Gençlerle Demokrasi Sohbeti

Olacak “şey” değil!

Her yaz gittiğim dağ başında o çocuklarla karşılaşmamla ilgili olarak söylüyorum bunu. Ancak, daha önce, tırnak içine alarak eleştirilerden kurtulduğumu sandığım “şey” sözcüğüne dadanmış görünüşüme ilişkin bir iki söz söylemeliyim.

Yazma konusunda bana öğretmenlik yapmış ya da haberleri olmadan benim kendilerinden öğrendiğim insanların tümü, bu sözcüğü yazılarında hiç kullanmazlardı en azından, kaçındıklarını belli bir açıklıkla sezdirecek kadar seyrek kullanırlardı. Hemen hemen ortak sayılabilecek gerekçeleri ise şuydu: Söz dağarcığımız o kadar yoksul mu ki bu sözcüğü maymuncuk niyetine ikide bir kullanalım! Son yazılarımda bu yol göstermeye aykırı davranmaya başladığımı fark ettiğim için, bir tür kendime uyarı anlamında, belirtmek istedim.

Beni şaşırtan karşılaşmaya dönersem, yaz sıcağına aldırmayan, dolayısıyla konuklarının da aldırmamalarını sağlayan o yerde karşılaştığım birkaç genç, tanıştıktan sonra hemen sorgulamaya giriştiler. Rastlantının da bu kadarı işte: Meğer yazılarımı dikkatle okurlarmış.

Sözü döndürüp dolaştırıp demokrasi konusuna getirdiklerinde, ilk soruları aşağı yukarı şöyle oldu: Sizin çoğu yazınızı okurken, dediler, demokrasiye niye bu kadar kafayı taktığınız sorusuna tam bir karşılık bulamıyoruz.

Benim asıl kafayı taktığım, diye söze girdim, demokrasi değil, aklını demokrasiyle bozmuş sosyalistlerdir. Bunu yirmi küsur yıl önce, o sıralar çıkarmakta olduğumuz Toplumsal Kurtuluş dergisinin bir toplantısında dile getirmiştim ve sonraki günlerde ilki benim tarafımdan olmamak üzere birkaç kez de kâğıda dökülmüştü. Bununla birlikte, son zamanlarda bu konuya olağandışı bir sıklıkla değinmemden olmalı, “demokrasi düşmanı” yaftasıyla ödüllendirilmeme ramak kaldı galiba.

Ama, diye itirazlarını sürdüren gençler, bu kadarıyla yetinmediler: Demokrasi sosyalistlerin, komünistlerin dillerinden hiç eksik olmayan bir söz hatta, neredeyse, hep yüksek tuttukları bir ülkü, peşinden koştukları bir hedef değil midir?

Öyledir, diyebiliriz. Zaten benim kafayı takmam da oradan geliyor.

Demokrasiyi, halkın, çeşitli toplumsal sınıf ve katmanların, toplum yönetiminde azçok bir sözsahibi olduğu, bu çerçevede, birtakım siyasal/toplumsal hak ve özgürlüklerden yararlanmanın yanı sıra onların korunmasına yönelik bazı güvencelerin bulunduğu bir siyasal rejim yahut bir devlet durumu olarak anladığımızda, sosyalistlerin, komünistlerin, devrimcilerin buna karşı çıkmaları, elbette akıl dışı bir tutum olur. Hatta, zaman zaman, demokrasinin erdemlerinden söz edip onu uğrunda çaba gösterilmeye değer bir talep olarak ileri sürmek de onlar için son derece anlaşılır bir tutumdur. Ancak, özellikle geçen yüzyılın birçok döneminde olduğu gibi, her ağzını açanın demokrasi ile lafa başlaması, her olayın/gelişmenin/bunalımın demokrasinin geleceği türünden bir kutsallık açısından ele alınıp değerlendirilmesi, bütün kötülüklerin ondan uzaklaşmakla bütün iyiliklerin onu koruyup geliştirmekle geldiğinin savunulması, devrimciler için “akıl bozucu”, dolayısıyla geriletip teslimiyete sürükleyici bir etken olmuştur. Sadece “olmuştur” değil, hep öyle olacağı açık seçik ortaya çıkmıştır.

Niye geriletici demekte bir sakınca görmüyoruz? Şu nedenle: Bu tutum, onları, devrimin önce yapılabilirliği, sonra da gerekliliği düşüncesinden uzaklaştırmıştır.

Niye geriletici demekle yetinmeyip bir de teslimiyete sürükleyici diye ekliyoruz? Şu nedenle: Bir vakit gelmiş, demokrasi aşağı demokrasi yukarı, bundan başka söz edilmez olmuştur. Kendilerine sosyalist deyip, hatta bu uğurda her türlü bedeli ödemeyi göze alıp, ağızlarına sosyalizm sözünü almayan bir yığın insan ortaya çıkmış böyle kuşaklar yetişmiş ve birbirini izlemiştir. Hatta, gülünç mü demeli, bilinmez, bir insanın siyasal yönden gelişkinliğini, daha da ötesi var, bu yüzden hatta ve hatta diyerek ekleyebiliriz, bir insanın insan olarak gelişkinliğini, düpedüz “iyi bir insan” olduğunu anlatmak için bile sıfatlardan sıfat beğenilirken “demokrat” sözcüğünün en uygun bulunup kullanılır olduğuna tanıklık etmişizdir.

Oysa, az önce, demokrasi derken, devletten, devlet durumundan söz ettik. Sosyalistler açısından, bu konularda konuşurken, kuramsal açıdan temelleri yeterince inandırıcı biçimde yerleştirilmiş, pratikte ise pek çok kez kanıtlanmış ve yaşadığımız her günde kanıtlanmaya devam eden doğrular vardır. Hiçbir sosyalist, bunları unutarak, unutmuşçasına konuşup davranarak sosyalist kalamaz. Çok kısaca hatırlayacak olursak, her demokrasi bir diktatörlüktür ve her diktatörlük de bir demokrasidir. Sermaye sahipleri ve onların sınıfı için demokrasi olan kiralanacak emek gücünün sahipleri ve onların sınıfı için diktatörlüktür. Elbette, bunun tersi de doğrudur: Emekçiler için demokrasi olanı kapitalistlerin de öyle kabul etmesi için herhangi bir neden yoktur.

Özetle bunları konuştuk çocuklarla. Ne kadar ikna olduklarını bilemem, ama benim neden bu kadar kafayı taktığıma artık şaşırmayacaklarını umuyorum.

Bir de şu hatırlatmayı yaptım onlara: Bildiğim kadarıyla bizim Yurdakuler’in uydurduğu ve epeydir kullandığı, benim de pek hoşuma giden bir deyim var “demokrasi dini” diyor. Doğrudur, esas itibariyle yirminci yüzyılda ortaya çıkmış ve emekçi yığınları bilinen bütün dinlerden çok daha fazla serseme çeviren bir dindir. Ondan yola çıkarak şöyle düşünüyorum: Halkımızın, kendi tanıklıklarıma göre, özellikle de kökenleri Adana yöresinde olanların galiz küfürleri arasında “senin Allahını, kitabını, dinini, imanını…” diye başlayıp gidenler hemen herkesçe bilinir. Onları hatırlayarak dediğim şudur: Halkımız bunları söyleyip boyunca günaha gireceğine, bu çarpılmasına yol açabilecek kötü alışkanlığından vazgeçip, “hay senin demokrasine de demokratına da…” diye bayramlık ağzını açmaya başladığında, işte o zaman, kurtuluşa çok yaklaşmışız demektir.