AB seçim sonuçları: Almanya’da faşizmin yükselişi neye işaret?

Almanya'da AfD partisi, Avrupa seçimlerinde beklenildiği üzere büyük yükseliş gösterdi. Bütün zorluklara rağmen, ülkenin kaderini tekrar faşistlere bırakmamak için son bir şans var.

Haluk Arıcan

Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu seçimleri Almanya'da beklendiği gibi sağın zaferiyle sonuçlandı. AB geneliyle kıyaslandığında, ülkede halkın gündeminde yer almayan seçimlerde oy vermeleri için, her türlü medya kanalından sokaklardaki reklam panolarına kadar seçmenlere çağrı yapıldı. Verilen mesajların doğrudan veya dolaylı olarak ana teması, faşizan AfD partisinin engellenmesi üzerine kurgulanmıştı. 

Dün gece oy verme işleminin sona ermesinden sonra açıklanan ilk sonuçlar, gecenin ilerleyen saatlerinde netleşti. Ana muhalefeti oluşturan birlik partileri CDU-CSU oyların yüzde 30’unu alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı.

Seçimler sırasında bütün partilerin karşı çıktığı, birçok skandal, rüşvet ve ajanlık suçlamasıyla boğuşan faşizan AfD partisi ise yüzde 16’ya yaklaşan oy oranıyla Almanya genelinde ikinci parti olurken, ülkenin doğusunda da birinci parti konumuna geldi.

Almanya’da hükümeti oluşturan koalisyonun büyük ortağı sosyal demokrat SPD yüzde 13,9’luk oy oranıyla hezimete uğrarken, üçüncü parti konumuna düşen SPD’de liderlik tartışmalarının başlaması olası görülüyor.

Hükümet koalisyonunun diğer ortağı, dışişleri ve ekonomi bakanlıkları gibi önemli hükümet koltuklarını ellerinde tutan Yeşiller partisi de, yüzde 11,9’luk oranla seçimden hezimetle çıkan diğer bir parti oldu.

Seçimlerden başarıyla çıkan diğer bir parti ise, aslında henüz bir parti olmayan ve kısa bir süre önce Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht liderliğindeki ittifak BSW oldu. İlk kez katıldığı seçimlerde Almanya genelinde yüzde 6,2’lik oy oranına ulaşan BSW, doğudaki eyaletlerde de aldığı yüzde 13,8 oy oranıyla ikinci parti konumunu alırken, beklendiği gibi AfD’nin önünü kesen bir rol de oynadı.

İç karışıklıklarını atlatmaya çalışırken, hangi yöne gideceğine karar vermekte zorlanan Sol Parti ise bir önceki seçimlere göre oy oranını yarı yarıya azaltarak yüzde 2,7’lik orana ulaştı.

Seçimin gösterdikleri

Seçim çalışmaları sırasında öne çıkan haberler, adayların propaganda çalışmalarında söylediklerinden çok, adaylar ve parti seçim çalışmalarına yapılan sözlü ve fiziksel saldırılarla ilgiliydi.

Sosyal demokrat SPD seçim stratejisini ‘’barış’’ ve ‘’ihtiyat’’ olarak belirlerken, koalisyonun bir diğer ortağı Yeşiller partisi ise, Almanya ve Avrupa’da ‘’sağa kayma’’ tehlikesi ve iklim sorunlarına odaklandı.

AfD daha önceki seçimlerin aksine, öze ilişkin olmasa da bir bütün olarak AB karşıtlığı yerine, ulusal çıkarları temel alan bir AB, bu olmazsa bu zemindeki Avrupa ülkelerini kapsayacak bir birlik gerektiği tezine ağırlık verdi.

Bunda özellikle İtalya’da başbakanlığı yürüten faşist Meloni’nin AB ve AB dış politikalarını karşısına almadan yürüttüğü faşizan iç siyasetin AB ve AB’nin egemen ülkeleri Almanya ve Fransa’yı rahatsız etmemesi de etkili oluyor. Fransa’da Le Pen çevresinin de aynı politikayı, Fransa'yı erken seçimlere götürtecek kadar başarıyla uyguladığı bu son seçimle kanıtlandı.

AB Parlamentosu seçiminin gerçek kaybedeni: Barış

Almanya’da çok farklı sloganlarla seçime katılan partiler, dış politikada gerek Rusya-Ukrayna savaşında gerekse Filistin’de savaşı destekleyen pozisyonlarıyla ortaklaşıyorlar. NATO ise zaten tartışma dışı.

AfD ise Rusya’ya yönelik ambargoya Almanya'nın çıkarları adına karşı çıkarken, diğer başlıklarda NATO politikalarına ve Almanya’nın silahlanmasına diğer partiler gibi açık destek veriyor.

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık AfD’nin hanesine yazılırken, AfD göçmenlerle ilgili yaptığı çoğu açıklama sonucu faşist-ırkçı damgası yerken, benzeri açıklamaları yapan ‘’kabul gören’’ düzen partileri ‘’hatalı’’ açıklama yapmış oluyorlar.

AfD’nin bu seçimlerdeki en büyük başarısı aldığı oy oranından çok, gençlerden aldığı destekte yatıyor.

Düzen, devlet kurumları, medyası ve üniversiteleriyle sağa kayarken, polis ve ordu içinde neredeyse her gün ‘’gizli’’ ama ‘’örgüt olmayan’’ bir yapılanma açığa çıkarken ve bu işe karışan kamu görevlileri çoğu zaman basit bir kınamakla görevlerini sürdürürlerken, asıl AfD’nin güçlenmesine şaşıranlara şaşmak gerekiyor.

Almanya’da çok açık bir savaşa hazırlık dönemi yaşanıyor, geniş kitleler, emekçiler ve orta sınıflar olarak kodlanan küçük burjuvalar ekonomik durumlarının bozulmasından endişeli ve çok uzun on yıllardan sonra gelecekten umudunu kesmiş durumdalar.

Ekonomik ve sosyal sorunları emekçi bir eksende gündemine almayan, ‘’büyük uykudan’’ silkinip kalkarak, düzeni karşısına alarak yola koyulamayan bir sol, geniş kitlelerin arayış içinde faşistlerin peşine takılmaya hazırlandığı bir dönemde, sadece büyük bir hata yapmış olamayacak, aslında çok büyük bir fırsatı da kaçıracak.

Bütün zorluklara rağmen, Almanya’nın kaderini tekrar faşistlere bırakmamak için bir şans var. Son bir sanş…