Toplumsallaşma

Geçen hafta bıraktığımız yerden devam edebiliriz. Bu, geçen yazının sonundaki “ben bir daha dönüp yazıp çizemesem de, konu önemlidir, tartışılmalı” yollu kötümserliği haksız çıkaran bir durumdur ve elbette iyidir.

Bununla birlikte, daha önce hiç söylemediklerimizle devam ediyor olmayacağız. Şimdi yazacaklarım, esas olarak, soL Meclis’in Temmuz 2004’te yaptığı toplantıya sunduğum “Solun Toplumsallaşma Kanalları Üzerine Notlar” başlıklı kısa bildirinin gözden geçirilmiş bir biçimi olacak. Niyetim, bundan yedi yıl önce, sosyalist solun Türkiye’nin emekçi insanları ile onların oluşturduğu kitlelerde, birincisi, belirli bir saygınlık ve çekicilik, ikincisi, desteklenebilirlik ve, üçüncüsü, eylemli olarak katılmaya değerlik kazanması anlamındaki toplumsallaşma üzerine düşülmüş birkaç notu kendim hatırlarken, aynı zamanda, bu yazıyı okuyacakların da dikkatine sunmaktan ibaret. Böylece, geçen haftaki yazının sonunda önerdiğim, önerirken de kısa kesmekten kaçınmak gerektiğini vurguladığım düşünme/tartışma sürecine pek küçük bir katkı sağlanmış olabilir belki.

Biraz önce, toplumsallaşma ile anlatılmak isteneni açıklamaya çalışırken değindiğimiz üç özelliğin ilki üzerinde durarak başlayabiliriz.

Toplumsallaşma derken sosyalist solun kazanması gereken üç özellikten ilkinin “saygınlık ve çekicilik” olduğunu yazmıştık. Bunun ne demek olduğuna değinirken, önce, meramımızı iki ayrı sözcük kullanarak anlattığımıza göre, buradaki sıralamanın da önemli olabileceğini belirtmekte yarar var. Herhalde, önce saygınlık kazanılmalıdır. Bu sözcüğün anlamına ilişkin olarak, sözlüklerde, saygı gören, hatırlı, itibarlı, değerli, değeri anlaşılmış türünden açıklamalara yer veriliyor buradaki muradımızın asıl bu en baştaki “saygı görme” anlamı olduğunu söyleyebiliriz. Saygınlık kazanıldıktan sonra çekicilik de kazanılır ya da kazanılamaz. Herhangi bir “şey”in, arada belli bir mesafe bırakılması gereken bir saygınlık kazanmakla birlikte, çekici bulunmaması mümkündür. Buna karşılık, saygınlık kazanmadan da çekici olunabilir. Ama, öylesi, solun amaçlayacağı bir çekicilik olmasa gerektir çünkü, birincisi, derinliği olmayan, az çok sağlam temellere değil fazlasıyla güncel ya da konjonktürel nedenlere bağlı bir çekiciliktir ve, ikincisi, ilkiyle de ilgili olarak, gelip geçici, dayanıksız, kısa sürede ve kolayca yok olabilecek bir nitelik taşır.

Saygınlık kazanabilmek için bir açıklama iddiasına ve gücüne sahip olmak gerekir. Açıklama, insanların çevrelerinde olup bitenlerle ve kendilerinin yaşamakta olduklarıyla ilgilidir: Neden böyle oluyor, böyle olmasının görünürdeki ve hemen görülemeyen kötü etkileri neler, bunların yaratıcıları ve etkilenenler neler ve kimler, vb. sorulara verilen yanıtlar ile bu yanıtların, bir yandan, anlaşılabilirlikleri ve, öte yandan, inandırıcılıklarıdır.

Saygınlık ve çekicilik açısından ilk gereklilikler, aşağı yukarı, bunlardır. Ortaya çıkış zamanına göre yapılacak bir sıralamada bunlardan sonra gelen, ama daha önemli olan gereklilik ise şu olabilir: Olup bitenleri belli bir anlaşılabilirlik ve inandırıcılıkla açıkladıktan sonra, düzeltilmelerine ve değiştirilmelerine ilişkin öngörüler ve öneriler ileri sürülebilmelidir. Öneri, adı üstünde, “öyle değil de şöyle yapılsın, yapalım ya da yapılmalı” demektir. Öngörü ise bu önerilerin gerçekleşmesine yardımcı olacak, onların hayata geçirilmesini kolaylaştıracak, hatta bazı durumlarda güvence altına alacak nesnelliklerin ortaya konması, gösterilmesi oluyor.

Toplumsallaşma yolundaki aşamalardan ikincisini ya da toplumsallaşmış bir solun taşıması gereken bir başka özelliğini ise “desteklenebilirlik” olarak adlandırıyorum. Burada söz konusu edilen, edilgin diye nitelenebilecek ya da henüz eylemli katılıma dönüşmemiş bir destektir. Örnek vermek gerekirse, sendika, dernek, vb. örgütlerde yapılanlardan ülkenin yerel ve merkezi düzeydeki yönetim organları için yapılanlara kadar çeşitli düzeylerdeki seçimlerde oy vermenin, seçimlere katılan sol örgütler açısından konuşuluyorsa, oy almanın bu kategoride düşünülmesi mümkündür.

Bunun az önce değindiğimiz saygınlık ve çekicilik kazanmadan daha ileri bir toplumsallaşma anlamı taşıdığı açıktır. Bu tür bir desteğin yinelenmesi, başka bir anlatımla, süreklilik kazanması ve yinelenmenin niceliksel artış ile birlikte gerçekleşmesi ise toplumsallaşma düzeyindeki belirgin gelişmenin göstergesi olarak kabul edilebilir.

Desteklenebilir olmanın ilk koşullarına yukarıda işaret etmiştik: Yaşanmakta olanlara ilişkin anlaşılabilir ve inandırıcı açıklamalar ile açıklananların değiştirilmesine yönelik öneri ve öngörüler, bir de, bunların gerçekleşmesini mümkün kılacak nesnellikler. Öte yandan, bunların yanı sıra, hem bunları dile getirip peşini bırakmama anlamında bir kalıcılığın, deyiş uygunsa, “her zaman sahnede olma”nın sağlanmış, hem de belli bir gücün sergilenerek buna dayalı bir güvenin verilmiş olması gerekir. Elbette, desteklenebilirlik açısından da, hem açıklamaların hem de değişiklik öneri ve öngörülerinin anlaşılabilirliği ve inandırıcılığı sağlanmış olmalıdır. Bunların sağlanıp sağlanamadığını gösteren nesnel ölçütler formüle etmek kolay olmamakla birlikte, bir, bazı ipuçlarını gözleyerek sezilebilecek ilgi ve destekteki artış eğilimine, iki, farklı ideolojik/siyasal kampların yaptıkları açıklama ve önerilerin kabul görmesindeki gerilemeye bakılarak belli ölçüde yol gösterici değerlendirmeler yapmak mümkün olabilir.

Toplumsallaşmanın en gelişkin biçimi ya da aşaması, eylemli katılımdır. Bunu, emekçi kitlelerin örgütlü toplumsal mücadeleye git gide artan biçimde katılması olarak tanımlamak yanlış olmaz. Burada sözü edilen örgütler, en ilkel biçimi olarak kendiliğinden ortaya çıkan çok değişik toplumsal örgütlenmelerden, en gelişkini olarak, siyasal iktidarı hedefleyen partiye kadar geniş bir yelpazede yer alırlar. Bu noktada, eylemli katılımın düzeyini belirlemek açısından birkaç ölçütten söz edilebilir. Birincisi, herhalde, bu tür örgütlenmelere aidiyetin belirtisi olarak üyeliktir. İkincisi, üyeliğin edilgin bir kimliğin ötesine geçerek her günkü somut mücadeleye katılmaktan örgütsel karar alma süreçlerinde yer almaya kadar değişen bir etkinlik düzeyine ulaşmasıdır. Üçüncüsü, bu iki özelliğe uygun insanların sayısındaki kayda değer ve istikrarlı artıştır. Kuşkusuz, bu ölçütlerin, yukarıda iki uç noktası tanımlanan yelpazedeki örgütlerin tümü için aynı derecede önemli olmayacağını da belirtmek gerekir.

Toparlanacak olursa, anlaşılabilir ve inandırıcı açıklamaları sürekli olarak yapabilme gücünü hayatın değiştirilmesine ilişkin öngörü ve önerileri ile birleştirerek saygınlık ve çekicilik kazanan, kalıcılığını ve güven vericiliğini kanıtlayarak destek bulan bir sol, emekçilerin eylemli katılımı için gerekli koşulları sağlamış demektir. Yeterli koşul ise eylemli katılımın aracını oluşturacak örgütlerin gelişkinliğidir. Gelişkinliğe ilişkin olarak da birtakım ölçütler ortaya konabilir kuşkusuz ama burada gelişkinliğin temel ayıracını belirtmekle yetinelim: Gelişkin olanla olmayanı ayırt edecek olan, emekçi kitlelerin toplumsal mücadeleye eylemli katılımının aracı olacak örgütlerin, o mücadelenin karşısındaki kurulu düzenden tümüyle bağımsız olabilmesi ve o mücadelenin bütün kritik anlarında bu bağımsızlığı koruyabilmesidir.

Ayrıca, örgütlü mücadelenin üzerinde yükseldiği nesnelliğin sağladığı imkânların büyüklüğü, toplumsal mücadele örgütlerinin deneyim birikimi ile buna bağlı ustalığı gibi etkenler de toplumsallaşmanın en ileri boyutu saydığımız eylemli katılımın koşulları arasına eklenebilir.

Toplumsallaşma amacıyla izlenebilecek yollar ve yöntemler, yararlanabilecek araçlar konusuna gelince, bu saydıklarımızın tümünü “toplumsallaşma kanalları” başlığı altında toplayıp çok geniş ve aynı ölçüde belirsizlikler taşıyan bir alandan söz etmek ve orada ilerlemek durumunda kalıyoruz. Bu alanda, çeşitli bilim ve sanat etkinliklerinden bugün düpedüz bir kapitalist endüstri kolu özellikleri taşıyan bir toplumsal etkinlik alanı durumundaki spora, oradan da, miras alınmış ya da değişik yollarla edinilmiş tutum ve davranış biçimlerine kadar pek çek farklı başlık yer alabilir. Bunlardan, sözgelimi, bilim ve sanat gibi alanların kendilerine özgü amaçları ile araçlarının bulunması, o alanlardan ve ürünlerinden birer toplumsallaşma kanalı olarak yararlanmayı engellemez ancak, o özgül amaç ve araçlara vakıf olmayı ve onlarla belli bir uygunluk içinde davranmayı gerektirir.

Bir de, şimdilik son olsun, şunu ekleyelim: Sosyalist solun toplumsallaşma sorununu irdelerken, yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeve, bir ölçüde kolaylık ve tutarlılık sağlayabilir. Bununla birlikte, pek çok alanı/disiplini ilgilendiren bir sorun söz konusu olduğuna göre, her alanın kendi özgüllüklerinin, ihmal edildiğinde, bütün çabaları etkisizleştirerek boşa çıkartabilecek ölçüde belirleyiciliği vardır ve o alanların her biriyle ilgili teorik ve pratik çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.