Nazım Hikmet ve sofra

Büyük ozan Nâzım Hikmet, 1957 yılının Mayıs ayı sonlarında Münevver’in doğduğu ıhlamur kokan şehir Sofya üzerinden Varna’ya gelir.

Varna, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki kadim şehirlerdendir. Ve Nâzım, o kadim şehirde karşı kıyıları ve karşı kıyılardakileri özler. Ama en çok da Münevver’i ve biricik oğlu Memet’i.

Nâzım’ın Varna’dan yazdığı şiirlerinin çoğu, tüm şiirleri gibi aklımızda ve yüreğimizde özel bir yer etmiştir.

O şiirler, buram buram hasret kokar. Memlekete hasret, sevgiliye hasret, evlada hasret.

* * *

Varna limanından bir vapur geçerken

“(…)
Bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nâzım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri”

Varna’nın karşısı, yani karşı yakası memlekettir aslında ve evlada olan hasret, Memet şiirinde mısralara dökülür.

Nâzım, deli hasret, deli hasret diye durmadan akan Karadeniz’den karşı kıyıya seslenir.

“Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
işitiyor musun?
(…)
Oğlum sana sesleniyorum
işitiyor musun?
Memet! Memet!”

* * *

Sıcak bir Haziran gecesidir. Bor Oteli’nde kalan Nâzım’ı uyku tutmamaktadır.

Sarılır kalemine ve Bor Oteli şiirini yazar. Evet, uyumanın yolu yoktur.

Neden mi? Gelin büyük ustanın dizelerine birlikte göz atalım

“(…)
yıldızların bolluğundan,
yakınlığından, parlaklığından,
kumlukta hışırtısından ölü dalgaların
sedefleriyle,
çakıllarıyla,
tuzlu yosunlarıyla hışırtısı
denizde bir yürek gibi atan motor sesinden,
İstanbul’dan çıkıp
Boğaz’ı geçip
Odamı dolduran anıların yüzünden
(...)”
Günlerden 3 Hazirandır. Çok hasta, çok muhacir şair, Kurort – Varna’da, Balkan Turist’te balkondan bakmaktadır. Birazdan yemek zamanıdır.
“(…)
Mavi çanakta cacık
Peynirli pide getirdiler,
-İstanbul’dayım sanki –
peynirli pide getirdiler,
susamlı, sıcak sıcak, yumuşacık…
(...)”

Sofra

Aradan üç gün geçmiştir. 6 Haziran akşamı yine hasret ve yine hüzün vardır.

Nâzım, denizin kenarından karşı kıyıları izler uzun uzun.

Vakti kerahat gelmiştir. Masaya oturur. Mütevazı bir sofradır.

Öyle lüzumsuz ağırlık yoktur. Acı yeşil biber ve domates söğüş vardır bir tabakta. Az sonra bir başka tabakta kalkan tava gelir sofraya.

Rakıyı doldururken, radyonun da düğmesini çevirir.

Önce lambalar ısınacaktır. Camın arkasındaki kafesli dokumadan lambanın ışıkları kuvvetlenirken radyodan cızırtılı ezgiler yayılmaya başlar.

Nâzım, kulak kabartır. Ahşap radyoda kemençe ezgileri eşliğinde Karadeniz havaları çalmaktadır.

Rakısından bir yudum alır genzine dolan anason kokusu, aynı zamanda memlekettir.

Memleket, hasret demektir büyük şair için. Aynı zamanda memleket, hürriyet kavgası ve Münevver ve Memet demektir. Ve ahbapça, kardeşçe konuşulan dile hasretliktir.

Ve sarılır kaleme, girişir kağıda.

Nâzım’ın sevdaları arasında “kağıt, kalem sevdası” da mühimdir.

Sofra
Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
Sofrada domates, yeşilbiber, kalkan tavası,
radyoda “Ha Uşaklar!” Karadeniz havası,
rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islâh be, islâh be hâlim…
Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.

Sahi, Nâzım’ın bu “dile hasretliği”ni bugün bizler de çekmiyor muyuz?

Sofralarımız dostlarla…

Sofralarımız, sokaklara çıkan türkülerimizle dolsun.

2014’te, yine boyun eğmeyeceğiz. Ve yıkayıp paklayacağız bu canım memleketi.

Sağlık ve dostlukla...