Sömürü her yerde: Bir haber sitesinin genç medya emekçileri anlatıyor

Sömürü düzeni sektör ayırmıyor. Ülkenin düzeni sömürüye dayalı olunca, tüm sektörlerde alabildiğine ve vahşi bir sömürü devam ediyor. Medya sektörü de bunlardan sadece biri... Glokal Haber adlı yayıncılık sitesinde çalışırken sömürünün, emek gaspının ve mobbingin her türlüsüne maruz kalan beş genç medya emekçisi, yaşadıkları acımasız uygulamaları soL Haber'e anlattı.

Görüşme: Ayçin Özoktay

Medya sektörünün içinde bulunduğu sömürü düzeni, pek çok gazete, televizyon, internet sitesi gibi yayıncılık alanlarında hükmünü icra ediyor. Maaşların ödenmemesi, gecikmesi, sigorta primlerinin düşük yatırılması ya da hiç yatırılmaması, masrafların medya emekçilerine ödenmemesi gibi durumlar, ne yazık ki artık medya sektöründe sık rastlanan durumlardan. 

Glokal Haber de bu firmalardan biri. Yani emek sömürüsünün acımasızca sürdürüldüğü mecralardan yalnızca bir tanesi.

BüyükEFE Yzlm. Tkn. Eğit. AR-GE. Org. Ltd. Şti. adlı şirket tarafından internet üzerinden yayınlanan Glokal Haber adlı sitede çalışan beş genç emekçi, yaşadıkları sömürü ve mobbingi soL Haber'e anlattı. 

İşte meslek hayatlarının başında sömürünün acımasız yüzüyle karşılaşan genç medya emekçilerinin anlattıkları:  

'AYLARCA ÇALIŞTIM ANCAK İKİNCİ MAAŞTAN SONRASINI ALAMADIM'

H.Ö.: 25 yaşındayım. Glokal Haber’de 12 Ekim 2017 tarihinde çalışmaya başladım. Üniversiteden bir arkadaşım benden iki gün önce işe girmişti. Ben de onun aracılığıyla girdim. Daha önce Anadolu Ajansı’nda bir yıl serbest muhabirlik yapmıştım. Fakat internet gazeteciliği alanında herhangi bir tecrübem yoktu.

11 Ekim akşamı arkadaşım benden bahsedince patron Sezgin Kasa onun aracılığıyla beni çağırdı. Oturduk konuştuk. Maaş durumunu konuşunca da “O konuda sıkıntı olmaz, şimdilik asgari ücret alacaksın ama Ocak ayında bütün elemanların maaşının 2 bin lira olmasını düşünüyoruz. Birkaç arkadaşımıza borcumuz var. Ama eninde sonunda öderiz, bizde kimsenin parası kalmaz” demişti.

Ertesi gün çalışmaya başladım. Aslında binanın koşulları, konumu, bahçesi gayet güzel gelmişti. Ama bodrum katta çalışırken kışın da bir gün geleceği aklıma düşmemişti.

Maaş günüm her ayın 12’si idi. İlk ay maaşımı üç gün gecikmeli olarak 15 Kasım’da aldım. İkinci ve son maaşımı ise 26 Aralık 2017’de aldım. O günden beridir de maaşlar bu cuma, haftaya, 15 gün sonra gibi vaatlerle geciktirildi. 

Kış boyunca  kaloriferler çok az yandı. Zaten bodrum katta çalışıyorduk. Olduğumuz katta mutfak da vardı. Üşüyerek ve kavrulan soğan kokuları arasında çalıştık. Her şeyden şikayetçiyiz gibi bir hava oluşmasın ama. Biz ekip olarak birbirimizi seviyorduk (yani ekibin bir kısmı) yemek yapan kişilerden memnunduk. Öğle molasında hiçbir engelle karşılaşmadan dinlenip çayımızı, kahvemizi içiyorduk.

Bizim asıl şikayetçi olduğumuz konu, çok çalışmamıza rağmen bunun karşılığını maddi ve manevi olarak alamamamız. Maaş verilmiyordu evet, ama onun dışında ne kadar çalışırsak çalışalım patron Sezgin Kasa tarafından çalışmıyormuşuz gibi bir intiba yaratılıyordu.

Biz haber yazıp, redakte edip, kendi yazımızı denetleyip, görselini hazırlıyorduk. Yani 360 derece gazetecilik denen olay. Görevimiz bundan ibaretti. Ama 360 derece gazetecilik demek aynı zamanda bu yazıların tıklanması için paylaşılması demek değil. Yani sitenin tıklanmasından sorumlu değiliz. Site tıklanmayınca patron Sezgin Kasa direkt olarak editör/gazeteci olan bizleri sorumlu tuttu. Ona göre maaşlarımızı alabilmemiz için siteyi popüler hale getirmemiz gerekiyordu. İşe girerken bunları konuşmamamıza rağmen kendimizi şu konumda bulduk: Maaş alabilmek için bizim görevimiz olmayan site tıklama sayısından sorumlu olmak.

Sorun sadece bu da değil. İtiraz etmeden hem haberin tüm aşamalarında bulunup onu bütün sosyal mecralardan yaydık. Günde 10 bin tıklama olunca maaşları alacağımız söylendi. Biz 10 bin yapınca “aslında ben tekil kullanıcı sayısı demiştim, tıklama değil” dedi. Maaşları yine alamadık. Biz tıklanma sayısını artırdıkça, o da maaşları alabilmemiz için gereken hedef tık sayısını artırdı.

Son maaşı aldığımız tarihten üç ay bir hafta sonra, ben de dahil yaklaşık 10 arkadaşım topluca işten ayrıldık. İşten ayrılmamızın üstünden de iki ay geçti. Maaşları halen daha alabilmiş değiliz.

'100 LİRAYI ON KİŞİYE BÖLÜŞTÜRDÜKLERİ GÜNLER OLDU'

Bu anlattıklarım aslında özetin özetinin özeti. O kadar fazla şey yaşadık ki ayrılış sürecinde. Bizi oradan koparan maddi durumların dışında yaşadığımız küçük fragmanlar.

Maaş vermeyip de sadece işe gelinsin diye 100 lira 10 kişiye çok kez bölüştürüldü. İnsanlar çevrelerinden borç alarak işe geldiler. Evet, resmen işe gelebilmek için başkalarına borçlandık. Maddi olarak da manevi olarak da zarardayız.

'MAAŞ YERİNE HARÇLIK ADI ALTINDA KÜÇÜK MEBLAĞDA PARALAR VERİYORLARDI'

Z.D.: Ben 20 yaşındayım. Bu benim ilk iş deneyimim değil. Ama bu sektördeki ilk iş deneyimim. İşe alım sürecinde, herhangi bir sözleşme imzalamadım. İşe girerken yarı zamanlı çalışacağıma dair anlaştık ve maaş ödemeleri konusunda herhangi net bir rakam söylenmedi. Yine de böyle bir işte yer aldığım için çok heyecanlıydım. Gelecekte buranın bana birçok şey katacağını hissediyordum. İşe girişimin yalnızca ilk ayında maaş alabildim. Ardından, bir ay tam zamanlı, iki ay yarı zamanlı çalışmamın karşılığında herhangi bir maaş almadım. (Bunun haricinde bir kere harçlık adı altında bir kısmımıza 500 lira yatırıldı.)

Çalıştığımız bina üç katlıydı ve biz medya ekibi olarak bu binanın bodrum katında çalışıyorduk. Bu katta aynı zamanda mutfak da yer aldığı için, bu durum çalışma koşullarını olumsuz yönde etkiliyordu. Kış ayı boyunca kaloriferlerimiz bir yahut iki kez yandı. Bunun haricinde kalan günlerde, soğuk bir ortam olmasına rağmen çalışmamızı sürdürdük. Klavyede yazı yazmaktan parmaklarımızın üşüdüğünü, koskoca ofiste yer alan bir adet ısıtıcının başına üşüşmemizi, kendimizi sıcak tutabilmek için peş peşe içtiğimiz çayları elbette unutmuyorum. Çalışma koşulları, çalışan ekibi motive edecek düzeyde değildi. Çünkü bodrum kat bu haldeyken, binanın 3. Katı (patronun odası) gayet sıcak ve konforlu idi. 

Çalıştığım süre boyunca, iş yerinin büyümesi ve vaat edilen ideallerin gerçekleştirilebilmesi için bana düşen her görevi layığı ile yerine getirdim ancak sonunda ne vaat edilen idealler gerçekleşti ne de ben ve arkadaşlarım emeğimizin karşılığını alabildik. Çalışma saatlerimiz medya ekibi için standart saatlerdi. Ama ekipteki üç arkadaşım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onlar, geç saatlere kadar ekstra mesai yaptılar. WhatsApp ağı üzerinden, saat kaç olursa olsun ele gelen haberlerin yapılması/düzeltilmesi için gelen uyarıların olduğu da doğrudur. Bizi zorlayan bir üç ay geçirdik. Buna rağmen, ekibimiz para almadığı halde şirketi yarı yolda bırakmadı.

'HAYATIMIZ BANKA HESABIMIZI KONTROL ETMEKLE GEÇMEYE BAŞLADI'

2018’den sonraki her günü, banka hesaplarımızı kontrol ederek geçirdik. Çünkü kimimizin artık işe gelmeye yetecek kadar bile parası kalmamıştı. Biz yine de, bir şeyleri yarı yolda bırakmamak adına, birbirimizden güç alarak, şirketin vaat edilen toparlanma sürecinin gelmesini bekledik. Bu süre içerisinde şirkette yediğimiz yemeklerden (çoğunlukla makarna) hastalanan ekip arkadaşlarım oldu. Tabi çalıştığımız ortamın ısı düşüklüğü sebebiyle her birimizin teker teker yaşadığı ağır grip süreçlerini de buraya eklemekte fayda var...

'GÖREV TANIMIMIZDA OLMAYAN İŞLERİ YAPMAYA ZORLANDIK'

Ha bugün, ha yarın, her salı, her cuma... Hedeflenen tıklanmaya ulaştığımızda, işlerin yoluna gireceği söylendi. Yaptık. Beğenilmedi, başka üst hedef istendi. Yine yaptık. Kasım’dan itibaren çalıştığımız süre boyunca sitenin tıklanmasında bir artış yaratmamıza rağmen, herhangi bir onaylama alamadık. Bizlerin işi, içerik üretmekti. Bizlerin işi, metin hazırlamaktı. Görevimiz olmayan (tıklanma, yayma...) bir konu üzerinden, hak edişi “hak etmediğimiz” söylendi. Bu süre zarfında, tek tük işten ayrılan arkadaşlarım oldu. Geriye kalan arkadaşlarım ve ben ise (yaklaşık 15 kişilik bir ekip) bir günün sonunda, hep birlikte işten ayrıldık. İşten ayrılmamızın ardından, ödemelerimizin yapılacağı söylendi elbette. Ama orada, şirkette olanların önceleneceği söylendi. 

Buraya kadar olan kısım, gerçekten zor süreçlerdi fakat asıl zor zamanları işten ayrıldıktan sonra yaşadık. Bizlere işten çıktıktan sonra, gerekirse medya katının kapanacağı söylenmişti. Fakat ne hikmetse, medya katına alımlar hızla devam etti. Bize vaat edilen günlere kadar, her birimiz sabırla bekledik. Topluca konuşmalara gidildi. Sonuç hiçbir zaman yoktu. Verilen sözler tutulmuyor, hayaller suya düşüyor ve hevesler yarı yolda kalıyordu. Buna rağmen biz ayrıldıktan sonra orada kalan ekibe, ödemeler yapılmıştı... Biz çalıştığımız süre boyunca makarna yerken, bizden sonraki ekibin yediği etli yemekler konuşulmaya devam ediyordu.

Geçen haftalarda, şirketin önünde bir eylem gerçekleştirdik. Maaşlarımızı alabilmek için oradaydık. Ama sonuç, yine hüsran. Bir önceki görüşmemizde bize “Bilgisayarları alırsınız gerekirse” diyen patronumuz, bu sefer bilgisayarları almak istediğimizde bizi karakola şikayet etti. Maaşımızı alamayan biz, kiralarımızı ödeyemeyen biz, kışın soğuklarda kalan biz ama karakola şikayet edilen yine biz olduk.

Bir noktada alınacak maaşın da bir önemi kalmıyor. Keşke her şey insancıl yollarla halledilebilse ama “sömürü” ama “genç emeğin istismarı” ama “insanların hayallerini suya düşürmek” ama “güç” ama “hırs” insanın atacağı adımları yüksek oranda değiştirebiliyor.

Neyse ki biz, hâlâ insanlığımızı da, kim olduğumuzu da unutmadık. Maaşlarımızı alana kadar mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Susmayacağız, direneceğiz. Bizimle birlikte birçok insan da direnecek. Çünkü bu yeni düzenin, bu gençlerin, bu emeğin sömürüsüdür.

Kısa bir süre içerisinde hukuki işlemi başlatacağız. Hukuki işlemler devam ederken, basında da sokaklarda da sessiz kalmayacağımız bilinsin. Bu yeni bir başlangıç. Süreç boyunca yanımızda olan soL Haber’e de yürekten teşekkürler! 

Unutmayalım, “Anlatılan hepimizin hikayesidir”.

'MOBBİNGİN HER TÜRLÜSÜNÜ YAŞADIM'

Y.S.: Yaşım 24... 2016 yılında Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldum. ikinci iş deneyimim. Çalışma hayatına yaşadığım ilçede bulunan yerel internet gazetesinde başladım. Bir yıl kadar burada çalıştıktan sonra Glokal Haber'den beni arayarak çalışmak istediklerini söylediler.

Başvurmadığım bir yerden iş için arandığımda heyecanlanmıştım. Başlangıçta çalıştığım yerin koşulları gayet tatmin ediciydi. Eylül döneminde başladığım için çalışmaya, havaların sıcak olması da koşulların iyi olmasında büyük etkendi.

Çalışmaya başladığımdan üç ay sonra kış kendini hissettirdiğinde zorlu dönem de başlamış oldu. Çalıştığımız ofisin anahtarı bir iki kişide bulunduğu için işe sabah 9’dan önce gelindiği zaman mutlaka kapıda kalma problemi oluyordu. Hafta sonları bu kapıda kalma problemi anahtarın bulunduğu kişinin keyfine göre uzuyordu.

'15-16 KİŞİ KÜÇÜK BİR ELEKTRİK SOBASIYLA ISINMAYA ÇALIŞTIK'

Kapı açılıp içeri girdikten sonra sorunlar bitmiyordu. Hemen hemen bütün kış boyunca bazı istisna günlerin dışında, kocaman ofiste bulunan 15-16 çalışan küçücük bir elektrik sobasıyla ısınmaya çalışıyordu. Çalışanların çoğunun ilk ya da ikinci iş deneyimi olduğu için ortamın soğuk  olması gibi problemlere takılmamamız gerektiği söyleniyor, hissettiriliyordu. Herkes de canla başla çalışıyordu.

Kadın çalışanlara ayrı bir emek süreci uygulandığını düşünmüyorum. Ofiste çalışan herkes aynı koşul ve şartları yaşadı. Hatta erkek çalışanlara ayrı bir emek süreci uygulandığını düşünüyorum. Ofiste ağır ne kadar iş varsa (25 kişinin çöpünü atmak, masa sandalye taşımak gibi...) bu işler erkek çalışanların birinci "görevi" haline gelmişti.

Ara kademe çalışanları, yani medya grup başkanlığı sürecinde 2,5 aylık gergin bir çalışma ortamı vardı. Patronla çalışan arasına giren kişi çalışmamızı olumsuz etkiliyordu. Bu 2,5 aylık süreçte mobbingin her türlüsünü yaşadım, yaşadık. Ofiste hakarete varacak şekilde ağır aşağılanmaları gördük. Akşamları eve gittiğimde acaba ben geri zekalı mıyım şeklinde düşündürecek kadar çalışanların üstüne gidiliyordu.

'EVİMİZDE İNTERNETİMİZ OLMADIĞI İÇİN BİLE AZARLANDIK'

Çalışma koşullarına gelince, malum gazeteciliğin günümüzdeki şartları hemen hemen her yerde aynı. Sabah başlangıç saati belliyken bitişi hiçbir zaman belli olmadı. Sabah 09.00 da başlayan mesai normalde 18.00’de bitiyordu. Ama WhatsApp grubumuz gece 2-3-4 neredeyse hiç susmuyordu. Eve gelip yeniden işe koyuluyorduk. Evinde interneti, bilgisayarı olmayan arkadaşlarımız bu yüzden azarlanıyordu adeta. Hatta izin günlerinde bile ev ödevi gibi işlerimiz oluyordu.

Gece nöbeti adı altında sırayla her çalışanın çektiği eziyetli bir dönem geçirdik. Normal mesai bittikten sonra verilen bir laptop ile eve gidip sabah 6’ya kadar nöbetçi oluyorduk. Ertesi gün izinli olmamız gerekirken, saat 13.00’da yeniden işimizin başında olmamız gerekiyordu.

İşe girdiğimde şartları konuşup anlaşmıştık. Bize söylenen şartlarda asgari ücret+basın sigortası yapılacak denilmişti bizzat patron tarafından. İşe girdikten 20 gün sonra internet gazetesi çalışanlarına basın sigortası yapılmıyormuş denilerek normal sigorta yapıldı. Kendi mesleğimi yapmak uğruna basın sigortasından vazgeçmiştim. İlk iki ay maaşımız gününde düzenli olarak yatırıldı. Üçüncü ay geldiğinde ben 22 gün gecikmeli alabildim maaşımı. Diğer arkadaşlarım da aynı durumdaydı. İkinci ayı dolan arkadaşlarımıza çift maaş da verilmişti. Verilen bazı sözler tutuluyordu en azından.

Çalışma arkadaşlarını seçemez insan ama buraya çalışmaya gelen ekip, yaş ortalaması aynı olduğu için belki, gerçekten arada güzel bir bağ vardı. Biz gecikmeli maaşlarımızı aldıktan (29 Aralık’ta alındı.) sonra, bugüne kadar maaş alamadık. Toplu işten ayrılma sürecimiz de bu zaman diliminde gerçekleşti.

'ARALIK AYINDAN SONRA VERİLEN SÖZLERİN HİÇBİRİ TUTULMADI'

Aralık ayından sonra verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı. Maaş alamadığımız ikinci ay dolduğunda çalışanlar olarak bir gün iş bırakma eylemi yaptık. Yaptığımız eylemin karşılığını bir arkadaşımızın kovulması şeklinde aldık. Zaten birbirini seven insanların mecburi olarak işten ayrılmasından sonra 20 Mart’ta herkes işten ayrıldı. Gazeteci değil, köle gibiydik.

Hukuki sürece başvurmadan olabilseydi keşke. Hukuki sürece başlamayı düşünüyorum ama sonuç alabileceğimizden emin değilim. Çünkü hukuk, haksızlığı yapanların tarafında duruyor. Güvenmiyorum. Sendikalı olsaydım tabi ki bugün yaşadığım zorlukların bir çoğunu yaşamazdım ki, iş sözleşmemiz bile yoktu. Bulunduğumuz iş yerinde ne iş yaptığımız resmi olarak belli değildi.

'AYLARCA ÇALIŞTIM, BİR KEZ MAAŞ ALABİLDİM'

C.P.: 24 yaşındayım. 17 Kasım 2017 tarihinde iş aradığımı bilen bir arkadaşımın yönlendirmesi ile Glokal Haber'de işe başladım. İş yerindeki çalışma arkadaşlarımın gayet iyi ve eğlenceli kişiler olmaları bana güzel bir izlenim oluşturuyordu. Yalnız şunu anladım ki sadece arkadaşlarımın böyle olması yetmiyormuş.

İş yeri koşulları pek de iyi sayılmazdı, bodrum katta güneş almayan bir yerde çalışıyorduk. Yanımızda mutfağın olması sebebi ile yemek kokusu beni ve arkadaşlarımı rahatsız ediyordu ama bunu dile getirmemize rağmen hiçbir adım atılmadı. Kışın gelmesiyle beraber kombinin yanmaması sebebiyle üşüyerek çalıştık. Bu nedenden dolayı hastalıklar oluştu. Bunu ifade ettiğimiz de alaycı bir tavırla önemsemeyerek aynı şekilde devam ettiler.

İşe girdiğim günde işverenlerim yemek burada piştiğini ve sıcak ve temiz bir ortamda olduğunu söyledikleri halde işe başladığımın belli bir süre sonra bazı günler sadece makarna bazı günler ise yemeğin çıkmaması beni ve çalışma arkadaşlarımı hayli sıkıntılı durumlara sokmuştu. Bu durumu dile getirdiğimiz de herhangi bir olumlu adım atılmadı.

Bir ay sonunda ilk maaşını almam gereken 17 Aralık 2017 tarihinde, para yok bahanesiyle maaşımı alamadım. Bu nedenle kuzenimin nişanına gidemedim. İlk maaşım yatırılması gereken günden 10 gün sonra yatırıldı, tabi ikinci ve üçüncü maaşlarım hâlâ yatırılmadı. 

'BUGÜN YARIN DİYE SÜREKLİ OYALADILAR'

Bu koşullarda çalışmaya devam ederken ikinci ay maaş günümde geldi ve yine para olmadığı söylendi. Para yatıracağız dedikleri günlerde para yatırmayıp sürekli oyalandık. Bu süre zarfında sitenin tıklanması artması için elimizden geleni yaptık ve koyduğumuz hedeflere ulaşmaya başladık. Ama yine de her maaş sorduğumuzda para yok cevabı aldık. Sitenin sahibi Sezgin Kasa, maaş konusunda bize herhangi bir şey söylemiyor yanımıza gelmiyordu. Hatta biz artık sormaktan utanır olduk. İş yerinde para konuşulması sanki kötü bir şeymiş gibi bir hava oluşmaya başladı. Benim ve arkadaşlarımın yapması gereken ödemeleri vardı. Ama maaşlarımız yatmadığı için birçok sıkıntı çektik verdiğimiz sözleri tutamadık.

Sezgin Kasa’dan kira ödemem olması sebebiyle bir konuşma yaptım. Bana üç gün içinde kiramı ödemem için maaşımın bir kısmını ödeyeceğini söyledi. (Dört ay oldu hâlâ ödemedi) Sezgin Kasa’nın verdiği bu sözde de durmaması sebebi ile ev sahibime mahcup oldum. Maaşımın gecikmesi sebebi ile sürekli ertelediğim kira ödememden dolayı ev sahibimle tartışmak zorunda kaldım.

İş yerinde benim için bardağı taşıran son nokta cenaze dolayısı ile memlekete gitmek zorunda kaldım. Ama giderken çalışıyor olmama rağmen maaşımın ödenmemesinden dolayı cebimde para olmaması oldu. Memleketten dönünce ilk işim ise işi bırakmak oldu.

'DOLMUŞ PARAM BİLE YOKTU, İŞE YÜRÜYEREK GİDİP GELDİM'

O.S.T.: 2016 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünden mezun oldum ve memleketim Kahramanmaraş’a kesin dönüş yaptım. Öğretmen atamalarının zorluğundan dolayı komiser yardımcılığı sınavlarına hazırlanıyordum ki Sezgin Kasa, annemden ve babamdan helallik alıp kendisinin Ankara’daki şirketinde çalışmam için teklifte bulundu. Bir-iki ay zorluk çekeceğimizi söyledi. Fakat sonrasında her şeyin normale döneceğinin ve burada güzel bir hayatımın olacağının sözünü verdi. Güvendim, helallik aldım ve eşyalarımı toplayıp Ankara’ya taşındım.

Başta her şey çok zor geçti. Sigortam yoktu. Binanın ısıtmasını sağlayamıyordu, soğuk Ankara kışını doğalgaz olmadan kat kat giyinip hasta hasta çalışarak geçirdik. İşe başladıktan dört ay sonra sigortamı başlattı. Bu süreçte yok denecek kadar az para aldım. Kiramı bile ödeyemez oldum. Dolmuşa verecek param olmadığından uzun bir süre işe sabahın köründe 45 dakika yürüyerek gittim. Parasızlıktan dolayı kredi kartlarına borçlandım ve bu yüzden kartlarıma bloke koyuldu ve faiz işlemeye başladı. Nisan ayının sonuna kadar hiçbir ödeme alamamıştım bu yüzden biriken kira borcu sonrasında evden atıldım. Artık memleketimde değildim ve hiçbir akraba tanıdığım yoktu. Bu beni daha da zora soktu. Aileme bu durumu anlatamadığım için onlardan borç da isteyemiyordum. Arkadaşlarımın evinde sığıntı olarak bir süre yaşadım.

'İŞTEN AYRILANLARA ÖDEME YAPMAYARAK ÜZERİMİZDE BASKI KURUYORDU'

Aylar sonra bir miktar para aldım ve kendi evime geçtim. Evden atılmak benim için büyük bir şok olmuştu. Acaba bu hep böyle mi devam edecekti sorularını sormaya başladım ve Sezgin Kasa’ya bunu sordum. Yine her zamanki gibi her şeyin düzeleceğini, biraz daha sabretmemi, beni kardeşi gibi gördüğünü, bir ay sonra tüm maaşımı vereceğini hatta fazlasıyla vereceğini söyledi. İnanmaktan başka çarem yoktu. Çünkü çalışırken maaşını alamayıp çıkan personeller çıktıktan sonra da maaşlarını alamamıştı. Ve işten ayrılanlara para vermeyeceğini dile getirerek üzerimde gizli bir baskı oluşturuyordu.

'PATRONUN HER TÜRLÜ ÖZEL İŞİNİ YAPTIM'

Benim işten çıkmam demek tüm borçlarımla birlikte sokakta kalmam demekti. Çıktıktan sonra da alamayacağımı bildiğim için sözüne inandım ve işe gitmeye devam ettim, işimi sonuna kadar yaptım. İşin ve görev tanımın ne idi diye soracak olursanız bana özel kalemi olduğumu söyledi. Fakat ben özel kalem dışında her şeyi olmuştum. Binanın tadilat işleri, muhasebe işleri, yemeklik alımı, Sezgin Kasa’nın şahsi istekleri; sigarası, eşinin özel şoförlüğü, ki İstanbul’a bile götürmüşlüğüm var, çocuğunun bakıcıdan alınması, aracının tamir işleri, konuklarının evlerinden alınıp evlerine bırakılması, evinin taşınması, faturalarının ödenmesi gibi bir çok işi bir arada yapıyordum. Sabit bir mesai saatim yoktu. Sezgin Kasa’nın işi kaçta biterse ben de o zaman işi bırakabiliyordum. Çoğu zaman bu durum gece 1'leri buluyordu. O saate kadar da sadece yediğimiz öğlen yemeği ile duruyorduk.  Yaşanan bu olaylar sivil hayatımı da oldukça etkiliyordu. Düzensiz bir hayat parasız bir yaşam beni strese sürüklüyordu. Ve bunun sonucunda stres kaynaklı apandisitim şişti ve ameliyat oldum.

Şirketten tabii ki de üç-beş para alıyordum fakat onları da yine şirkete harcıyordum. Parke yapıldı ben ödedim, elektrik borcu katlandı ben ödedim. Yemeklik malzememiz yoktu, kendi adıma borç alıp malzeme aldım. Ve bunlar bir iki defa değil defalarca oldu.

İki yıla yaklaşan bu süreçte psikolojim alt üst olmuştu ki hala toparlanmış değilim. Özellikle aylardır açlık sınırında yaşamaya çalışan bizim gibi işçileri olmasına rağmen, kendisi kazandığı paraları binanın ve şahsi hayatının lükslerine harcıyordu. Basit bir örnek verecek olursam, gözlerimin önünde eline 300 bin lira geçti ve bana buna rağmen 300 TL para verdi. Halbuki o sıralar içeride 20 bine yakın alacağım vardı.

Sadece mesai saatlerinde değil, ki mesai saati diye de bir şey yoktu, her an ona hizmette bulunuyordum. Sabahları onu uyandırmak gece 3'te aklına gelen bir meseleyi çözmek de benim görevimdi.

'RAMAZANDA 50 LİRA VERDİ'

Artık bunlara dayanamadım ve işten ayrıldım. İçeride 40 bine yakın alacağım mevcut fakat şu an hiç param olmadığı için avukata bile başvuramıyorum. İşten ayrılalı iki ayı geçti . Her hafta bu cuma kesin ödeyeceğim diyerek beni umutlandırıyor. En son gittiğimde Ramazan’a girdiğimizi ve iftarlık, sahurluk bile malzemem olmadığını söyleyerek en azından bu ayı rahat geçirmemi sağlamasını istedim, çıkarıp 50 TL verdi. Kabul etmedim. Beni binadan çıkarıp hakarette bulundu ve asla paramı vermeyeceğini, nasıl alırsam alacağımı söyledi. Tehditler savurduğu için korkuyorum ve artık sadece bekliyorum.