'Seçimde ortaya çıkan tablo halkın örgütsüzlüğünün sonucudur'

'Meclis’in dışında, emekçi halkın gündelik yaşam alanlarında başka siyaset kulvarları açılması şarttır. Düzenin siyasal kurumları sağcılaşmışken, bu tür kulvarları açmak için ortam da gayet uygundur.'

EMRE ALIM

14 Mayıs’ta yapılan seçimlerde ittifakların seçim stratejilerinin bir sonucu olarak sağcıların ezici bir çoğunlukta olduğu bir Meclis bileşimi oluştu. Cumhur İttifakı bir bütün olarak ve Millet İttifakı’nda İYİP ile CHP listelerinden seçilen DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti milletvekillerinin sayısı 400’ün üzerine çıkmış durumda. Seçimlerde bu çerçevede oluşan tabloyu soL yazarı ve TKP PM üyesi Aydemir Güler ile konuştuk.

Sağı sağcılaşarak yenme stratejisinin başarılı olmadığı gibi CHP’yi de dağıttığını kaydeden  Güler, “CHP’deki sağcılaşma kendi adayına karşı düzenlenmiş bir sabotaj halini aldı” değerlendirmesinde bulundu. Örgütsüzlüğün hesap sormanın önünde bir engel olarak durduğunu hatırlatan Güler, “Düzenin bütün siyasi aktörlerinin ortak olduğu bir suçun hesabını sormaya yönelmek, basbayağı devrimcileşmeyi gerektirir” dedi.

Seçimin bir ayağı tamamlandı. Meclis bileşimi oluştu. Millet İttifakı’nın seçim stratejisi sonucunda sağın ve sağcıların sayıca büyük bir baskı oluşturacağı bir Meclis var karşımızda. Sağı sağcılaşarak yenmek stratejisi bir kez daha yenilgiye uğramış görünüyor. Halkın muhafazakâr ve sağcı olduğu ön kabulüne dayanan ve bunu meşrulaştıran bu stratejiyi ve yeni Meclis’i nasıl değerlendiriyorsun?
 
Türkiye egemen güçleri adına sola dönüp “bittin sen artık” diye ilk kez böbürlenen Kenan Evren’dir. 12 Eylül’ün iddiası ve varsayımı buydu: Sol yok edilebilirdi. Biz AKP’nin askeri diktatörlüğün mirasçısı ve tamamlayıcısı olduğunu söyledik hep. Ancak burada bitmiyor. Bunun ötesinde bir de politik iklim var ki, bu iklim CHP’yi de içine alıyor. CHP onlarca yıldır solu kendi içinde soğurup etkisizleştirir. Bu 20. yüzyıl CHP’siydi. Son izlerini 2011 seçimlerinde ortaya çıkan Meclis’te yakalayabiliyoruz. Sonra CHP solu soğurmayı değil kendisini sağcılaştırmayı strateji haline getirdi. Erdoğan karşıtı cepheyi sağda kurmak için sağ-sol kavramlarının 19. yüzyılda kaldığını iddia etmek gerekiyordu. CHP sağcı oldum diyemez, çünkü sağ yurtsever de, laik de, kamucu da değil. Dolayısıyla CHP bu kavram setinin aşındığını ileri sürmeliydi. 

‘Soldan kaçılarak reform bile yapılamaz’

Buradan AKP-MHP bloğu karşısındaki anti-Tayyip cephede bir iş bölümünün önü açıldı. AKP’ye sağdan muhalefeti CHP toplayacak, soldan muhalefetse HDP’ye zimmetlenecekti. Madem sol tüm iddialara rağmen bir türlü bitmiyor, başka bir yatakta soğurulması deneniyor. Bu öykü şekillenirken bir dizi etken devreye girdi, ama sonuçta bugün önem taşıyan şudur: HDP Kılıçdaroğlu’nu desteklediğinde Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki sol unsurlar, CHP’nin mücadelesini sola çekmiyor. Kamuoyu algısında sol değil Kürt faktörü öne çıkıyor. 

Solsuz mücadele demek, AKP iktidarına karşı mücadelenin enerjisinin, coşkusunun tasfiye olmasıdır. Soldan bu kadar kaçılarak düzeni değiştirmek ne söz, reform bile yapılamaz.

Halkın veya toplumun içinde sol değerler ne kadarlık bir hacim dolduruyor? 

Ben bu sorunun yanıtının tarihsel ve güncel bağlamda farklılaştığını söylerim. Tarihsel olarak çok güçlüyüz. Solsuz bu ülke varlığını sürdüremez. Ama güncel olarak büyük bir baskılama söz konusu. Varlığını solunu genişleterek koruyabilecek olan bir toplum, derin ve yaygın bir dejenerasyonla teslim alınmaya çalışılıyor. CHP’nin sağı sağcılaşarak yenme stratejisi bu dejenerasyonun bir parçası.

‘CHP’deki sağcılaşma kendi adayına sabotaj halini aldı’

Sadece Meclis alabildiğine sağcılaşmış da değil. CHP genel başkanı Cumhurbaşkanı adayı. Gerçekten öyle mi? CHP bir gayya kuyusuna dönüşmüş halde. Kim kimin adamı, hangi odağın gerçek maksadı nedir, ağır bir kirlenme ortaya çıkmış durumda. CHP sağcılaştı ve Türkiye sağının en uç temsilcisi olarak Erdoğan’ı geriletme konusunda bile isteksiz hale geldi. Sağcılık CHP’yi dağıtıyor. 

AKP ve MHP’liler seçim günü oylamayı her yerde baskılamaya çalışırken CHP yetkilileri sorun yok diyorlardı. Sonuçları kendilerinin açıklayacağını söyleyen başka CHP yetkilileri Anadolu Ajansı verilerine teslim oldular. Cumhurbaşkanı seçimini kazanacağını iddia eden bir parti yönetimi karşı tarafın seçilememesini başarı olarak tanımlayarak iddiasını iptal etti. CHP’deki sağcılaşma kendi adayına karşı düzenlenmiş bir sabotaj halini aldı. 

Şimdi bu CHP’liler Mecliste gericilere karşı mücadele mi edecek? Eğer Kılıçdaroğlu ikinci turdan galip çıkarsa, parlamenter sisteme dönüş sözü verenlerin başkanlık sistemine yaslanmaları tamamen meşrulaştırılmış durumda!

Bir süre CHP’nin ilerici tabanı, sağcılaşmanın bir taktik olduğu görüşüyle kendini avuttu. Artık Kılıçdaroğlu kazansa bile sağcılaşma kader halini aldı. Dolayısıyla Meclis’in dışında, emekçi halkın gündelik yaşam alanlarında başka siyaset kulvarları açılması şarttır. Düzenin siyasal kurumları bu kadar sağcılaşmışken, bu tür kulvarları açmak için ortam da gayet uygundur. 
 
Recep Tayyip Erdoğan’ın oylarını ve tabanını konsolide edebilmesinde kendisini “dış güçler”in karşısında bir siyasi aktör olarak konumlandırmasının ve bu şekilde seçimde “ekonomi ve deprem” etkisini bertaraf etmesinin rolü var mı?

Düzen siyasetinde bazı figürler kendilerini tartışmasız, pürüzsüz biçimde milliyetçi, yabancı düşmanı vb. konumlandırıyorlar. Erdoğan herhangi bir ideolojik algıda bu açıdan mutlak olarak lekesiz bir imaja hiçbir zaman sahip olmadı. Türkiye’de ağır bir toplumsal çürüme yaşanıyor. Bu çürümenin ideolojiler alanındaki önemli dinamiklerinden biri takiye de denen yöntem. Yalan, gerçek yüzünü gizleme gibi taktikler caiz. Erdoğan için laikleri tahrik etmekten kaçınan bir şeriatçı, büyük güçlerin suyuna gitmek zorunda kalan bir milliyetçi denebileceği gibi, şeriatçıları arkasına takmış bir uzlaşmacı, kendini yurtsever gibi gösteren bir işbirlikçi de denebilir. Hepsi mümkündür, kolayca kanıtlarına ulaşılabilir.

Bu imajların hangisinin seçmen davranışını daha fazla etkilediği bir araştırma konusu. Ama bana sorarsanız, Erdoğan’ın tabanını ideolojik ilkelerle tanımlayamayız. Sosyal yardımların, ihalelerin, kayırmacılığın, kuralsız atamaların, imar affının yaygınlığı ideolojisizleşmiş, herhangi bir değerden yoksunlaştırılmış bir profil yaratmak içindi. Ben bunda ciddi ölçüde sonuç alındığını, AKP’nin sadece lümpen proletaryaya yaslanmakla kalmadığını, toplumun başka kesimlerini lümpenleştirmekte mesafe kat ettiğini düşünüyorum. Geleneksel İslamcı hareket için Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi bir değerdi. AKP’nin bu yönde attığı adım güç gösterisi, demagojik bir mesajdır. 

Tabii vereceğim yanıtın sorudaki vurguya yakın düşen bir boyutu da var: Yeni Osmanlıcılığın dış güçlere meydan okumak olarak sunulduğu ve bir süre kamuoyunda böyle algılandığı doğrudur. Osmanlıcılık yürümedi, ama Erdoğan bir dünya lideri imajını kurmuş oldu. Ama burada Türkiye’de milliyetçi veya islamist bir ideoloji kendi değerlerini üretmiş olmuyor. Dünya çapında bir güce sahip olan Reis’in kendi insanlarını parmak şıklatırcasına ihya edeceği düşünülüyor. Güç ideolojisinin karşılığı büyük.

Elbette Türkiye’de tarihsel bir ideoloji var. O da kah yurtseverliğe, anti-emperyalizme açılan, kah şoven, ırkçı bir korunmacılığa dönüşen “dışarıya güvensizlik.” Yurtta sulh, cihanda sulh bu uçların hepsini kucaklayan politik formül. Dünya liderine fit olan kesimlerin Viyana kapılarına saldırmaya meraklı olduğunu hiç zannetmiyorum. Ama Kılıçdaroğlu’nun dış geziler yoluyla Erdoğan’ın imajını dengeleyeceği düşüncesi asrın hatasıydı; bunu söyleyebilirim. 

AKP’nin toplumdaki dış güçler fobisini Kürt sorunuyla ilgili olarak da kaşıması normaldir. Burada daha önemli olan CHP’nin yıllardır kendisine kurulan açmazla başa çıkamayışı. Birkaç yıl önce “analar ağlamasın” demagojisi karşısında Kürt karşıtı konumlanışta MHP’yle buluşan CHP bu sorunda ancak örtülü adımlar atabiliyorsa, nedeni sağcılığı kabullenmesinde. Sağcı CHP ana akım sağcıların tezlerinin karşısına çıkamıyor, “halkların kardeşliğini” ağzına alamıyor. 

‘Örgütsüz olan, güçlü olanın koruması altına girme eğilimi gösterir’

Bütün bunlar deprem ve ekonomi etkenlerini “götürdü” mü? Son yıllarda AKP düzeni, pandemiyi de katalım, üç momentte halka yabancılaştığını sergiledi. Ben bu yabancılaşmanın toplumda algılandığını düşünmeye devam ediyorum. Ama sadece AKP değil sorun. Sağ bir bütün olarak ve CHP ile HDP’yi de peşinden sürükleyerek toplumun, halkın çıkarlarına uzak olduğunu sergiliyor. Bu kadar geniş bir sorumlular kümesiyle aynı anda mücadeleye kalkışmak, Türkiye halkının bugün sahip olabileceği bir yetenek değil. Düzenin bütün siyasi aktörlerinin ortak olduğu bir suçun hesabını sormaya yönelmek, basbayağı devrimcileşmeyi gerektirir. Bu ise günümüzün genel örgütsüzlük halinde olanaksız. Bu kadar örgütsüz olan, kendisini çaresiz hisseder ve güçlü olanın koruması altına girme eğilimi gösterir. 

Bu eğilim az önce değindiğim yozlaşmanın, çürümenin bir diğer göstergesi. Evine imar affı getiren, yakınlarının ölümünden sorumlu olan, çadır bile vermeyen, zaten yanı başında başkalarını işsiz bırakmış, çocuklarını doğru düzgün besleyemez hale getirmiş birtakım suçlular var. Sen, bunlara isyan etmek yerine güçlü oldukları için kapılarında durmaya devam ediyorsun! 
Dolayısıyla biz zorlu bir yarıştayız. Halkın örgütlenme hızını toplumun çürüme hızının üstüne çıkartmak zorundayız. Bu olmazsa diye olumsuz seçeneği konuşmamızın anlamı yok. Bunu oldurmak için tek gün kaybetmeden yola devam etmeliyiz. Elbette çaresiz halkımız örgütlenmeye koşmak yerine, birtakım kolay ve kısa yollara göz atmak isteyecektir, istiyor da. Seçimden yolumuza güç katarak, kazanım biriktirerek çıkmadık. Ama buna takılıp kalmanın anlamı yok. Buna zaman da yok…