Ne Kampanyaydı Ama!

Bitmediyse de, kaldı beş altı gün. Bazı özelliklerini, en göze çarpanlarını ayırt edebilmek için o günlerin de geçmesini beklemeye gerek yok. Yazmaya çalışalım. Sıralama öneme göre değil isteyen o tür bir sıralama da yapabilir. Ayrıca, burada atlanmış birtakım özellikler de vardır kuşkusuz, onlar da eklenebilir hem eğlenceli hem öğretici bir çaba olması muhtemeldir.

Birincisi, bu seçime ayırt edici bir yakıştırma bulmaya kalkanların ilk aklına gelenlerden biri “kaset” olursa yadırganmaz herhalde. Sözgelimi, “kasetli seçim” uygun bir adlandırma olabilir. Şu yaşında mahpus damlarında yatıp duran bizim üstad-ı azamın unutulmaz deyişiyle “dizine kaset sıkılan”ları saymanın çok zorlaştığı seçim, diye de kayda geçirilebilir. Çok uzun oluşu dışında bir sakınca yoktur uygundur. İlk, hiç değilse ilk akılda kalan örneği, Baykal beyefendi ile ilgiliydi kendisini kuyudan çıkarıp meclise ve sadaret makamına getirme büyüklüğünü mü yoksa safdilliğini mi yaptığı kişinin bulunduğu taraftan dizine yediği kasetle ortaya çıkmıştı. Ondan sonra, gerçekten, kimin neresine ne kadar yediği bilinmez, hadde hesaba gelmez olmuştur. Üstelik, geride kalan üçbeş günde daha ne kasetler olacağına ilişkin söylentiler, tahminler, hatta güvenceler gırla gitmektedir. Böyle bir kampanya dönemi, doğrusu, bu düzenin yarattığı her şeye ve herkese gayet güzel yakışmış bulunmaktadır. Batıcısıyla doğucusuyla, laikiyle İslamcısıyla, dinsiziyle mütedeyyini ile cümle sermayedara hayırlı uğurlu olmasını dilemekten başka yapacak şey yoktur. Varsa da, yeri burası değildir.

İkincisi, şimdiki, geçmiştekilerle karşılaştırılamayacak kadar ağzı bozuk bir seçim kampanyası olarak kayıtlara geçmiştir. Küfürbazlıkta birincilik ise, açık ara, dini bütün iktidar sahiplerinin olmuştur. Burada, ilk bakışta, araştırılmaya değer görülebilecek bir ilginçlik bulunduğu izlenimi doğsa da, bu kadarı pek aşırı bir heyecan olacaktır. Yurdakuler kardeşimizin kimsenin değilse bizim dilimize yerleştirdiği deyişle, bu “tüccar müslümanlar”ın devr-i iktidarında küfrün bini bir paradır ve halkımızın sövüp saymaktan hiç çekinmeyen kesimi için bile bu kadarı çok fazladır. Yine de, araştırmak isteyenin eli tutulmaz bilgi bilgidir.

Üçüncüsü, bu defaki, her zamankinden daha fazla “bastır parayı, yap kampanyayı” seçimi olmuştur. Sermaye sınıfı partilerinin, en azından onların düzenin iktidarını ve muhalefetini oluşturmaya aday olanlarının, kayda değer bir para sıkıntısı çekmeden kampanya yürüttükleri çok eskiden beri herkesin bildiği bir sırdır. Ancak, uzun süredir pek adaletsiz biçimde dağıtılmakta olan hazine yardımının, daha doğru bir anlatımla, emekçi halkın cebinden alınıp düzen partilerine dağıtılan parasal ve başka kaynakların yanı sıra, bu seçim öncesinde, göstermelik bazı kısıtlar da kaldırılmıştır. Örneğin, parayı bastıran, televizyon reklamı yapabilmektedir. “Yalanın reklamı mı olurmuş” denmesin. Denirse de bunun ilk ve en yerinde karşılığı, örneğin, “yalansız reklam mı olurmuş” türü bir hazırcevaplıktır. Ayrıca, bolca tekrar edilerek sağlanabilen bir etkileme gücünün varlığını konunun uzmanı olmayanlar da bilirler. En yakın örnek kendimden olsun: Daha dün sabah, oradan oraya dolanırken, dilimde berbat bir mırıldanma, ulan bu da neyin nesi, derken fark ettim ki, AkP’nin günde bilmemkaç kez tekrarlanıp duran ilkel televizyon reklamının fonundaki tuhaf ezgi dudaklarımda… Buyur burdan yak kardeşim, derdik eskiden hâlâ söyleniyor mu, bilmem.

Dördüncüsü, sadece iktidardaki siyasetçilerin değil onların buyruğundaki kamu görevlilerinin de itidal diye söylenegelmiş aşırılıktan uzaklık, ölçülülük özelliklerini, ne kadar var idiyse artık, tümden yitirdiklerini gösteren gazlı, bombalı saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar, bu dönemin geçmiştekilere oranla nicelik olarak artan bir özelliği durumundadır.

Ancak, beşincisi, haklarını yemeyelim, böyle kasetti, küfürdü, abuk sabuk karşılıklı kişisel atışmaydı sürüp giden bir kampanyanın hem muasır medeniyet seviyesine hem çağdaş uygarlık düzeyine yönelmiş ülkemize hiç yakışmadığını vurgulayan kanaat önderlerini tatmin edecek projeler de eksik edilmemiştir. Başka türlü söylenirse, “proce isteyene, o da var” denmiştir. Bunlardan, unutulmaz Prof. Zihni Sinir procelerine en çok benzeyenlerin ise yine en kızgın, en hiddetli, en vurdu mu oturtan siyasetçiden gelmesi, herhalde, şaşırtıcı sayılmaz.

Nihayet, altıncısı, ilkin bundan birkaç yıl kadar önce ileri sürüp sıkça yinelediğim “büyük koalisyon” içindeki kapışmanın yeni belirtileri de kampanya dönemi boyunca, onunla hiçbir ilgisi bulunmadığını ileri sürmek de ihmal edilmeden, kampanyanın bir parçası olarak ortaya konmuştur. Doğal olarak, bu sonuncu özellik, iktidar partisinin tekelinde kalmış ötekilerse ancak pek ürkek itirazlar, daha doğrusu, itiraz denemeyecek ufak tefek değinmelerle tabloya bir kenarından katılır gibi yapmışlardır. Oysa, kendi yaşantılarımdan bir aktarma, sözü uzatmadan durumu özetlemeye yarayabilir: Geçenlerde, son komutanın tutuklanıp içeri gönderildiği haberi verildiğindeydi galiba, yaşını başını almış bir yakınım, “Allah Allah” diye şaşkınlığını belirtmişti, “bir bakan vardı hani, iyi ki bu askerle savaşa mavaşa girmemişiz, dediydi doğru mudur nedir, baksana her gün bir başka komutanı içeri atıyorlar!” Bense, duyulur duyulmaz bir sesle, “koalisyon ortaklarının birbirini sıkıştırması bilinen bir durumdur da, bu kadarına koalisyon mu dayanır” yollu mırıldanmıştım. Muhatabım bir şey anlamadı sanıyorum sesimi işitemediğinden değil ya, benim derin tahlillerimden habersiz olduğu için…

Bununla birlikte, yukarıda sıralanan özelliklerin ilkiyle sonuncusu dışındakilerin, bu seçime özgü olduğunu ya da ilk olarak bu seçim sırasında ülke gündemine girdiğini söylemek doğru olmaz. Onlar daha önceki seçimlerde de pek zorlanmadan saptanabilecek özellikler arasındaydı. Oysa, ilkinin, kasetçilik işinin, bu biçimiyle daha önce görülmediği bir gerçektir. Sonuncusu, “büyük koalisyon” içi kapışmaların görünümleri yahut tezahürleri olarak ortaya çıkan tutuklamalar, kasetler, bomba manşetler, şunlar bunlar ise gerçekten yepyeni sayılabilecek tek özelliktir. Böyle dememizin nedeni yeterince açıktır: Bir süredir ülkeyi yönetene çok benzer bir koalisyon daha önce hiç olmamıştır şimdiki koalisyonun tarafı olanların bu gerilimde bir koalisyon oluşturmaları, oluşturmak zorunda kalmaları gündeme gelmemiştir, bir böylesine gerilimli bir koalisyonun potansiyel ortakları olabilecek taraflardan birinin 1923 devrimine bu kadar açık bir karşı çıkış sergileyecek gücü ya da gözü karalığı göstermesi mümkün olmamıştır, iki.

Sonuçları ve uzak/yakın uzantıları ne olursa olsun, bu seçimin açıkça gösterdiklerinden birinin şu olduğu şimdiden bellidir: Herhangi bir ilerici özelliğinin kalmayışının üzerinden en az bir yüzyıldan fazla zaman geçtiğini söylemekten dilimizde tüy biten burjuvazinin, kapitalist sınıfın, insanlığa, bu arada bizim topraklarımızdakinin halkımıza sunabileceği hiçbir iyilik kalmamıştır. Bundan sonrası, olsa olsa, kendini akıllı, alemi sersem sanan bir uyanıklıkla türlü çeşitli çekici kılıklara büründürülmüş, hatta kimileyin o kadarcık zahmete bile girilmeden yöneltilmiş kötülüktür.

Emekçi halkımızın buna daha ne kadar katlanacağı sorusu, çok da yerinde bir soru sayılamaz. Hele, bu soruya birtakım aptallık oranları vererek yanıt bulmaya çalışmak, neyi gösterir?

Aptal olmadığını düşünenlerin, aptallıktan daha az alçaltıcı sayılamayacak bir özellik olarak, acizlik içinde bulunduklarından başka…

* * *

Bir kayıp notu daha: Geçen hafta, 1980’de Sosyalist İktidar’ın Ankara komitesinde çalışmış Mustafa Akar kardeşimiz de kayıplarımız arasına katıldı. Eski ve yeni bütün sosyalist iktidarcıların başı sağ olsun.