İsrail’in eski Türkiye Büyükelçisi yanıtladı: 'Türkiye ve İsrail ilişkilerini nasıl kurtardı?'

İsrail'in eski Türkiye Büyükelçisi Pinhas Avivi, ‘Bugünlerde, Kudüs'ün Ankara ile ilişkilerine yüksek derecede istikrar damgasını vuruyor. Bu hafife alınacak bir şey değil’ yorumunda bulundu.

SOL - ÇEVİRİ

Çevirenin notu: 2003-2007 yılları arasında İsrail'in Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapmış olan Pinhas Avivi’nin The Jerusalem Post’ta yayımlanan makalesinde, Erdoğan ve AKP’nin 20 yıllık iktidarında Türkiye-İsrail ilişkilerindeki değişimler ele alınıyor. 

Avivi’nin Türkiye’nin İsrail’e yaklaşımındaki “Türkiye’nin zorunda kalarak gerçekleştirdiği” değişimler konusundaki tespitleri üzerine düşünülmeyi ve bugünden geçmişe bakarak Erdoğan’ın kararlarını değerlendirmeyi kolaylaştırıcı olabilir. Lakin Avivi’nin Türkiye ve toplum konusundaki her yorumu hakkında aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Öte yandan, Batı basınında sıkça dillendirdiği üzere, Türkiye’deki seçimlerin Orta Doğu da dahil olmak üzere her yerde bir etkisi olması bekleniyor. Lakin Avivi de, eğer Erdoğan kaybederse, yeni iktidarın her konuda Erdoğan’ın çizgisinden farklı hareket etmesinin beklenmemesi gerektiğini hatırlatıyor.

Çeviren: Bahadır Batur

İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002'de iktidara gelmesinin ardından, Ankara'nın İsrail'e yaklaşımı daha da kötüye gitmeye başladı. Söz konusu dönemde ikili ilişkileri karakterize eden savunma bağlarının ortadan kalkacağına ve onarılamaz bir kopuşa yol açacağına dair büyük korkular vardı.

Altı yıl içindeyse gerçekten de ilişkiler dostluktan düşmanlığa evrildi.

Yine de Şubat ayındaki deprem felaketinde Türkiye'ye yardım etmek için gönderilen İsrail insani yardım heyeti, bugünlerde Kudüs'ün Ankara ile ilişkisinin yüksek derecede istikrara sahip olduğunun son hatırlatıcısı. Bu hafife alınacak bir şey değil; birkaç büyük krizle uğraştıktan sonra iki ülkenin bu aşamaya gelmesi yıllar aldı.

Bu noktaya ulaşmak yıllar aldı

İsrail Donanması komandoları ve Gazze'ye ulaşmaya çalışan Türk İslamcı aktivistlerin ölümcül bir çatışmaya karıştığı 2010’daki Mavi Marmara krizi, iki ülke arasındaki ilişkilerde zayıf bir noktayı işaret ediyor. Yine de o zamandan beri, iki bölgesel güç, ilişkileri yeniden kurmanın ve bir dereceye kadar sürdürmenin bir yolunu buldu.

Erdoğan'ın iktidara gelmesinden önce var olan askeri iş birliği noktasına geri dönüş çok zor olacağından, değişim öncelikle sivil iş birliği yoluyla sağlandı. İsrail, Akdeniz'de alternatif güvenlik ortakları bulmak zorunda kalacaktı ki bunu Yunanistan üzerinden sağladı. 

Erdoğan iktidara geldiğinde İslam dünyasının lideri olmak ve neo-Osmanlı senaryosuna göre hareket etmeyi amaçlıyordu. Türkiye'nin imparatorluktan devlete dönüşümünü sağlayan Atatürk'ün aksine, Erdoğan ülkesini imparatorluk moduna döndürmek istiyor.

Erdoğan bir yandan askeri araçlar yerine ekonomik ve kültürel bağları güçlendirmeye dayalı yumuşak güç yoluyla bölgedeki etkisini artırmaya çalışırken, Türkiye'nin komşularıyla sıfır çatışma politikası uygulamaya çalıştı.

Bununla birlikte, Türkiye'nin Suriye ve Libya'daki çatışmalara askeri müdahalesi ile Yunanistan ve İsrail ile gelişen şiddetli gerilim, sıfır çatışma yaklaşımında göçük oluşturdu.

Ek olarak, Türkiye'nin Müslüman Arap devletleri üzerindeki siyasi etkisi son derece sınırlı kaldı. Teorik öngörüler kâğıt üzerinde güzel görünüyor, fakat Erdoğan gerçeğin her zaman beklenen çizgide olmadığını çabucak anladı. Arap Sünni dünyasında hiç kimse onu bölgesel bir lider olarak kabul etmeye istekli değildi; Mısır ve Suudi Arabistan, Sünni blokta halihazırda pozisyonu elinde tutuyor.

Üstelik Suudi Arabistan, İslam dünyasının lideri olma rolünden vazgeçmek istemiyordu. Sonuç olarak Türkiye, bölgesel liderlik hedefinin bir parçası olarak Filistinlilere yardım bayrağını dalgalandırmaya başladı. Yine de Erdoğan, Arap dünyasında etkili olmak istiyorsa İsrail'le iyi bağlara sahip olması gerektiğini, aksi takdirde liderliğinin geçerliliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağını çabucak anladı.

Tüm Arap güçlerinin İsrail ile bağları mevcut; 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmalarından bu yana ayrıca BAE ve Bahreyn’i de dahil etmek gerekirse Ürdün ve Mısır gibi bazılarının resmi olarak, Suudi Arabistan gibi diğerleri ise gayri resmi yollarla bağları sürdürüyor. Arap devletleri ilerlerken Erdoğan geride kaldı.

Erdoğan, dışarıda kalırsa İbrahim Anlaşmalarının Türkiye'nin bölgedeki ve Arap dünyasındaki etkisini daha da azaltacağını anladı ve bu farkındalık da aynı zamanda İsrail'e karşı tutumunu değiştirmesi gerektiğine ikna olmasına yardımcı oldu. Bu sırada Erdoğan Rusya'ya yakınlaşıp NATO'da kriz yaratarak, ABD için büyük bir hayal kırıklığı haline geldi.

Hasarı onarmanın vesilesi olarak İsrail

Dolayısıyla İsrail, Erdoğan'a göre, ABD ile yeni ilişkiler kurması ve Kudüs'le bağlarını geliştirerek Avrupa'da kapılar açmasını sağlayarak, mevcut hasarın bir kısmını onarması için önemli bir araç oldu. Türkiye bu sebeple Yahudi devletiyle diplomatik bağları geliştirmeye odaklandı.

Ayrıca iki ülke arasında ekonomik ticaret sürekli olarak yüksek kaldı. Erdoğan'ın 2002'de başbakan olarak göreve gelmesinden bu yana İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret beş kat artış gösterdi. Ayrıca Erdoğan, İsrail ile bağların güçlendirilmesinin Türkiye ekonomisine fayda sağlayacağına ve küresel nüfuzunu artıracağına inanıyor.

Sonuç olarak, Kudüs ile diplomatik ilişkileri geliştirmek için çaba sarf etti; ama Filistin sorununu vurgulamak için süregelen çabasından da vazgeçmedi.

Bu nedenle bazı Hamas üyelerinin Türkiye topraklarında hareketli olmasına hâlâ izin veriliyor, gerçi bu günlerde bu faaliyetler çoğunlukla Hamas'ın siyasi kanadını ilgilendiriyor. Gerçekte Batı Şeria terörizm girişimlerini yöneten, Hamas'ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salah Al-Arouri, Türkiye'den taşındıktan sonra bugün Lübnan'da ikamet ediyor. AKP Hamas'ın siyasi kanadını kardeş bir hareket olarak görüyor.

Erdoğan'ın büyüyen sorunları, Avrupa, ABD, Sünni devletler ve İsrail ile bağlarını geliştirmeye her zamankinden daha istekli olacağın anlamına geliyor.

Ankara’nın rahatsız edici bulduğu Suriye’nin kuzeyindeki özerk Kürt bölgeleri, Türkiye'nin güneyini doğrudan etkiliyor. Türkiye'de bulunan milyonlarca Suriyeli mülteci ciddi bir ekonomik sorun doğuruyor. İran, Suriye'deki güç dengesini, ülkenin kuzeyindeki Türkiye destekli Sünni güçlerin belirleyiciliğine yöneltmeye çalışan süregelen girişimleri nedeniyle Erdoğan'ı endişelendiriyor.

İranlılar Suriye'nin Akdeniz kıyı şeridinde yerleşmiş durumda ve Erdoğan İran'ın konuşlanmasına olumlu bakmıyor. Sünni Türkiye, Şii İslamcı bölgesel nüfuzu yıkıcı bir güç olarak görüyor. Türkiye-İran sınırındaki dört yüz yıllık sessizliğe rağmen, iki ülkenin ilişkilerinin kardeş devletler olarak tanımlanması çok zor

Erdoğan'ın başında büyük ekonomik sorunlar var, Avrupa ve ABD ile bağlarını geliştirerek yeni yatırımları çekmesi gerekiyor. Ayrıca İsrail gazının Avrupa’ya dağıtımcısı olmakla da ilgileniyor.

Bu etkenler Erdoğan’ın tavrında önemli bir değişime yol açtı. İsrail'i eleştirirken, iktidarının ilk yıllarında kullandığından çok farklı bir üslup takınıyor.
İsrail ve Türkiye güvenlik kuruluşlarının, Haziran 2022'de İsraillileri hedef almak üzere Türkiye topraklarındaki İran terör hücrelerinin eylemlerini engellemek için yakın iş birliği yapabildikleri bildirildi.

Erdoğan Filistin davasını destekleyen önemli bir Müslüman lider olma vizyonundan vazgeçmedi ama bunu İsrail'e sürekli kara çalarak başaramayacağını da öğrendi. Ayrıca Türkiye’nin İsrail ile gelişen ilişkilerinden elde edebileceği doğrudan potansiyel kazanımları da bulunuyor.

İsrailli şirketler, boru hatlarındaki sızıntıları önlemeye yardımcı olan İsrail yapımı sensörlerle İstanbul'un su sisteminin daha iyi yönetilmesine yardımcı olmaya şimdiden dahil oldu. Her iki taraf da daha fazla iş birliğine ilgi duyuyor. Erdoğan neo-Osmanlı görüşünü tümden üzerinden atamadığı için bu durum şimdilik sivil alanla kısıtlı olarak devam edecek.

Kendi adına Yunanistan’ın, İsrail-Türkiye arasında buzların erimesinin kendisini tehdit altında hissetmesine neden olacak bir durum söz konusu değil, çünkü ilişkiler tam olarak sivil meselelerle sınırlı. Hem İsrailli hem de Türk karar vericilerin sağduyulu hareket etmesi, ilişkilerin bir kez daha olması gerektiği gibi istikrarlı hale gelmesini sağladı.