuz. Meselenin Akepe Genel Başkanıyla ilgili boyutuna değineceğim ister istemez bu yazıda. Yine de filin başka bir yerinden tutarak başlamak niyetindeyim meseleyi kurcalamaya.

Ülkemizde bir “Batı hayranlığı” bulunduğu gerçek. Bu hayranlığın nesnel ve anlaşılabilir sebepleri de var kuşkusuz. Seçenek verilse halkın çoğunluğu Sofya’da ya da Bükreş’te yaşamayı, Tahran’da veya Riyad’da yaşamaya tercih edecektir. İşin içine Kuzey Avrupa girince daha da netleşiyor bu tavır. “Norveç’te miyiz kardeşim?”, “Bu kadar medeniyet de ancak Finlandiya’da olur.”, “İsveçli gibi dürüst adam!” benzeri yargıları sık duyuyoruz. Kuzey Avrupa salt bizler için değil, örneğin ABD vatandaşları için de “ideale yakın” kabul edilen ülkelerin bulunduğu bir bölge. 

Doğaldır ki, hiç kimsenin aklına Kuzey Avrupa’nın yerlileri Sami Halkı’nın bu konuda ne düşündüğünü sormak gelmez bu yargıları üretirken. Ne de olsa İskandinavya sakinleri, medeni, hoşgörülü, hümanist, dürüst insanlardır. Kurdukları devletler de bu değerleri yansıtacaktır illaki!

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı çeşitli boyutlarıyla tartışılırken beni en çok şaşırtan unsurlardan biri, bu iki ülkenin katılımının İttifak’ın niteliğini değiştireceği, ahlaki standartlarını yükselteceği iddiaları oldu. Daha açık bir deyişle (İzlanda ve Norveç’in 1949’dan beri üye olduğu) NATO, İsveç’in ve Finlandiya’nın katılımıyla, daha barışçıl ve savunmayı önceleyen bir örgüte dönüşecekmiş. Demek ki, NATO’nun bugüne dek izlediği saldırgan tavır, üye ülkelerinki de dahil halkların üzerine bir lanet gibi çökmesi bileşimindeki İskandinav katkısının azlığındanmış. 

Şimdi gelelim bu “yüksek” amacın gerçekleşmesinin önündeki engele. Akepe Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın İttifak’a katılmasına yönelik muhalefeti. Anımsayacağınız gibi bir Cuma selamlığı vesilesiyle öğrendiğimiz olumsuz tavır devam ediyor. ABD şu aşamada Erdoğan’ın tavrına pek aldırış etmediği izlenimi veriyor. Belki de onların bildikleri bizim bildiklerimizden fazla olduğu için. Erdoğan bu tutumunda hiç de yalnız değil bu arada. Ülkemizin Ukrayna savaşı vesilesiyle piyasada daha serbestçe at koşturmaya başlayan nadide NATO’cuları meseleye diplomasi tekniği bakımından yaklaşıyorlar. Bu çevreler, dünya liderinin elini ilk baştan açmaması gerektiğini söylemekten geri durmasalar da, “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarının dikkate alınması” gereğinden dem vuruyorlar. Sürecin ve pazarlığın gizli diplomasiyle ilerletilmesinin sonuç almak bakımından daha yararlı olacağını da ekliyorlar.

“Meşru güvenlik kaygıları”nın esas itibarı ile PKK ve onun uzantılarına İsveç ve Finlandiya verilen destek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. ABD’nin, Rusya’nın ve diğer birçok ülkenin özellikle de Kuzey Suriye’de PKK’ya destek verdikleri kesin. Yani PKK salt Finlandiya ve İsveç’in desteğiyle ayakta duran bir örgüt olarak tanımlanamaz. Demek ki esas mesele bu değil.

Bir de şu konu var: PKK Türkiye’ye yönelik bir tehdit midir? Öyledir. En büyük tehdit midir? Hiç sanmıyorum. Türkiye’de bugün hüküm süren açlığı ve yoksulluğu, en verimli tarım arazilerinin betonlanmasını, ormanların maden ve taş ocaklarına dönüştürülmesini, ülkenin kaynaklarının kişisel zenginleşme aracı olarak kullanılmasını görüp de Türkiye’nin varlığına yönelik en büyük tehdidi sınırların dışında aramak ciddi bir körlükten başka neyin sonucu olabilir? Geçiniz.

Bir başka itiraz gerekçesi, Türkiye’de aranan kimi şahısların iade edilmemesiymiş. Beni tanıyanlar, bütün siyasi İslamcılar gibi, Fethullahçılar’la ilgili de ne düşündüğümü çok iyi bildiği için rahatlıkla yazabilirim. 15 Temmuz’un hemen ertesinde kendisine yandaş basında işkence fotoğrafları yayınlatan, cezaevine atılmış bir siyasi liderin bile çıplak aramayla tehdit edildiği bir rejime iade olmamasından daha doğal ne olabilir ki? Bu arada iade uygulamayan ülkeler İsveç ve Finlandiya mı yalnızca? ABD ağlak vaizi verdi de Akepe mi almadı? Geçiniz.

Bir gerekçe de Türkiye’ye yönelik silah satış kısıtlaması değil miymiş meğerse? Kaç NATO üyesi bunu uygulamıyor ki, bu bir üyelik kriteri olsun. Bekleme yapmadan geçelim efendim!

Bu arada cephenin öte yanına da değinmeden geçemeyiz. Krizin patlak vermesiyle birlikte İsveç ve Finlandiya basınında geniş bir aydınlanma yaşanıyor. “Erdoğan’ın otoriter eğilimleri kaygı verici” kabilinden değerlendirmelere rastlıyoruz. Şu feraset örneğine bakar mısınız? Aynı “İskandinav” medya organları yeni keşfettikleri otokrasiye yeni günahlar da uydurmakla meşguller aynı zamanda. Efendim Stokholm’deki Büyükelçi halen parlamenter olan kişinin de iadesini talep etmiş. Olur muymuş? Bizdeki muhalifler de atlıyor, liyakat vs. Nedense kimsenin aklına bu medya kuruluşlarının da yalan, yanlış ve abartıya başvuracakları gelmiyor. İskandinav ya, yapmaz öyle şey! Azov’da Nazi taburlarından kahraman yaratanlar bunu neden yapmasın? Geçtik bunu da.

Hikâyenin sonu belli. Pazarlıkta el yüksekten açıldı yalnızca. İlk günden söylediğimi yineleyeyim. AKP Genel Başkanı bu üyeliklere olur verecek önünde sonunda. Karşılığında da bir şeyler alacak ve çok şeyler aldığını söyleyecek. NATO Genel Sekreteri “win/win situation” filan diyecek. Bizim “odun kesicilerin hınk deyicileri” de rahat bir  nefes alacak. Yalnız pazarlığın seçim olacağı söylenen 2023 Haziranı’ndan önce tamamlanması şart.

Umalım,  dileyelim ve örgütlenelim ki, yeryüzünün en organize cinayet yapısının genişlemesi için yürütülen bu pazarlığın vereceği bir sonuç da, Türkiye’nin emekçilerinin en temel haklarına ve varlığına yönelik en büyük tehdidin en az beş yıl daha varlığını sürdürmesi olmasın.