Yatta şeriat, sandalyede cihat!

“Selef” Muhammed Peygamber ve yakınlarını ifade eden bir kavram. “Selefî”, anlaşılacağı gibi Selef’den yana olanlar demek. Daha etraflıcası, İslam dinini sahabe dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden, eski medeniyetlerin etkilerinden ve sonradan ortaya çıkan partilerin-mezheplerin görüşlerinden uzak haliyle benimsemek demek.

Haliyle bu anlayış, İslam’ın ilk döneminin ardından ortaya çıkan bütün gelişmeleri, katkıları, yorumları reddetmek anlamına geliyor. Vahabilik, ondan türemiş El kaide, IŞİD benzeri örgütlerin fikir yapısı işte bu. Selef döneminin hakikati onların tekelinde, dolayısıyla onların dışındaki her yorum İslam’a, dine, peygamberine bir saldırı. Dışlayıcı, şiddetten beslenen bir din yorumu bu.

Öte yandan kıyametin yaklaştığına ve mehdinin gelmekte olduğuna da kuşkusuz iman ediyorlar ki bu içinde debelendikleri şiddet sarmalını ve kini daha da bir katmerleştiriyor. Bunun için muhtaç oldukları malzeme İslami külliyat içinde bolca var zaten. Abuk sabuk fetva ve hadis çöplüğünden istediğini seçmekte herhangi bir sınırlama yok. Sanki Peygamber onlara mirasını mühürlü bir belgeyle bırakmış gibi davranmaları bundan. Onları gibi inanmayanlar, düşünmeyenler İslam dışı, kâfir, mürtet. E haliyle öldürülmeleri de sevap!

Sıkıntı tam da burada başlıyor zaten. Hiçbir din, yazılı haliyle hüküm sürmemiş. Yayıldığı her yeri değiştirmiş evet ama yayıldığı her yer, her kültür tarafından da yorumlanıp değişikliğe uğratılmış. Mekke’den Bağdat’a geldiğinde bir yorum eklenmiş, Bağdat’tan Şam’a geçtiğinde bir kültürel zenginleşme olmuş. Şam’dan İstanbul’a giderken yoldaki bütün kültürel renkler üzerine damlamış. Selefilik işte bu zenginliğe, değişime, dönüşüme karşı. “Saf halini” savunuyorlar İslam’ın, “altın çağ” ile sınırlıyorlar inancı. İnancın evrimi, ona çağların kattığı esneklik kapı dışarı ediliyor dinden. Böylece kafa koparan, kadınlara taciz eden, çocukları parçalayan yağmacı, vandal, hırsız, ahlaksız bir katiller sürüsü çıkıyor ortaya.

***

İyi de nerede bu “saf” İslam? Altın çağ ne zaman yaşanmış da, kim fark etmiş altın olduğunu?

Muhammed Peygamber, miladi takvime göre 8 Haziran 632 tarihinde akşamüzeri vefat etti. Rivayet böyle. Ölüm nedeni de rivayet; kimilerine göre hummadan, kimilerine göre sırtındaki urdan, kimilerine göre yüksek tansiyondan. Zehirlendiğini de iddia edenler var.  Her ne hal ise, “ölüm Allah’ın emri” fakat ölümden sonra yaşananlar biraz tuhaf. Örneğin Muhammed’in cenazesinin kaç gün yerde kaldığı konusunda değişik rivayetler var. Ama asıl tuhaf olan şu; peygamber toprağa verilirken yanında üç-beş yakınından başka kimse yok. İslam tarihçisi Taberi’ye göre birkaç kişi Peygamberin cenazesi ile meşgulken diğer bir bölümü cesedi ortalıkta bırakıp Saide oğullarının çardağında yeni halifenin kim olacağına ilişkin tartışma ve pazarlık içindeydiler. Kim bu pazarlıkçılar? Ebu Bekir, Ömer, Sad b. Ubade, Ebu Ubeyde, Abdurrahman b. Avf, ibni Hişam… Rivayet tabii, eşi Ayşe “Biz Resulullah’ın defninden Çarşamba gecesi, kürek seslerini duyarak haberdar olduk” demiş.

Demek ki peygamberin ölümü çok önemsenmemiş. Ölümden çok bıraktığı mirasın nasıl paylaşılacağı veya yönetileceği önemsenmiş ve her şey bu önem sırasına göre cereyan etmiş.

İslam’ın saf hali bu ve gerçekten pek acıklı görünüyor. TV’lerdeki gözü yaşlı “İslam alimleri”ne tavsiyem bu sahneyi bir programlarında canlandırsınlar. Sonra hep birlikte oturup İslam’ın saf haline ağlayalım.

Peki devamında bir “saf”lık var mı?

Ebu Bekir görünüşe göre eceliyle göçtü. Ömer, Osman ve Ali öldürüldü. Kerbela geldi üstüne, cinayet toplu katliama dönüştü. Öldüren, katleden kim? Muhammed’in ümmeti… İslam’ın altın çağında, iktidar kavgasından, cinayetten, vefasızlıktan, ihanetten başka ne var?

***

Ksenofones, Sokrates öncesi düşünürlerden biri. Dinlerle ilgili muhteşem bir saptama bırakmış arkasında. Şöyle diyor: "Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve onlar elleriyle insanlar gibi resim yapmasını ve sanat eserleri meydana getirmesini bilselerdi, atlar tanrıların biçimlerini atlarınkine, öküzler öküzlerinkine benzer çizerlerdi ve onların her birine de kendi türlerine uygun bedenler verirlerdi.” Özeti şu: Öküzün tanrısı öküz olur!

Müslümandan bağımsız İslam olur mu? Her dönem, her çağ kendine özgü bir İslam çıkarmış ortaya. İnsanlar hayatı nasıl algılıyorsa, nasıl yorumluyorsa dini de öyle algılamış ve yorumlamış. Şimdi “İslam’ın altın çağı” diye tanımlanmaya çalışılan dönem bir ölçüde İslam’ın henüz bir inanç olarak oturmamışlığı ile ilgili. Varsa “hoşgörü”nün bir sebebi bu oturmamışlık. Hıristiyan’a, Yahudi’ye, Pagana hoşgörü, az İslam, az Müslümanlık ile mümkün olabilmiş bir ölçüde. Çoğaldıkça hoş görü bitmiş. Yaşadığımız vahşet toplumun islamizasyonunun, yani İslam’ın çoğalmasının getirisidir. Yobazlık diyoruz buna!

Yeni bir cahiliye döneminin içinden geçiyoruz. Bugünün İslam algısı da içinden geçtiğimiz cahiliye döneminin ruhuna uygun. Yalnız o mu? Falcılık, büyücülük, kişisel gelişim, ufoculuk, melek, cin, ruh çağırıcılık, hepsi bu cahiliye döneminin tezahürleri ve yobazlık hepsinin ortak sorunu. Her inanç, her din onu taşıyanların şekline bürünüyor; sertleşiyor, hoşgörüsünü kaybediyor, şiddet yükleniyor ve sığlaşıyor.

***

2013 yılında Rakka şehrini ele geçiren Suriyeli Selefi cihatçılar kadınlar için tuhaf bir yasak koydu. Rakkalı kadınlar sandalyeye oturmayacaktı. Bu yasağın sebebi sandalyenin Arapçada eril kökten gelmesiydi.

Ve Bodrum’a bir yat yanaştı geçen hafta. Yatın misafiri Suudi Arabistan Prensi Nawaf Al Saud'tu. Hani şu Selefiyenin Vahabi kolunun temsilcilerinden, Rakka’da sandalye yasağı koyan cihatçıların hamisi Suudi ailesinin prensi. Haberlere göre yatın haftalık kirası 1 milyon Avro’ydu. Yatta Vahabi prense 10 manken eşlik etmekteydi. Paparaziler prensi tangalı, bikinili mankenlerle güneşlenirken fotoğraflamışlardı.

Yatta şeriat, sandalyede cihat halleridir bu. Şeriat, din, inanç yoksul, cahil, ezilmiş, horlanmış kalabalıklar içindir.

Ne diyordu Marx? “Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini yaratırlar, çünkü onların kendileri tersine çevrilmiş bir dünyadır.”

Dinler tarihi, bu tersine çevrilmiş dünyanın anaforuna kapılıp yitip gitmiş inançlar mezarlığıdır! Boş verin teolojiyi, yatın temsil ettiği o gerçek âleme bakın, toplumun gerçeğini orada görürsünüz…