İmamın aklın yolu olması için, demek ki, sağın-solun geçersiz ilan edilmesi ve aklın silinmesi gerekir. Sol ve akıl silindiğinde geriye kalan pür bir sağcılıktır. Buradayız.
“Yok bu işin sağı solu, aklın yolu Ekrem İmamoğlu”… İstanbul’da dağa taşı yazılı olan “motto” bu. Motto demem, “slogan” demeye dilimin varmamasından. Slogan dediğimizde, “bir kimlik, grup, örgüt veya kurumun amaç ve araçlarını genel olarak tanımlayan bir deyiş veya sözcük”ten söz etmiş oluyoruz. Burada kimlik, grup, örgüt veya kurum yok. Sadece bir kişi ve onun amacı var. Ekrem İmamoğlu kazanmak istiyor ve en akılcı yolun bu olduğunun kabul görmesini talep ediyor.
Gerçekten de sahada kimlikten, gruptan, örgütten veya kurumdan eser yok. İmamoğlu ve bol para vererek motive ettiği halkla ilişkiler şirketleri var. Sağ-sol seçimi değilse olsa olsa İmamoğlu’nun koltuk seçimidir bu zaten. İmamoğlu’nun ölü ele geçirdiği CHP için de kurucu parti kimliğini cami avlusuna bırakıp kaçma seçimi aynı zamanda. Sanırım bu seçim sonuçlarından çok CHP’nin bitiş, tarihten siliniş seçimi olarak kayda geçecek.
İmamoğlu artık o CHP’nin, ya da CHP’den geride kalanın, gerçek patronu. Emanetçisi Özgür Özel, Foça mitinginde “İnadına CHP, inadına sol” sloganı atılması üzerine “bu seçim sağ sol seçimi değil, bu seçim pahalılıktan bıkmış milyonların hükümete isyan seçimi. Slogancıyı değiştirin, beni dinleyeceksin, ondan sonra slogan atacaksın” dedi. O da soldan rahatsız. Halbuki bu seçim bütün anlamlarıyla sağ-sol seçimi. Sağın patronlarla el ele vererek giriştiği sınırsız yağma üretiyor o yoksulluğu. Yoksulluğu da yobazlık ile yönetiyorlar. Baştan başa sağcılıktır.
Nesi var solun? Sol aydınlanmanın, cumhuriyetin, laikliğin, halkçılığın kaynağı. Korktukları bu. Sağ ise yobazlığın, gericiliğin, karşı devrimin kaynağı. Sol halk demek, sağ ümmet. Sol aydınlık demek sağ karanlık. Sol emekçiden yana olmak demek sağ yağmacıdan. Sol anti emperyalizm demek sağ işbirlikçilik. Sol biziz, sağ onlar. CHP ve içindekiler, kimse kusura bakmasın, artık sağdadır.
Tabii biliyoruz, islamcıların ölçüsüzlükleri diğer bütün ölçüsüzlükleri örtüyor, görünmez kılıyor. Onları ayırıyoruz, ölçülü sağcıları tartışıyoruz. Ölçülüsü Ekrem İmamoğlu’dur. Ölçülüdür ama sağcıdır. Ölçüsüzlüğün iktidar ile birlikte ortaya çıktığını biliyoruz, henüz başındadır ve yürüyecek bir miktar yolu daha var. Ama ölçülü veya ölçüsüz sağ sağdır. Buradayız.
***
Ne hoş sözlerimiz var. “Dert bir değil ki ağlayasın, deli bir değil ki bağlayasın” onlardan biri. CHP sağa doğru yuvarlanırken arkasından bir kısım solu ve bir kısım sosyal demokrasiyi de sürükledi. Duyulduğunda sahip çıkamadıkları pazarlıklar yapıyorlar perde gerisinde, oy alıp oy veriyorlar, birbirlerine dukalıklar dağıtıyorlar.
“Saidi Nursi’nin torunlarıyız” lafı CHP'ye tutunanların tutunduklarıyla birlikte sağa doğru yuvarlandıkları zamanlarda edildi, rastlantı sayamayız. Şeyh Sait’ten Sadi Nursi’ye uzandı çizgi. Daha sağı, daha karanlığı imkansızdır.
Malum Saidi Nursi başlangıçta İttihatçılarla içli dışlıydı, zamanının etkili gizli teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa’nın içindeydi. Devletle ve ona rengini veren ideolojilerle, Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te, hep inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Bununla birlikte devletin kucağından hiç inmedi. 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından bugüne miras kalan tek şahsiyet o. Bir din “ulu”su olarak sunulmaya çalışılıyor ama ölümüne yakın Adnan Menderes tarafından şehir şehir dolaştırılan bir seçim kuklasına dönüştürülmüştü. Amerikancı, antikomünist ve cumhuriyet düşmanıydı. Akıl sağlığı bozuk tuhaf bir kişilikti, kullanıldı, atıldı. İslamcı hükümete darbeye kalkıştı diye kovalanan, kovuşturulan Fethullahiler onun talebeleridir.
Artık hatırlatmaya sıkılıyorum, bu topraklarda tarikatlara dayanarak yönetme geleneği ta Osmanlının kuruluşuna dayanıyor. Said-i Nursi’nin içinden geldiği Nakşibendi-Halidi Tarikatı 1826’dan beri devlettir, devletle iç içedir. Nurculuk devlet olan o tarikattan türemiştir ve neredeyse cumhuriyetle yaşıttır. Yeniçerilerden emniyet teşkilatına hep devletin içindedir.
Sol nezdindeki meşruiyetini solun tarikat kapısı muhafızı Şerif Mardin’e borçluyuz. Yalnız talebelerinden bir kısmı sorun çıkardı, darbe yapmaya kalkıştı. Haliyle Şerif Mardin’in Nurculuk övgüsünün altındaki toprağın önemli bir bölümü kaydı gitti. Ama sağcılığı hayatta. Weber'le başlarlar, papazdır; Fethullah'a, Said-i Nursi'ye varırlar, imamdır, ve buralarda kim dolaşıyorsa tartışmasız sağcıdır. Çıkışlarında, duruşlarında hep iflah olmaz bir antikomünizm vardır.
Antikomünizmin esası ise emperyalizmle iş birliğidir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri sağcılar emperyalizmin işbirlikçiliği rolünü gönüllü olarak üstlendi. Varlığını o uğursuz rol sayesinde sürdürebildi. Şimdi bu tür dinci-sağcılığın önde giden şahsiyeti Kürt sosyal demokrasisinin uluları arasındadır.
***
Tarikatlarla, yobazlarla, şeyhlerle-şıhlarla, büyük patronlarla, piyasacılıkla, ABD ve AB ile düz olan sol ulur mu? “Yok bu işin sağı solu” diyene oy vermeyi devrimci eylem sayanı sol sayabilir miyiz? Mitingini tilavet ile açan, koltuğuna imam üfürüğü eşliğinde oturan, cami çıkışında demeç vermeyi, türbe gezmeyi siyasal eyleminin merkezi yapana oy atana sol diyebilir miyiz? İmamın aklın yolu olması için, demek ki, sağın-solun geçersiz ilan edilmesi ve aklın silinmesi gerekir. Sol ve akıl silindiğinde geriye kalan pür bir sağcılıktır. Buradayız.
***
Solu silik solculuğun bıktıran bir nakaratı var, “sol birleşsin” diyorlar. Fakat sol hiçbir zaman olmadığı kadar birleşmiş halde. Her tür sosyal demokrasinin içinde her boy sol vardır ve sosyal demokrasi ile sembiyotik bir yaşam sürdürmektedir.
Bir miktar ayrışmak şart haliyle. Sol olmak ve sol kalmak için bu bulaşıklıktan ve bu bulanıklıktan kurtulmalıyız. Daha ayrı ve daha temiz; sol olmanın biricik yoludur bu.
Yok bu işin sağı solu… İmamın seçim duası bu. Bizim için ise yol başka; aydınlığa doğru tam sol ileri!