Korku

“Hapishanedeki en korkak insan, onun yöneticisidir.” (George Bernard Shaw)

Korku hepten olumsuz bir duygu değil. İnsan evladı hayatta kalışını, birçok yeteneklerinin yanısıra, kuşkusuz aynı zamanda korku hissine borçlu. Bir yanda, önsezilerimizle kimi tehlikeleri hissedip, korkarken, diğer yanda da korkuyu öğreniriz. “Bak, şimdi iğneci gelecek!” diye korkuturlar çocukları, ya da “Şimdi öcü gelecek!” diye. Kimisi iğneciden korkmayı öğrenir, kimisi de cinlerden, karanlıktan, heyuladan, hortlaktan bir sürü varolmayan ıvır zıvır şeyden. Çocuklukta bize öğretilerek içimize yerleştirilen bu tür korkuların bir kısmı bilinçaltımıza yerleşir, ama bunlardan çoğunu da, sonraları yeni baştan öğrenerek aşarız. Tabii bu arada, yükseklik korkusu duyanlar, dar ya da geniş yerlerde nedensiz korkuya kapılanlar falan varsa da, bunlar agorafobi, klostrofobi gibi psikolojik hastalıklar ve bu yazının konusuna girmiyorlar.

Benim üzerinde durmak istediğim, öğretilen korkular.

Mecliste kimi zaman oldu bittiye getirerek, o da olmadı kaba kuvvete dayanarak yasalar geçirmeler... Gizli tanıklar, üretilmiş ya da çarpıtılmış delillerle gösteriye dönüştürülen hukuk tanımaz mahkemeler, siyasi mahkumlarla tıka basa doldurulmuş hapishaneler... Bir yandan, üç beş artistlik görevi yüklenmiş siyasi figürün herkese ve her şeye meydan okurcasına pervasız çıkışları sarsılmaz bir özgüven gösterisiyle sahne alıp, en basit terbiye kurallarını hiçe sayarak, gerçekleri çarpıtarak giriştikleri güç gösterileri... Öte yandan, kışkırtılmış çapulcu sürüleriyle çevreye dehşet salacak eylemler, giderek artırılan mahalle baskısı... Ve böylece adım adım öğretilerek tüm topluma yayılmaya çalışılan korku. İtalyan faşistleri İtalya’da, Naziler Almanya’da bu tür korkular öğreterek susturdular sıradan insanları. Korkuyu basamak yaparak adım adım yükseldiler iktidara. Ve açıktan devlet terörünü günlük yaşamın en sıradan olaylarına taşıyarak süreğenleştirdikleri korkuya dayanarak sürdürmeye çalıştılar iktidarlarını.

Ne var ki, böylesi korkuya dayalı rejimlerde, başlarda herkesin göremediği bir başka süreç de yürür. Zorbalar zorbalığı artırdıkça, hainler hainliklerini yaygınlaştırdıkça, yağmacılar yağmalarını çoğalttıkça, kendileri de korkmaya başlarlar. Üstelik korktukça, korkularını bastırmak için çevrelerine daha fazla korku salmaya çabalarlar. Korku böylece her taraflarına bulaşır. Gösterdikleri her çabayla, attıkları her adımla korkuları biraz daha büyür. Arkalarında bir koruma ordusu sürüklemeden sokağa çıkamaz hale gelirler.

Çünkü bilirler ne yaparlarsa yapsınlar, onlardan korkmayanlar varolmaya devam etmektedir bir yerlerde. Üstelik onlar esip, gürledikçe ve insanları ezdikçe yeni korkusuzlar yaratmaktadırlar. İşçi haklarına el uzattıkça korkusuzlaşan işçiler çoğalır... Aydınlara yüklendikçe korkusuz aydınların kadınlara yüklendikçe korkusuz kadınların gençlere yüklendikçe korkusuz gençlerin doğayı yağmaladıkça korkusuz köylülerin... Ve başka ulustan insanlara saldırdıkça, başka inançları aşağıladıkça... Her adımda yeni korkusuzlar üretirler.

Toplumsal yaşamın genel geçer yasalarından biridir bu. Korkuya kapılanlar karşısında, korkutanların da büyüyen korkusu, sonu yokmuşçasına, helezon misali uzayıp gider. Halbuki bittiği bir yer, bir uç noktası vardır bu helezonun. Ve o uç noktası korku salanların sonunu belirler.

Şu hale bakın bir kez. Kürtlerin önüne konulan seçime alıştı artık insanlar: Ya hapis, ya kurşun, ya da “Ne mutlu Türküm diyene!” diye haykırmak. Yıllardır kamuoyunu meşgul eden, kuyruğu uzayıp giden davaları da kanıksadı çokları. Ergenlik çağına gelmemiş çocuklara “polise taş attı” diye terörist muamelesi yapmak hapislere doldurup, ırzına geçmek falan. Gazete sattı diye gençleri karakolda dayaktan öldürmek filan... Hepsi “adi vaka”! Tüm bunlardan herkesin çıkarması istenen sonuç ne?

Basit bir kıssadan hisse:

“Etliye sütlüye bulaşma, politikaya karışma, hele hele iktidardakilere karşı sakın ha, ağzını açmaya kalkma! Yoksa yanarsın. İşten atarız! Okuldan süreriz! Üniversiteden kovarız! Televizyondan resmini siler, gazeteden sütununu kaldırır, radyoda sesini kısarız! Dahası, seni savcılar(ımız)a tutuklatıp, bir nice dava dağı altında ezeriz ki, hakimler(imiz)in o davaları görmesi yıllar sürer parmaklıklar ardında çürür, unutulur, yok olur gidersin!”

“Gerekirse idam cezasını da getiririz” tehditleri, kadına şiddete karşı düzenlenen toplantıda muhalif kadınlara uygulanan şiddet hakkını aramaya kalkan işçilere verilen gözdağı Internet’te çetleşti diye “Kızıl Hacker” ve “terör örgütü mensubu” olarak tutuklanıp, hakim karşısına çıkarılan gencecik çocuklar hâttâ... Hâttâ, hangi nedenle dinledikleri belirsiz bir telefondaki konuşmalar yanlış anlaşıldığı için, kız arkadaşıyla sohbet eden bir gencin tepesine polisin binivermesi...

Ve yavaş yavaş, sıradan insanların bile işaret parmaklarını dudaklarına götürüp, cep telefonunu göstererek, sus işareti yapmaya başlamaları.

Bütün bunlar toplumun geneline korku salmak için uygulanmakta olan bir planın parçaları değil de nedir? Birilerinin aklı sıra, böylece ülkenin üstüne bir korku sisi çökecek. Milyonlarca yurttaş ya bunların örgütlerinde birikecek, ya tarikat şeyhlerinin önünde diz çökerek tebaa haline gelecek ya da korkuyla büzülüp, kabuğuna çekilerek susacak. Ve sonuçta, adım adım uygulanan plan hedefine varacak: İkinci Cumhuriyet yeni bir aşamaya, emperyalist güçlerin, uluslararası sermayenin ve ülkede onunla bütünleşen, onun taşeronluğunu üstlenen yerli sermayedarların ve bunların hizmetindeki bir siyasal gücün, toplumun belli tabakalarını da yedeğine aldığı, korkuya dayalı açık diktatörlüğüne evrilecek. Yani... Ülkemizde bir faşist rejim hüküm sürmeye başlayacak!

Eh, kimileri sömürüsüz, baskısız, mutluluk dolu, aydınlık günlerin rüyasını görür onun peşine gider. Kimilerin rüyası da karanlıktır, milyonların ezildiği ve sömürüldüğü, karabasanlarla dolu bir düzendir.

Şimdi bir kez daha başa döneyim: İnsan evladının korkunun da yardımıyla varolmayı sürdürdüğünü biliyoruz. Ama bir noktayı daha ilave etmeden geçemeyiz: Aynı zamanda, tüm evrimini, korkuyu yenmeyi başarabilmesine de borçludur. Bu sayede mamutların, en yırtıcı hayvanların karşısına dikilmiştir. Tek başına gücü yetmediğinde, örgütlenerek mücadele etmeyi akıl etmiştir.

Öyleyse bir kez daha anımsamakta yarar var: Il Duçe, İtalyan halkına şatafatlı nutuklar attığı balkona asıldı. Hitler saklandığı sığınağın bir yerlerine gömülü kaldı. Bunları alkışlayanlar da çil yavrusu gibi dağıldılar.

Bu da bir başka kıssadan hisse...