İki Uç Arasında

Genel olarak yakın gelecek, özel olarak da önümüzdeki yaz başı seçimleri sonrası için halk arasında var olan eğilim ve beklentileri iki uç arasında toplamak mümkün görünüyor. Hemen hemen bütün eğilimler iki uç arasında sıralanabilir böylece, her birinin o uçlardan birine yakınlığı ve öbürüne uzaklığı dile getirildiğinde, anlatanlar açısından bir kolaylık, anlatılanlar bakımından bir ek açıklık sağlanabilir. Hiç değilse şu yaşamakta olduğumuz günler ve hemen önümüzdekiler için bu tür bir saptama gerçeğe aykırı düşmüyor hem de, kendisinden yararlanmayı başarabildiğimizde yeni açıklıklar sunan bir bakış açısı oluşturuyor.

Önce, “halk arasında var olan eğilimler” derken akılda bulundurduğumuz halkın kimleri kapsadığı ile ilgili bir iki açıklık getirmekte yarar var. Bu deyiş, şimdilik, siyaset, ülke yönetimi, onun geleceği konularında az çok bir ilgisi ve hoşnutsuzluğu bulunan, farklı toplumsal sınıf ve katmanlardan insanları, dolayısıyla, yine şimdilik, toplumun bütününe oranla küçük sayılabilecek bir kesimi anlatıyor. “Şimdilik” kaydı ise şuradan ileri geliyor: Yaz başları yaklaştıkça, buradaki siyaset ve ülke yönetimiyle ilgisi sınırlı olma kaydı önemli ölçüde geçerliliğini yitirecek ayrıca, bu kesim siyasetle ilgisi artmakla birlikte sayıca küçük olmak bir yana ülke nüfusunun apaçık bir çoğunluğuna dönüşecektir. Elbette, aradan geçecek birkaç aylık süredeki şimdiden kestirilebilen nesnel gelişmeler ve manipülasyonlar ile bunların şu andaki kestirimlerin sınırları dışında kalanları, o zamanki durumu etkileyecek, belli ölçülerde değiştirecektir. Ama, gerçekleşme olasılığı düşük olmakla birlikte bugünden kestirilemeyecek birtakım iç ve dış olaylarla bunların yansımalarının yaratabileceği altüst oluş benzeri gelişmeler bir yana bırakılırsa, değineceğim iki ucun varlığını sürdüreceğini, dolayısıyla bütün eğilimlerin bu iki uç arasındaki doğru üzerinde varlık kazanacağını sanıyorum.

Bu uçlardan birini, güncelliğe ya da güncel politikaya aşırı bağımlı, tutkun ve tutsak olmak biçiminde adlandırmak mümkündür öbürüne ise özellikle güncel politikaya, ama aslında genel olarak politikaya da uzak yahut soğuk durmak, kayıtsızlık göstermek, biraz doğal uzantısına kadar götürerek söylenirse, apolitizm denilebilir.

Bununla birlikte, her türlü adlandırma, uzun bir süre geçmedikçe ve bu süre boyunca üzerinde pek çok tartışma yapılmadıkça, eksikli olmaya, daha da kötüsü, yanıltıcı anlamlar yüklenmeye mahkumdur. O yüzden, bunları biraz daha açmakta yarar var.

Şimdilik yaygın olmamakla birlikte çok yakın gelecekte ortaya çıkıp yaygınlaşması muhtemel eğilimlerin bir ucu, biraz abartıp bizde pek bilinen bir deyişi kullanırsak, felaket tellallığıdır. Niye, burada bir abartı olduğunu itiraf etmekle birlikte, bunun ölçüsünü “biraz” düzeyinde tutuyorum? Nedeni şu: Hemen her düzeydeki felaket tellallığında bir miktar nesnellik bulunmak zorundadır yoksa, tellala kimse kulak vermez, kimsenin kulak verip ciddiye almaya değer bulmadığı tellal ise ya patronu tarafından işten atılır ya da mahalleliden dayak yer.

Demek istediğim, muhaliflik yapacaklar için yeterince olumsuz veri bulunmaktadır. Referandum sonucu ve sonraki gelişmeler, sık kullananlar dahil kimseyi tatmin etmese bile ne olduğu az çok belli bir olguyu anlatması bakımından burada da yer verebileceğimiz deyişle, “islamofaşizm”in özellikleri ve oraya doğru gidişe ilişkin kararlılık ile hız konusunda yeterli sayılabilecek bir fikir vermektedir. Buradan yola çıkarak, bir yandan, günlük hayata girmeye başlamış görünümleri dile dolamak, bir yandan da, Haziran seçimi sonrasındaki olası bir üçüncü akepe dönemine ilişkin muhayyel olmakla birlikte hiç de aslı faslı yok denemeyecek dehşet tabloları çizmek mümkündür. Bunlar çeşitli araçlarla yazıya söze dökülerek yapılabileceği gibi, herhangi bir yolla kamuya açıklık kazandırılmadan da yapılabilir ilk biçimde yapıldığını hemen her gün görmekteyiz, ikinci biçimde yapılmakta olduğunu da rahatlıkla ileri sürebiliriz. Hatta, bunlardan ikincisi, sadece tek tek insanların kendi kafalarında ürettikleri senaryolar, açık açık yazılanlardan belki de daha etkilidir. Böyle olduğuna ya da olabileceğine ilişkin tek bir neden belirtmemiz yeter: Açıkça yazılıp söylendiğinde bunlara karşı çıkılıp yanıltıcılıkları ve sakıncaları gösterilebilir. Oysa, herkesin kafasında üretilip orada kalanlarla mücadele etmek çok daha zordur. Bu tür bireysel olarak yapılmış ve açıklanmamış senaryo üretimlerini gerçekleştirenlerin sayıları hızla çoğaldığında ise o zorluk katlanarak artar.

Öteki uç ise yukarıda apolitizm olarak adlandırdığım eğilimdir. Aslında, burada da bir görelilik söz konusu: Anlatmak istediğim, mutlak anlamda apolitizm, büsbütün politika dışı olmak, mantıksal ucuna ulaştırılmış politik kayıtsızlık değildir zaten, böylesine gerçek hayatta rastlamak neredeyse imkânsızdır. Bu tür bir apolitizm, teorik düzeyde varlığı kabul edilebilecek anlamını yitirir ve gerçekte egemen olan politik tarafın kefesindeki bir ağırlığa dönüşür.

Bu söylediklerimiz doğruysa, öbür uç dediğimizi, kimileyin çok açıklayıcı olabilen sokak ağzına indirgeyerek, “bi şey olmaz kardeşim” yaklaşımı olarak da adlandırabiliriz. Buna göre, belli bir kötüye gidişten söz edilmesinde haklılık payı bulunmakla birlikte, olumsuzluklar abartılmaktadır geçmiş dönemlerin birçoğunda da benzer kötüye gidişler, hatta düpedüz faşizm yılları olmuştur, ama bunlar gelip geçmiştir, bundan sonra da gelip geçer artık yirmi birinci yüzyıldayız, dünya gelişti, Türkiye gelişti, dolayısıyla bu çağda böyle ilkel baskı rejimleri de ya hiç gerçekleşemez ya da gerçekleşme yoluna girse bile arızidir, demokrasi dünyası ve ülkedeki demokratik güçler karşısında ayakta kalamaz. Aşağı yukarı böyle özetlenebilecek bu akıl yürütmenin orasına burasına kimileyin Kemalistçe, kimileyin liberal esintili süsler ve renkler de eklenirse, gerçek görünüşüne daha yakın bir tablo ortaya çıkacaktır.

Ayrıca, birinci uçtan söz ederken değindiğimiz, kimileyin açıkça yazılıp söylenmeden sadece tek tek kişilerin kafasında oluşup orada kalma özelliğinin, bu uçtaki yaklaşımda da gözlenebildiğini eklemekte yarar var.

Amma ve lakin, bu ikisinin iki uçtaki eğilimler olduğunu baştan beri yazmakla birlikte, şimdi ileri süreceğimizin bununla çeliştiğini düşünmemek yerindedir. Önceden önlemini alarak giriş yaptığımız şimdi söylenecek olan ise şudur: Aslında bu iki karşı uç, bir biçimde, birbirine değmekte gide gide aynı konuma yerleşmektedir. Karabasan senaryosu da politik kayıtsızlık da edilgenlik üreticisidir. İlki, bu kadar olumsuz koşullar ve böylesine orantısız güç karşısında güçsüzlük konumu söz konusu olduğuna göre, ya ne yapılsa boşunadır, işe yaramaz, sonuç bellidir ya da bir şey yapılacaksa apaçık güçlü olanın gücünü azaltmaya ve baskısını dayanılır kılmaya yönelmek gerekir, biçiminde iki vargıya ulaşır ikisinin birbirinden farkı yoktur. İkinci uç ise şuna benzer bir sonuca varır: Bu tür berbat durumlar geçmişte de değişik biçim ve şiddette tekrarlanıp “bi şey” olmadığına göre, telaşlanmaya gerek yoktur yine “bi şey olmayacaktır”. Buradaki telaşa gerek olmayışına ilişkin gerekçeler ise her defasında birbirinden farklı ya da birbirine benzer olabileceği gibi, çok akla yakın yahut saçmasapan da olabilir önemli olan, abartmanın ve telaşa kapılmanın yersizliği, dolayısıyla, olağan zamanlardakinin dışında bir hareketliliğin gereksizliğidir.

Kısaca yinelenirse, toplumsal mücadeleye doğrudan ve eylemli biçimde katılanlar dışındaki çok geniş bir hoşnutsuzlar toplamının böyle anlatılabilecek iki uç arasında bir yerde bulunması olasıdır. Hangi uca yakın olunacağı, nesnel gelişmelere ve bakışa göre, sadece bakanın öznel niteliklerine göre değil bunlardan azçok bağımsız konumlanışına göre de değişecektir. Ancak, iki ucun nihai tutum açısından birbirine yaklaşarak bir edilgenlik üretme potansiyeli taşımakta ortaklaştığını vurguladığımıza göre, halkın çoğunluğunun bu iki uçtan olabildiğince uzak kalmasının önemini de mutlaka belirtmek gerekiyor.