"Adına ister 'yumuşama' denilsin ister 'normalleşme', düzen açısından esas mesele düzenin bekasını tehdit edecek yüzü sola dönük bir toplumsal hareketin ortaya çıkmasının önünü şimdiden kesmektir."

Normalleştirebildiklerimizden misiniz yoksa oyalayabildiklerimizden misiniz? 

Dünyanın kaç ülkesinde zamanında eline silah alıp dağa çıkmış gençler, üzerinden elli yıl geçmesine rağmen toplumun geniş kesimleri tarafından hala büyük bir sevgi ve saygıyla anılıyordur? Dünyanın kaç ülkesinde bir grup devrimci genç hala böylesine muteberdir?  

6 Mayıs günü Denizlere gösterilen sevgi, onlarca yıldır kendisine çekilen sağcılaştırma operasyonuna rağmen bu memleketin bağımsızlık ve sosyalizm için gözünü kırpmadan ölüme giden çocuklarını unutmadığının bir nişanesidir, o operasyona teslim olmama iradesidir. 

Türkiye’de hiçbir siyasal ideoloji böylesine figürler yaratamamıştır; denemeler olmuştur evet, emperyalizmin tetikçilerinden ya da gericilerden birtakım kahramanlar yaratılmaya çalışılmıştır ama başarılamamıştır; hiçbiri kendi kahramanlarını tüm toplumun kahramanları yapamamıştır. 

Türkiye, Yalçın Küçük’ün deyimiyle “büyülü hapishane”, halkının özü itibariyle sağcı olduğuna dair bomboş bir ezber sürekli olarak üzerine boca edilirken geleneksel sol değerlerin hala gündemi belirlemeyi başardığı dünyadaki birkaç ülkeden biridir. 

Bakın daha 6 Mayıs’tan birkaç gün önce CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Filistin meselesinden bahsederken “Filistin davasında hepimizin önderi Deniz Gezmiş’tir” diyebilmiştir. 6 Mayıs’ta ise mezarlıktaki anmaya katılmış ve biraz daha ileri giderek “Deniz Gezmiş’in yolu bütün CHP’lilerin yoludur” demiştir. 

Ancak mesele sadece 6 Mayıs ya da Denizler değildir; acaba dünyanın kaç ülkesinde 1 Mayıslar hem sosyalistler hem devlet açısından böylesine büyük bir mücadele başlığıdır?

Türkiye’de durum hala böyledir; Taksim bir politik inat olarak orada durmaktadır her iki taraf için de ve devlet hala Soğuk Savaş refleksleriyle hareket etmekte, genlerindeki antikomünizmi anında açığa çıkarmaktadır.

Denizleri “yolları yolumuzdur” diyerek anan Özel, neticede arabasına binip gitse de önce Taksim çağrısı yapmaya sonra da Saraçhane’de boy göstermeye mecbur kalmıştır; polisin verdiği manzara ile bakanın ve cumhurbaşkanının öfke yüklü açıklamaları ise kendi mecburiyetleridir. 

Çünkü son derece ironik bir biçimde sosyalist parti, örgüt ve yapılar tarihlerinin en zayıf dönemlerinden birinden geçerken, geleneksel değerleri hala güncellikle buluşabilen bir sol hayalet Türkiye’nin üzerinde dolanmaya devam etmektedir. Ama mesele sadece bu değildir; mesele 31 Mart seçimlerinin de gösterdiği üzere halkın arayışıdır, halk el yordamıyla bir çıkış aramaktadır. 

O arayışın potansiyel olarak solda durduğunu daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Böylesi bir yoksullaşmanın, böylesi bir hayat pahalılığın, böylesi bir enflasyonun hayatlarına damga vurduğu toplumlar kaçınılmaz olarak bir arayışa girerler ve bu arayış esas olarak eşitliğe ve adalete dairdir. 

Eşitlik ve adalet ise tarihsel olarak soldadır. Bugün toplumumuz daha çok sosyal politika, daha çok sosyal devlet, daha eşitlikçi politikalar, daha adaletli bir yaşam istemekte, bunları aramaktadır ve evet bunlar modern zamanlarda solun yarattığı değerlerdir. 

İşte bu yüzden Erdoğan’a adeta yeni bir kredi açan Özel CHP’si bu kredinin gereği olarak soldan konuşmak, amiyane tabirle kitlelerin gazını soldan almak zorundadır. Adına ister “yumuşama” denilsin ister “normalleşme”, karşımızdaki şey toplumdaki arayışı ve bu arayışın sola yönelme ihtimalini sabote etmeye yönelik operasyonun kod adıdır ve tezat gibi görünse de bu ancak “solculuk” yaparak başarılabilir. 

1 Mayıs günkü Saraçhane şovunu 2 Mayıs günü Erdoğan ziyareti, 6 Mayıs günkü mezarlık şovunu Bahçeli ziyaretinin izlemesi bir tesadüf olabilir mi?  Önce sol adına ahkâm kesilip pozlar verilmekte sonra da rejimin sahipleriyle “sıcak ve samimi” sohbetler edilmektedir. 

Özel CHP’si, Erdoğan ve Bahçeli’nin Özel ve CHP’yi muhatap almasını iktidar açısından bir zafiyet olarak göstermeyi, Erdoğan’ın Kavala’yı ya da 28 Şubat’tan cezaevinde bulunan generalleri serbest bırakmasını kendilerine verilmiş bir ödün olarak sunmayı ve tüm bunlar üzerinden iktidarı zayıflatmayı hedefliyor olabilirler. İktidarla cepheden yüzleşmek yerine mutedil ve zamana yayılmış bir stratejinin kendilerine seçimde zafer olarak geri döneceğini de düşünüyor olabilirler. Üstelik düşük bir ihtimal olsa da bu tutum işe de yarayabilir. 

Ancak bunların hiçbiri 31 Mart seçimlerinden beri tutulan yolun nihayetinde iktidara ve Erdoğan’a, daha doğrusu Türkiye’nin sermaye düzenine hizmet ettiği gerçeğini değiştirmemektedir. Seçimlerin üzerinden yaklaşık iki ay geçmesine rağmen toplumun 31 Mart’taki tepkisi üzerine bina edilen bir siyaset yoktur; Şimşek programının karşısına alternatif bir program konmadığı gibi örneğin yeni müfredat gibi son derece yakıcı bir başlıkta “dostlar alışverişte görsün”den öteye giden hiçbir şey yapılmamaktadır. 

Dahası, Erdoğan da olan biteni görmekte ve ona göre adımlar atmakta, hem karşı tarafı dağıtmaya hem de zaman kazanmaya çalışmaktadır. Örneğin Abdülkadir Selvi’nin her gün MHP’den küfür yiyeceğini bile bile o yazıları kendi inisiyatifiyle yazdığını düşünebilir miyiz? 

Sabah gazetesinde seçimin üzerinden sadece bir hafta geçmişken “makama saygı” manşetiyle başlayan Özel’i muhatap alma süreci devam etmektedir ve Selvi bir yandan Özel’i esas muhatap kılmaya çalışırken öte yandan da “yumuşama” adına atılacak adımların neler olduğunu anlatmaktadır ki aslında röportajı yapan da o yazıları yazan da saraydır.   

Peki Erdoğan ne yapmaya, neyin zamanını kazanmaya çalışmaktadır? 

Defaatle söyledik ama yine söylememiz gerekiyor. Şimşek programı bir yoksullaştırma programıdır ve bu program uyarınca Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmayacak, memur ve emekli maaşlarına yapılacak zamlar ise enflasyon karşısında herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Bu ise bütün bir emek rejimi üzerinde etkili olacak, özel sektör de çalışanlarına karşı benzer bir pozisyon alacaktır ve yoksulluk daha da yayılıp derinleşecektir.  

Erdoğan’ın esas önceliği bu sürecin kazasız belasız, herhangi bir toplumsal muhalefet dinamiği açığa çıkmaksızın ve eylemler silsilesi olmaksızın atlatılmasıdır; çünkü bu birkaç ay atlatılırsa yaz aylarından itibaren enflasyonda baz etkisiyle kısmi de olsa bir düşüş görülecektir. Yılın sonuna gelindiğinde Erdoğan’ın düşen enflasyonu göstererek toplumdan yeni bir kredi alma ihtimali ise hiç düşük değildir. 

Ancak meselenin bununla da sınırlı olmadığını görmek gerekir; örneğin Kavala’nın ya da Gezi mahkûmlarının serbest bırakılması, Şimşek programının en büyük ihtiyacı olan sıcak para akımlarının Türkiye’ye girişini hızlandıracaktır. Türkiye kapitalizminin aradığı dövizi bulabilmesi için belli bir uzlaşı, demokrasi ve istikrar makyajına ihtiyacı vardır. Hele bir de yılın ikinci yarısı Amerikan Merkez Bankası FED faiz indirimine gidecekse ABD’den çıkacak sıcak paranın bir bölümünün yüksek faiz veren ve Şimşek programını görece istikrarlı ve yumuşak bir siyasal iklimde uygulayan Türkiye’ye gelme ihtimali artacaktır. 

(Geçerken not düşelim; tüm bunlara yaz aylarında ABD cevazlı bir Kuzey Irak operasyonunun eşlik etmesi ve bunun üzerinden de yeni bir milliyetçilik dalgasının yükseltilip bir siyasal mutabakat inşasına girişilmesi yüksek bir ihtimaldir.) 

Velhasıl adına ister “yumuşama” denilsin ister “normalleşme”, düzen açısından esas mesele düzenin bekasını tehdit edecek yüzü sola dönük bir toplumsal hareketin ortaya çıkmasının önünü şimdiden kesmektir. 

Öte yandan bu istenildiği kadar kolay olmayacaktır; çünkü Özel CHP’si sürekli soldan gaz almaya yönelik işler yapsa da istemeden solun ve sol değerlerin daha çok konuşulmasına, daha popülerleşmesine yol açmaktadır. Örnek olsun, 6 Mayıs günü CHP Gençlik Kolları İstanbul’da Denizleri anma yürüyüşü yapmıştır ve kimse en devrimci sloganları atan o gençlerin samimi olmadığını, bir kurgunun parçası olarak hareket ettiklerini söyleyemez. 

Düzenin bekası adına yapılan solculuk, diyalektik gereği sahici bir sol yükselişin de kaldıraçlığını üstlenebilir; bunun içinse devrimci bir iradeye, gidişata müdahale edecek akla ve cesarete ihtiyaç vardır. 

Türkiye bir “büyülü hapishane”dir ve halkın arayışının önüne set çekmek isteyenlerle mücadele de istemeden o arayışın önünü açtıklarında bundan yararlanmayı bilme de bu hapishanenin mahkûmları olarak bizim işimizdir, solun işidir.