Nitelik Değil Nicelik

Nasıl denir, böyle bir başlık atacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Bu deyişin içinde de geçen “kırk yıl” boyunca, niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu dinleye söyleye, sözgelimi, açık ya da kapalı alanlarda yapılmış en mütevazı katılımlı toplantıların ardından, önceleri ciddi ciddi, sonradan kendimizle dalgamızı geçerek, “çok nitelikli bir topluluktu” benzeri cümleler kurarak şu günlere gelmişken, itiraf ediyorum, kimsenin zorlaması olmadan ve tamamen kendi hür irademle böyle bir başlık koyabiliyorsam, bir eşik yahut sınır aşılmış demektir. Tahammül sınırı denebilir. Nasıl olduğunu kısa bir yazıyla anlatmak kolay değil düzelterek tekrarlarsam, şu anda bana kolay görünmüyor. Yine de, ne kadar açıklayıcı olacağını, kaç kişiyi inandıracağını pek düşünmeden anlatmaya çalışacağım.

“Bire kadar kırılmak”: Böyle diyoruz galiba. Örnek olsun, “Bizi bire kadar kırmadıkça, önünü alamazlar, engel olamazlar!” türünden cümleler kuruyoruz. Örnek cümlenin sonuna bir ünlem işareti koymamdan da anlaşılmış olmalıdır, bunu derken biraz efelenmiş, baş eğmediğimizi ve eğmeyeceğimizi, karşımızdakilerin bizi silip süpürme anlamında mutlak bir zafer kazanamayacaklarını anlatmış oluyoruz. İlk bakışta, kabadayıca bir laf gibi görünüyor ama, hiç de anlaşılmaz olmayan bir umutsuzluğu, yenilgiyi önceden kabullenmişliği çağrıştırdığı da çok fazla itirazla karşılaşmadan ileri sürülebilir.

Epeydir kullanmayı alışkanlık haline getirdiğimiz bu deyişten yola çıkarak devam edersem, bire kadar kırılmadıkça yapmaktan alıkonamayacağımız bir işi, o tür işlerden en az birini, gereğince, hatta gereğinden fazla yapmış ve bu yanımızla temayüz etmiş durumdayız.

O iş, en olumsuz, umutsuz, çaresiz koşullarda bile sosyalizmi öne çıkarmaktır neler olmuşsa olsun, kim ne derse desin, devrimden başka çıkar yol, sosyalizm dışında insanlığı kurtaracak bir çare, bir çözüm, bir toplumsal düzen bulunmadığını, sosyalizmin kendisine aykırı düşmeyen akıl yürütmelerle anlatmaktır olup bitenleri sosyalist dünya görüşü açısından kavramaya ve kavratmaya çalışmaktır bütün bunları yaparken, bunları ve benzerlerini yapıp söyleyememekle birlikte biri çıkıp söylese diye, içinde biraz ikiyüzlülük bulunsa bile, içtenliği apaçık bir umarsızlıkla bekleyen küçümsenemeyecek büyüklükte bir kalabalığı büsbütün tükenip gitmekten korumaktır.

Tamam, bunu becerebildik. Becerirken, sadece bizim tarafta bir beklenti, sıkılıp bunalınca, göz önündeki kargaşayı anlamlandırmakta kulak verilecek bir güvenilir ses kaynağı oluşturmakla kalmadık düşman saflarda da bir iz bırakmayı, bir ürküntü, bu kadarı aşırı kuruntuya kapılmak sayılabilirse daha alçakgönüllü olsun, bir dikkat yaratmayı başarabildik. Bundan sonrasına ilişkin hesaplarda, biraz argo ve yine biraz hüsnükuruntulu anlatımla, külyutmaz birilerinin de bulunduğunun dikkate alınmasına yol açabildik. Bunun önemini ve değerini, kimse teslim etmese bile, kendi kendimize vurgulayabiliriz. Herhangi bir sakınca yoktur hatta, gereklilik ortadadır.

Lakin, bunu belli ölçülerde ve bir süredir yapmaktayız. Yalnız ondan değil, gına gelmiştir demek istemiyorum, önümüzdeki dönemin zorunlulukları açısından da başka bir aşamaya geçmemiz, neredeyse şimdiye kadar hiç yaklaşmadığımız bir havaya girmemiz gerekmektedir.

Yazdıktan sonra hayret ettiğimi az önce belirttiğim başlıkla anlatmak istediğimde bu vardı bu tür bir kaygının etkisiyle yazmış olmalıyım herhalde. Ama o kadar değil. Biraz daha olmalı biraz daha karmaşık, dolayısıyla anlatılması biraz daha zor yahut biraz daha çaba gerektiriyor.

Yaptığımız, giriştiğimiz, kalkıştığımız her işte, her etkinlikte, her eylemde nasıl bir niceliğe ulaştığımıza bakmalı elde ettiğimiz sonuçları değerlendirirken niceliksel ölçütleri yeterince öne çıkarmalı, onları gözetmeli, onların yardımıyla, onların yol göstericiliğinde ölçüp biçmeliyiz. Niceliksel gelişmeler sağlanamamışsa, neredeyse şaka niyetine bile, işin niteliği de şöyle iyiydi, böyle geliştiriciydi demekten kaçınmalıyız.

Nereye kadar? Bu soru önemli olmakla birlikte, hemen şimdi sorulmasını hoş karşılamakta acele etmemek yerindedir çünkü, nicelik vurgusunun sulandırılmasına yol açabilir. Ama, madem önemli bir sorudur dedik, hiçbir yanıt vermemek de olmaz. Yanıt, şimdilik, şu kadar olabilir: Bir eşiği aşıncaya kadar.

Ancak, bir kez soru sormaya başlayınca arkasının geleceği bellidir sorunun kendisi masum olsa bile, verilen yanıt yeni soruları kışkırtabilir. Burada kışkırtılan ikinci soru ise, doğal olarak, o eşiğin ne olduğudur. Sadece bir eşikten söz etmek ve bunun duruma, koşullara, eskilerin deyişiyle, zamana ve zemine göre değişeceğini söylemekle yetinmek gerekir. Bu yetinmeyle birlikte şöyle bir ek açıklık da ortaya çıkmaktadır zaten: Eşiği tek bir nokta ya da düzey olarak tanımlamak hem yanıltıcı hem de anlamsızdır. Bunun yerine bir aralıktan söz etmek gerekir ve o aralığın ne olabileceği de yine “zamana ve zemine göre” değişecektir.

Asıl önemli ve belirleyici olan, eşiğe ulaşmadan önce ve ulaştıktan sonra neler yapılacağı, daha doğrusu, bu ikisinin birbirinden ne kadar ve nasıl farklılaşacağıdır. “Ne kadar” sorusunun yanıtı aşağı yukarı bellidir ve epeyce, oldukça, azbuz sayılmaz türünden sözlerle anlatılabilir. Buna karşılık, “nasıl” sorusu çok daha uzun bir yanıtı gerektirir dolayısıyla, burada bir kenara bırakılması, en doğrusudur.

Öte yandan, hakkımızda yapılması muhtemel ileri geri konuşmaların biraz olsun önünü kesebilmek için, şu kadarını eklemekte yarar olabilir: Niteliksiz işler ile niteliksiz insanlardan yığınlar oluşturmanın herhangi bir değer taşımayacağı da, herhalde, her türlü izahtan varestedir. Şu son küf kokulu deyiş ise hiçbir açıklamaya gerek yoktur anlamına geliyor.

Onu açıklamaya gerek yok ama, şu tür bir açıklamayı yapmak durumundayım: Burada yazdıklarıma bakılarak, ne kadar da marjinal olduğumuz, bu marjinallikle bir yere varamayacağımız yollu yakınmaları dillendirdiğim sanılmasın. Bu sözcükten nefret ettiğimi söyleyebilirim. Olabilir mi, insan birtakım sözcüklerden nefret edebilir mi? Edebilir tersi doğru olabildiği, bazı sözcükleri çok sevmek mümkün olduğu kadar bazı sözcüklerden nefret etmek de sık sık karşılaşılan bir durumdur.

Benim bu sözcükten nefret edişimi, isteyen kötü niyetliler, biz devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin, tümünü aynı anlamda kullanıyorum, hep ya da çoğu zaman o sözcüğün akla getirdiği bir konumda bulunmaklığımıza bağlayabilirler. Olsun varsın. Benim açıklamam şöyle olacak: Eğitim ve ondan çok daha uzun sürmüş çalışma hayatının büyükçe bir bölümünde emeğin marjinal prodüktivitesi türünden dangalaklıklarla uğraşmak zorunda kalmış biri olduğum için o sözcükten ve onunla yaftalanmış konumlardan hiç hoşlanmam haydi harbi konuşalım, nefret ederim.