Orantısız

Bu sözcüğü bugün Türkiye’nin büyükçe kentlerinden birinde herhangi bir caddeden gelip geçenlere verdikten sonra, bunun arkasına ilk aklınıza gelen sözcüğü ekleyerek bir tamlama yapın desek, herhalde, “orantısız güç” diyenlerin sayısı çok fazla olur. Sokak gösterilerinin yapıldığı bir günün ardından böyle bir denemeye girişsek, o sayı daha da fazlalaşır.

Söylenenlere inanacak olursak, güvenlik güçlerinin güvenliği sağlarken yurttaşlara karşı orantısız güç kullanmamaları, çağdaş demokrasilerde kabul görmüş bir uygulama kuralıdır söylenip duran, aşağı yukarı, budur. Gerçi, düzeni sağlamanın ve demokrasiyi korumanın çaresiz, hiç istemeden başvurulan bir yolu olarak güç kullanımı sırasında, diyelim, bir gözü morarmış bir göstericiye öbür gözünün sağlam kaldığı vurgulanarak, kullanılan gücün orantılı olduğunun ileri sürülmesi de pek rastlanmayan bir durum sayılmaz şimdilerde. Ama o kadar olur, olabilir, olmaktadır. Zaten, biz insancıklar “demokrasi” sözünü duyar duymaz kendimizden geçeriz hele insancıklar diye anlattığımız çok büyük kitlenin içinde çok daha küçük bir kitle olan solcularsa söz konusu edilen, üstelik o büyülü sözcüğün önüne çağdaş yahut ileri türünden sıfatlar da getirilmişse, bir kalkıp oynamadığımız kalır hatta, kimileyin, onu bile yaptığımız olur.

“Orantısız güç” derken tartışma ve şikayet konusu edilen, uygulanmaması gereken bir güç ya da zorbalık derecesinin sergilendiğidir başka bir anlatımla, o kadar da fazla, yüksek, şiddetli olmaması gerekirken, kantarın topuzunun kaçırıldığıdır. Buradaki orantısızlık, gereğinden, neyse yahut ne kadarsa gereği, ne kadar lütfedilip takdir buyurulmuşsa, o miktardan fazla olduğu yönündedir dolayısıyla, şikayet edilip eleştirilen orantısızlığı gidermek için yapılması gereken, azaltmak, eksiltmek, hafifletmek sözcükleriyle anlatılabilecek bir iş ve işlemdir.

Oysa, burada asıl konu edineceğimiz orantısızlığı ortadan kaldırmak için yapılması gereken tam tersidir: Artırmak, çoğaltmak, ağırlaştırmak gerekmektedir.

Bu işlemleri neyle ilgili olarak yapmak gerektiğine gelince…

Bugüne kadar genellikle orantısız olarak uygulanmış olmakla birlikte bu orantısızlığın artık hiçbir biçimde kabul edilebilir olmadığı konu, iki soru üzerinde düşünürken gösterilecek yeterlilikle, geliştirme ve yenileme becerisiyle ilgilidir: (a) Şu anda neredeyiz ve, her şey değilse bile pek çok şey esas olarak bugüne kadar geldiği gibi giderse, yakın gelecekte nerede olacağız? Buradaki “yakın gelecek” somutlaştırılmaya çalışıldığında yıllardan, belki de en çok bir iki onyıldan söz edilebilir. Ama çok da uzatmamak gerekir çünkü, Lord Keynes’ten de hatırlıyoruz, “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız.” (b) İlk sorunun yanıtlarına da bağlı olarak, doyurucu olmadığını saptadığımız ve bu yetersizliğin derecesini aşağı yukarı ortaya koyabildiğimiz durumdan kurtulabilmek için, bugüne kadar yapılanlardan farklı, hiç yapılmamış, hatta hiç düşünülmemiş olan neleri yapabiliriz?

Bu iki soru yardımıyla ulaşmaya çalıştığımız saptamalar arasındaki orantısızlıktır söz konusu olan, sözünü edip dikkat çekmeye çalıştığımız…
Eğer ilk soruya verilen yanıtlar, yeterince parlak, umut verici bir duruma işaret ediyorsa, ikinci soru önemsizleşir yine de irdelenmek istenirse, yaratılması gerektiği sonucuna ulaşılacak farklılık ve yeniliklerin, doğal olarak, epeyce düşük düzeylerde kalması beklenir. Ama, ilk sorunun şu andaki olası yanıtları, hem göreli olarak, geçmişteki birçok an ile karşılaştırıldığında, hem de mutlak anlamda son derece yetersiz bir durumu ortaya koymaktadır yaşı başı, gelmişi geçmişi, ayrılığı birlikteliği ne olursa olsun her sosyalist için acı verici olan bir tabloyu göstermektedir. Bir başka anlatımla, bizim çok eski, bu anlamda kök salmış olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz sosyalist hareketimiz, şu andaki görünümüyle, güçsüz ve etkisiz, dolayısıyla ülkenin siyasal ve toplumsal hayatında neredeyse “ihmal edilebilir” bir konumdadır. Daha öncesini bir an için unutalım, sadece geçen yılın Eylül ayından bu yılın Haziran ayına kadar geçen aşağı yukarı 10 aylık bir zaman dilimine bakıldığında, bu dönemin başlangıcından, aradaki noktalardan ve sonundan birtakım fotoğraflar çekilip yan yana konularak dillendirildiğinde, “ihmal edilebilir”den daha insaflı bir yargıya varmak kolay görünmüyor.

Yukarıda (a) diyerek yazdığımıza benzer soruların yardımıyla ulaşılabilecek durum saptamasının gösterdiği apaçık olmalıdır o da bu saptamayla (b) diyerek yazdığımıza benzer soruları izleyerek bulacağımız çözümler arasında, onların farklılığı ya da yeniliği arasında bir orantısızlık olmaması gerektiğidir. Eğer çeşitli göstergelerle yapılabilecek durum saptamaları hep aynı ya da çok benzer sonuçlar veriyorsa, üstelik bu değişik uzunluktaki zaman dilimleri boyunca defalarca tekrarlanmaya devam ediyorsa ufak tefek düzeltme ve düzenlemelerle, buna karşılık daha büyük bir kararlılıkla, daha benzersiz özverilerle, daha bir kendini helak edercesine çabalamayla, sadece ya da esas olarak bu tür özelliklerimizin sağlayacağı güçle devam etmenin sınırına gelinmiş demektir.

Güvenlik kuvvetlerinin uyguladığı orantısız güç kullanımına alıştık sayılır o kimileyin dayanılabilir gelmeye bile başladı. Ama, artık nereden bakılırsa bakılsın usanç vermesi gereken bir güçsüzlük ve etkisizlik durumu karşısındaki çare arayışlarının, o arayışlardaki farklılık ve yenilik, ikisini de kapsayacak bir anlamda söylenirse, etkililik düzeyinin orantısız ölçüde düşük kalmasına herhalde kimse dayanamaz.

Kimse dayanamazsa, sosyalist hareketin kendisi dayanabilir mi?