Oğuz Murat Aci 29 yaşındaydı henüz.
Bilgisayar mühendisliği bölümünden mezun olan Aci, İstanbul’da, Atatürk Oto Sanayi Sitesi'nde modifiye ve yazılım üzerine çalışıyordu.
Evliydi, bir çocuğu vardı…
1 Mart 2024 günü arızalanan ATV'sini yol kenarında tamir etmeye çalışırken, 17 yaşında şımarık bir zengin çocuğunun milyonlarca lira değerindeki lüks aracıyla çarpması sonucu sulama kanalına düştü ve yaralandı.
Şımarık zengin çocuğu, sağlık görevlileri yerine yardım için annesi Eylem Tok'u aradı. Tok, bu duruma müdahale edeceğine, ehliyetsiz şekilde araç kullanan oğlunu olay yerinden hızlıca çıkararak soluğu havalimanında aldı. Bu sırada belki de yardım ekipleri geciktiği için Aci, yaşamını yitirdi.
Tok ve oğlu ise önce Mısır, sonra ABD’ye kaçtılar.
Basına yansıdı, yıllık 96 bin dolara lüks bir ev kiralamaya çalıştılar burada.
Şimdi ABD'de keyif sürüyorlar...
Haliyle sürekli tekrarlanıyor, adaletten kaçtılar diye. Doğrudur, adaletten kaçtılar. Ancak mevcut adalet düzeninden kaçmasalar onlar için gerçekten adaletli bir ceza gelecek miydi? Kimse bu soruyu sormuyor. Biz doğrudan yanıtını verelim.
Yazının ana konusu olmasa da bu parantez önemli: Hürcan ve Umut parantezi.
Hürcan Bulur, yine şımarık bir zengin çocuğunun, üstelik yaya geçidi üzerinde kendisine 160 kilometre hızla çarpması sonucunda hayatını kaybetti. Katili sadece 4 ay kaldı cezaevinde, mahkeme onu jet hızıyla ‘özgürlüğüne' kavuşturdu.
Umut Gündüz, alkollü bir trafik canavarının onu kaza yerinde yaralı olarak bırakıp kaçması sonrası henüz 19 yaşında hayatını kaybetti. Ailesi uzun bir adalet mücadelesine başladı, ancak bu olayda da katil birkaç ay cezaevinde misafir edildikten sonra tahliye edildi.
Düzenin adaletinden manzaralar bunlar diyelim, yazının ana konusuna dönelim.
Patron, iktidar, gazetecilik
Bu üçgen medyada dönemin ruhunu anlamak için oldukça elverişli. Üçgeni biraz açalım: Demirören (ya da Doğan), AKP ve Ahmet Hakan!
Hakan’ın bu üçgende nasıl bir yer tuttuğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, en etkisizi kuşkusuz o. Ama bu etkisizlik, misyonsuzluk anlamına gelmiyor. Patron ve iktidar ne istiyorsa, o şekle bürünmek, misyonun esası bu.
Koltuğa oturmaya da zaten bu özellikleri sayesinde hak kazanıyorlar.
Hatırlayalım, 2016 yılında dönemin Doğan Medya CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ'ın düzenli olarak Bakan Berat Albayrak'a rapor verdiği ortaya çıkmıştı. Bu raporlardan birinde Hürriyet’in başına ‘kefil olduğu’ Ahmet Hakan’ı geçirmek istediğini söyleyen Altındağ şu ifadeleri kullanıyordu:
“Sonunda gördüm ki ben Ahmet’e kefil olabilirim. Benimle çok paralel düşünüyor. Ayrıca sadece size bağlı olursam çalışırım, Vuslat hanım müdahale ederse çalışamam diyor… Ben Ahmet ile bu işi yapabileceğimizi düşünüyorum. Düşünmekte fayda görüyorum.”
Bu mailler ortaya çıkınca bir süre gecikti o koltuğa oturması, ama nihayetinde kaptı koltuğu. Hem patron hem iktidar arkasındaydı. Talihsiz gecikmeye neden olan olay ne de olsa unutulurdu.
Her şey unutulur ama bu...
Gazetecilik, meslek etiği ve ilkeleri, halka doğru haberi tam zamanında ulaştırmak…
Bunlar fani şeyler, önemli olan patronun mutluluğu, koltuğun sahibi, her şeyin sahibi Ahmet Hakan gibiler için.
Tam da bu nedenle patronunun eşinin, Oğuz Murat Aci’nin katilinin kimliğini ortaya çıkarmaya çalışan muhabir Rojda Altıntaş’a yaptığı baskı, onda bir savunma refleksinin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Patron tarafından engellenmek nedir bilmeyen Hakan, kendi çalıştığı medya grubundaki bir muhabire, patronu eliyle yapılan baskı ortaya çıkınca, dünkü köşesinde hiç sıkılmadan şunları yazdı: “Hürriyet gazetesi... Eylem Tok ve oğlu vakasında yapılması gerekeni fazlasıyla yaptı.”
Oysa haberi zamanında yapması engellenen muhabir, belki de bu gecikme nedeniyle kaçtılar diye, özür diliyor! Ahmet Hakan ise ne utanıyor, ne de sıkılıyor.
Gencecik bir muhabir işini kaybetmek pahasına "Bu noktada aileme yönelik endişelerimden dolayı 8 hafta boyunca sustum. Görüntüleri ses kayıtları dün gece bizzat kendim paylaştım. Bu noktadan sonra işsiz kalmayı göze alarak vicdanen rahat olsam da geç kaldığım için özür dilerim” diyor, Hakan ise “yapılması gerekeni fazlasıyla yaptık.”
Patron medyası ve direnenler...
Bu tablo her şeyden önce ülkede medyanın geldiği yerin özeti. Kimsenin inanmadığı, ciddiye almadığı, meslek onuruyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü patron değnekçisi var medyada.
Ama öyle ya da böyle, Eylem Tok gibilerin ya da Demirörenlerin emir eri olmayı içine sindiremeyenler de var…
Sonunda hep zenginler, onların parayla terbiye ettiği medya ünlüleri kazanacak sananlar yanılıyorlar.
Eninde sonunda, mutlaka, “Halka yalan söylemek suçtur” diyenler ve onların temsil ettiği değerler kazanacak. Hakan’ın dünkü yazısı ise utanç vesikalarından biri olarak kayıtlarda yerini alacak.