Britanya emekçileri neden AB’den çıkışa oy vermeli?

AB’den çıkmak şüphesiz Britanya, Avrupa ve Amerikan emperyalistlerinin dünyayı domine etme gücünü azaltacağı gibi, sosyalizm mücadelemizi de küçük bir adım ileri taşıyacaktır.

Çeviri: Emre Ertuğrul

Editörün notu: Britanya'nın AB üyeliği açısından "tamam mı, devam mı" kararının verileceği referandum yaklaşırken, "Brexit" tartışmalarına da tüm politik kesimler katılıyor. Britanya Komünist Partisi (Marksist-Leninist)'in Proletarian isimli yayınının 71. sayısında yayımlanan "Why British workers need a Brexit" makalesini soL okurlarıyla paylaşıyoruz.


“Emperyalizmin ekonomik koşulları bakımından, - yani sermaye ihracı ve dünyanın ‘ileri’ ve ‘uygar’ sömürgeci güçler tarafından paylaşılması bakış açısından – bir ‘Avrupa Birleşik Devleri,’ kapitalist ilikişkiler altında ya olanaksızdır ya da gericidir.”

“Kapitalistler arasında ve devletler arasında geçici anlaşmalar elbette mümkündür. Bu anlamda, Avrupalı kapitalistlerin bir anlaşması olarak Avrupa Birleşik Devletleri de mümkündür… Fakat ne üzerine bir anlaşma? Sadece, birleşik güçlerle Avrupa’da sosyalizmi ezmek ... Bugünkü ekonomik zeminde, yani kapitalizmin koşulları altında, bir Avrupa Birleşik Devletleri gericiliğin örgütlenmesi anlamına gelecektir.” (Avrupa Birleşik Devletleri şiarı üzerine, Lenin, 23 Ağustos 1915)

Lenin’in bu sözleri yaklaşık 100 yıl önce yazmasından bu yana durumun özellikleri oldukça değişmesine rağmen, esas niteliği hâlâ aynı. Emperyalist devletlerden teşekkül eden bir birlik yalnızca gerici bir oluşumdan ibarettir ve devamlılığı yoktur.

Kendi ülkesi dışında diğer ülkelerin halklarıyla da etkileşmeyi, farklı kültürleri tanımayı seven ve kendini diğer ülkelerin emekçileriyle özdeşleştirenler için uluslararası sınırlar arasında iletişimi kolaylaştıran ve farklı milletten emekçileri birbirine daha da yaklaştıran bir vasıta gibi görünen Avrupa Birliği’ne karşı tavır takınmak insan güdülerine oldukça aykırı gibi durabilir.

Ne var ki, Avrupa Birliği şüphesiz ki içinde bu tip faydaları barındırmasına rağmen özünde çeşitli emperyalist ülkelerin burjuvazilerini (a) diğer emperyalist rakiplere, (b) sömürdükleri ezilen ülkelere, ve (c) kendi ülkelerinin işçi sınıflarına karşı kendi emperyalist statülerini korumak için finansal ve askeri bakımdan güçlü kılan emperyalist bir üniformadır.

Avrupa Birliği’ne muhalefet ederken sosyalistler, kendilerini toplumun göçmen karşıtı, ksenofobik ve islamofobik kesimlerinden, Britanya’nın tek başına denizlere hükmettiği görkemli imparatorluk günlerini özlemle gündeme getiren ‘küçük İngilterecilere’ kadar, mide bulandırıcı bir topluluğun içinde buluyorlar. Bu ‘küçük İngiltere’ savunucuları, hâlâ doğru bir siyasi partinin liderliği altında o eski görkemli günleri, böyle tabir edebilirseniz tabii (buna herkes katılmayacaktır), geri getirmenin mümkün olduğunu hayal etmekteler.

Ayrıca aralarında üyelik bedelini ödemek istemeyen cimri kesimler de var. Bu ücret de, yine bu kesimlerce AB’nin bir parçası olmanın Britanya emperyalizmine sağladığı avantajlarının tamamiyle silip süpürülmesi olarak değerlendiriliyor: bütün görebildikleri ortak tarım politikasını sürdürmenin ne kadar tutacağı; kapitalist sistemin finansal olarak iflas ettirdiği kimselerin masraflarını nasıl çıkaracakları, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarını en düşük kabul edilebilir düzeyde tutmanın ne kadara mâl olacağı vesaire...

Bu açgözlü zihniyetin tipik bir savunucusu, ‘girişimci’ (kapitalist) Luke Johnson, Sunday Times’ta şöyle yazıyor: “Dünya nüfusunun yüzde 7’sine sahip olması ve dünya GSYH’sinin yüzde 25’ini üretmesine rağmen, Avrupa, dünyadaki toplam refah harcamalarının da yüzde 50’sine sahip. Rekabet bazlı bir dünyada, bu sürdürülebilirlik dışıdır.” (Animal spirits: if you believe in controlling your destiny, vote for Brexit / Hayvan ruhları: kaderinizi kontrol edebileceğinize inanıyorsanız, Brexit için oy verin, 6 Mart 2016)

Bay Johnson fark etmemiş olacak ki, bu refah harcamalarından faydalananların büyük bir çoğunluğu hayatlarında hiçbir büyük lükse sahip değil; ayrıca bu insanlara göre bu tarz faydaların herhangi bir kısmını ortadan kaldırmak kesinlikle ‘sürdürülebilirlik dışı.’ Kapitalistler, eğer girişimlerinin sürmesini istiyorlarsa, sürekli bir şekilde emekçilerin yaşam standartlarını ‘sürdürülebilir’ olarak kabul edilen şeyin altına düşürmeye ihtiyaç duyarlar – bu ayrıca tam olarak kapitalist ekonomik sistemin neden işlevsiz ve yıkılması gereken bir sistem olduğu sorusuna bir cevaptır; emekçi kitlelere eziyet etmek için sunulan bir argüman değil.

Yeri gelmişken, Avrupa Birliği’nin daha önce çoğu üye ülkelerde bulunmayan belirli işçi haklarını çeşitli sebeplerle yasalaştırması, Sendikalar Kongresi (TUC) genel sekreteri Frances O’Grady’nin savunduklarını pek de desteklemiyor:

“İşçilerin ücretli izin, ebeveynlik izni, part-time çalışanlarla eşit muamele ve daha nice haklarını garanti eden kurum AB’nin kendisidir ...

“AB yönergeleri ve direktifleri, işçi hakları ve eşitlik konusunda daha önceki hangi çizgiden olursa olsun herhangi bir Britanya hükümetinden çok daha fazla ve hızlı ilerlemeler kaydetti.

“Şimdi asıl soru şu: eğer AB’den çıkarsak halihazırdaki muhafazakar hükümete bu ilerlemeleri koruması açısından güvenebilecek misiniz? Eğer Brexit kampanyası başarılı olursa, elbette Britanya hükümeti hangi hakları hafifleteceğini veya hurdaya çıkaracağını kendisi seçecektir.

“AB yasal güvenlik ağı olmadan, tekrardan patronların ücretli izinleri kısıtlamaya, işçileri daha kısa molalarla uzun çalışmaları için zorlamaya ve hamile işçilerin tıbbi işleri için izin almalarını durdurmaya başlamaları çok uzun sürmeyecek.

“Sendikaların, daha önce eşit maaş ve çalışma saati üzerine yaptığımız gibi, Avrupa Adalet Divanı (ECJ) aracılığıyla işçi haklarını genişletebilme olanağı olmayacak. Bununla birlikte bu tip asgari yasalara dayanan kollektif anlaşmalarımız da tehdit altında olacak.

“Bu yüzden Sendikalar Kongresi işçileri Brexit’in riskleri hakkında uyarmakta.  İşçilerin kaybedeceği çok şey var.” (A ‘Brexit’ would put workers in danger/ Brexit işçileri tehlikeye atacak, Morning Star, 9 Mart 2016)

Frances O’Grady ciddi ciddi diğer Avrupa ülkelerinin emperyalist burjuvazisinin işçi sınıfına karşı Britanya’nın emperyalist burjuvazisinden daha nazik olabileceğini mi düşünüyor? Kendisi belki de sosyal hakları katledilen, hastanelerinde tıbbi malzeme neredeyse bulunmayan Yunanistan işçi sınıfına bir danışmalı; Avrupa burjuvazisi nasıl da korumalığını yapıyormuş işçi haklarının!

Üstelik, Britanya AB’de kalsın ya da kalmasın; AB insan hakları teminatları kesinlikle Britanya’dan temizlenmelidir. Burjuvazinin, eğer gerekli görürse, bu tip emek teminatlarını kaldırmayacağından kimse şüphe edebilir mi? Hatta belki sadece Britanya’da bile değil; tüm Avrupa Birliği’nde... Her şeyi Brüksel bürokrasisiyle halledebilmek adına, tabii ki de!

Britanya’da veya AB’nin diğer ülkelerinde, işçiler ancak mücadele ederek ve kazanarak kendi haklarını koruyabilirler. Emekçiler ancak kazanmak adına birliklerini gözbebekleri gibi korudukça ve yıkıcı göçmen karşıtı histeriye kapılmadıkça umut vadedebilirler.

Bayan O’Grady işçilerin haklarını korumak için umutlarını bu açgözlü emperyalist üniformaya bağlamamalı. Kanunlara uygun veya değil, liderliğini yaptığı Sendikalar Kongresi’nin tüm bileşenlerini kendi üyelerinin ve tüm işçi sınıfının haklarını savunmak için mücadeleye çağırmalı.

Fakat yine de, O’Grady, bunun kendi iş tanımlamasına uymadığını savunacaktır! Çünkü kendisi, emperyalizme biraz olsun kendilerine şefkat göstermesi için yalvararak, işçi sınıfını emperyalizmle uzlaştırmak adına orada bulunuyor. Kendisinin ne sıklıkla reddedilğini umursamadan, seçmenlerine her geçen gün, eğer sabırlı bir şekilde beklerlerse huzurun yakın olduğunu temin ederek uzlaşıyı devam ettiriyor.

Kendi tarafımızın içinde, barikatların arasında ilerici ve dürüst insanların yanı sıra yabancı düşmanı beyinsiz ve şeytani insanlar sürüsünün bulunması nahoş olsa da, Britanya burjuvazisinin kendi sonunu hazırlaması da oldukça kulağa hoş geliyor. Burjuvazi, kendi yararına bir kitlesel destek olarak ve işçi sınıfını kendisine karşı bölmek adına ksenofobiyi, yani yabancı düşmanlığını, teşvik ediyor (örneğin emperyalist sömürüye direnenlere karşı mücadele). Fakat sonra, ksenofobi kendi başına ayakta kalarak Britanya burjuvazisini, diğer emperyalist güçlerle uluslararası işbirliğini güven altına almaya çalışırken, kendi faydasına çalışmasını engellemeye başlıyor.

Bir ihtimal, yabancı düşmanlarının oyları Britanya’yı bu yıl 23 Haziran’daki referandumda AB’den çekmek için gerekli olacaktır ki, bu da Britanya emperyalizmi için her anlamda bir felaketi kanıtlar nitelikte.

Bu durum The Economist tarafından oldukça iyi özetlenmiş: “Avrupa’nın Amerika’ya olan bağları daha fazla zayıfladı. Hepsinin yanı sıra, en büyük askeri gücünün ve en önemli dış politika aktörünün kaybı AB’yi dünya sahnesinde ciddi anlamda zayıflatacaktır.

“AB, gerek İran’la nükleer anlaşma, gerekse İslami terör tehdidi veya Rusya’ya karşı yaptırımlar adına, Batı’nın dış ve güvenlik politikalarının önemi her gün artan bir parçası hâline gelmişti. Britanya olmadan, AB’nin kendi ağırlığını çekmesi daha zor olacaktır. Bu da Batı adına, Rusya’dan Suriye ve Kuzey Afrika’ya kadar başa bela bir bölgede, büyük bir kayıp.

“Vladimir Putin’in Brexit için hevesli, Barack Obama’nın ise hevessiz olması pek de sürpriz değil. AB karşıtlarının buna kayıtsız kalması öngörüsüzlük olacaktır. Güçsüzleşmiş bir Avrupa, tartışmasız bir şekilde coğrafyası politikalarına nazaran belirli bir ülke olan Britanya için kötü olacaktır.” (The real danger of Brexit/Brexit’in gerçek tehlikesi, 27 Şubat 2016)

Başka bir deyişle, AB dışındaki bir Britanya’nın diğer ülkelere kabadayılık taslama kabiliyeti azalacaktır. AB’nin bunu yapabilme kabiliyeti de azalacaktır. Kendisinin AB müttefikinin güçsüzleşmesiyle, Amerikan emperyalizmi de güçsüzleşecektir. Ayrıca eklenmesi gereken bir nokta, Britanya’nın AB’de bir varlığı olmadan, ABD-AB emperyalist ittifakı çok daha kırılgan bir hâl alacaktır. Bu da yalnızca işçiler ve her yerdeki ezilen insanlar için iyi bir nokta.

Doğal olarak, Britanya’nın yöneten sınıfı, eğer daha kırılgan olur ve dışarıyı sömürme gücü azaltılırsa, yerel işçi sınıfının zararına, kendi kayıplarını kapatmaya çalışacaktır. Hayat belli bir müddet Britanya proletaryası için zorlaşabilir. Fakat aynı zamanda, yıkması daha kolay olan, güçsüzleşmiş bir düşman sınıfla savaşıyor olacağız.