Erdoğan'ın Atina ziyareti: Ekonomik kaynak ihtiyacı ve savaş uçakları meselesi

AKP’nin Yunanistan’la bilmem kaçıncı kez yakınlaşmaya çalışmasının kökenlerini ekonominin kaynak ihtiyacında aramak doğru olur. Ziyaretin ürünlerinden biri olan bildirgeyse dikkat çekiyor.

Engin Solakoğlu

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti daha başlamadan gündemde öne çıktı. 

Bunda da şaşılacak bir şey yok zira Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin seyri her dönemde Ege’nin her iki kıyısında da “heyecan” yaratır. Ankara’nın genelde başı diplomatik sorunlarla daha kalabalık olduğu için bu heyecan nispeten daha güvenli bir diplomatik evrende yaşayan Atina’da daha fazla hissedilir.

Ziyaret öncesinde Erdoğan’ın Katimerini’ye verdiği mülakat aslında ziyaretin olası  seyri hakkında ipuçları içeriyordu. Öncelikle Erdoğan’ın Yunanistan’ı ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini, “bir gece ansızın gelebiliriz” sözüyle aslında Yunanistan’ı değil “teröristleri” kastettiğini, bunlara ilaveten “İki ülke arasında çözülmeyecek sorun bulunmadığını” öğrenmiş olduk.

Erdoğan’ın 6 yıl aradan sonra Atina’ya gerçekleştirdiği ziyarette bir dizi anlaşma imzalanacak, taraflar “pozitif gündem”den dem vuracak, NATO dayanışmasına, turizm ve ticaret alanındaki işbirliğinin geliştirilmesine değinilecek. Ben bu satırları yazarken 10 Yunan adasına gidecek T.C. vatandaşları için 7 günlük vize istisnasının da gündeme geleceği belirtiliyordu. Esasen bu uygulama Covid pandemisi öncesinde vardı ve Yunanistan’ın özellikle Kuzey Ege’deki adaları bakımından da önemli bir gelir sağlamasına hizmet ediyordu. 

Bunu eleştirmeyeceğiz elbette. Çünkü turizm amacıyla dahi olsa iki halkın birbirini tanımasının milliyetçi palavraların etkisizleştirilmesine hizmet edeceği muhakkak. Ne var ki bu ziyaretin anlam ve önemi herhalde iki yakadaki sağcı iktidarların halkları yakınlaştırma iradesinden (!) kaynaklanmıyor.

Ekonominin kaynak ihtiyacı

Erdoğan Mayıs seçimlerinden galip çıktığında, yeni dönemde AKP düzeninin diplomatik anlamda daha çok “masada” olacağını, özellikle Batıyla ve bölgedeki müttefikleriyle kavgaya girmekten kaçınacağını tahmin etmiştim. Bunun temel nedeni ekonominin kaynak ihtiyacıydı. IMF’nin Ankara’daki gayri resmi temsilcilerinin yürüteceği halkı yoksullaştırma programı için ciddi kaynak ihtiyacı vardı ve bunu risk primlerini (CDS) olabilecek en düşük seviyede tutarak gerçekleştirmek önemliydi.

AKP’nin Yunanistan’la bilmem kaçıncı kez yakınlaşmaya çalışmasının kökenlerini burada aramak doğru olur. Bir de herkesin bildiği savaş uçakları meselesi var. Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan’la gerginlik yaşanırken Türkiye’nin savaş uçağı filosunu yenilemesi pek de mümkün görünmüyor. F-35 meselesi zaten ölmüş ve gömülmüş görünüyor. “Rektifiye” F-16 veya Eurofighter gibi uçakların alımı için de Washington ve Brüksel’le it dalaşına girmemek gerekiyor. Diğer yandan Muharip Milli Uçak ya da Kaan adıyla bilinen proje de takdim edildiği kadar milli değil. İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkelerin dahli var.

Akepe NATO genişlemesine "evet" dedi. Bir yılı aşan bir süre nazlandıktan ve pazarlık yaptıktan sonra önümüzdeki günlerde TBMM’de İsveç için de ellerin kalkacağını göreceğiz. CHP zaten konunun titiz takipçisi. NATO’ya halel gelecek diye ödleri kopuyor.

Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki ya “Hamas” ne olacak? Diplomaside söylem ile eylemin ağırlığı aynı değildir. Hamas konusundaki AKP tutumunun söylemden ibaret olduğu ortada. İsrail’le ticaret tam gaz sürüyor. Hamas’ın Türkiye’deki kimi üyeleri ise daha Ekim ayı başında ülkeden çıkartıldılar. Bunlar eylemdir. Dolayısıyla kimilerinin sandığı gibi “Hamas” çıkışı AKP ile Batı arasındaki ilişkilerin temeline zarar verecek bir ağırlık taşımamaktadır.

Konumuza dönersek, Başbakan Miçotakis görüşme sonrasında iki ülke arasındaki tek sorunun Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının çizilmesi olduğunu söyleyerek bilinen Yunan tutumunu yineledi. Erdoğan ise ticaret hacminin artırılması hedefi ve yapıcı diyaloğun sürdürülmesine vurgu yaptı. Yunanistan’ın tıpkı karasuları ve hava sahası bağlamında olduğu gibi ikili sorun saymadığı Kıbrıs sorunu konusunda ise “Adadaki gerçekleri” yani mevcut durumu dikkate alan bir çözümün adil olacağını belirtti.

Bildirge bağlayıcı değil ama...

Ziyaretin ürünlerinden biri de bağlayıcı olmayan bir iyi komşuluk ve dostluk bildirgesi olacak. Bildirgede iki sorunların “uluslararası hukuk ve BM Şartı” temelinde barış çözümüne de atıf var. Taraflar bu bildirgenin ruhuna aykırı söylem ve eylemlerde bulunmamayı da taahhüt ediyorlar. Başta söyledik, bildirge bağlayıcı değil ama “uluslararası hukuk ve BM Şartı”na atıf otomatik olarak ikili sorunlara dair geleneksel Yunan yaklaşımına işaret ediyor. 

Bağlayıcı olmadığının belirtilmesi bunun sakıncasını ortadan kaldırmıyor zira diplomaside her yazılı belge zamanı geldiğinde önünüze koyulabilir. Bunu da not düşmüş olalım.