Eğlencelik

AkP’nin ve hükümetin başkanı Erdoğan’ın ona son günlerde artan yüklenmeleri ile söze başlayabiliriz. Anmak istediğim, bu yüklenmelerden “Oturduğumuz yerde tecavüze maruz kaldık!” diye yakınan kişi, dokuzuncu cumhurbaşkanı Demirel. Artık bu adlarla anıldığında sadece gençler değil daha ileri yaşlardaki yurttaşlar da kimden söz edildiğini anlamakta güçlük çekebiliyorlar, ama “baba, bir bilen, Çoban Sülü, Morrison Süleyman”, kendisine yakıştırılmış en yaygın lakaplar arasında yer alıyor. Bu adlandırmaların burada, kronolojik olarak, sondan başa doğru sıralanmış durumda olduğunu ve sadece sonuncusunun onun muarızları olan biz solcular tarafından yakıştırıldığını da ekleyelim ilk üçü, kendi yandaşlarına aittir ve hemen anlaşıldığı gibi, imkânsız bir işe, kendisini güzellemeye soyunmaktadır.
Erdoğan’ın başlatıp çeşitli konumlardaki izleyicilerinin yoğunlaştırdıkları saldırılarda Demirel’in Kılıçdaroğlu’nu ve partisini etkileyerek koydurttuğu adaylarla, yeni mecliste, neredeyse bir “baba grubu” yahut, yukarıdaki yakıştırmalardan bir başkasıyla söylersek, bir “Morrison Süleyman grubu” kurdurabilecek adımı attığı dedikodu ediliyor. Saymaya girişmedim ama, grup sözcüğünü “en az yirmi milletvekilinden oluşan meclis grubu” değil de “ortak özelliklerinden biri Demirel’e yakınlık olan milletvekillerinden oluşan bir küme” olarak anlamak koşuluyla, bu en kıdemli ve artık tam değilse bile yarı emekli burjuva politikacısının böyle durduk yerde tecavüze uğramış günahsız bir fani hissine kapılmasına hak vermek pek kolay görünmüyor. Küçümsenmeyecek sayıda Demirel muhibbinin, ya da sevdalısının diyelim, yeni CHP’nin listelerinde seçilebilecek yerlerde aday gösterildiği anlaşılıyor.

Ancak, bu son yazdıklarımızdan Erdoğan ve tayfasının haklı oldukları çıkmaz elbet. Nitekim, geçen birkaç gün içinde bazı gazeteciler, küçük bir hatırlatma yaptılar: Erdoğan, 2004 yılında, ne kadar ileri olursa o kadar mafyatikleşen demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak yeni keşfedilmiş “dize kaset sıkma usulü”nün ilk ve en ünlü mağduru politikacının himmetiyle sadaret makamına yerleştirildiği sıralarda olmalı, hayır duasını almak ve gürül gürül akıttığı engin tecrübelerinden birkaç tas doldurup içmek üzere bu muhterem büyüğünü ziyaret etmişti. Anlaşılan, 80 yaşında ilim irfan kaynağı olarak kapısına yüz sürülmesi gerekenler, 87’sine gelince kenara çekilip emr-i hakkın vaki olmasını bekleyeceklermiş. Bizim Müslümanların akidesi de böyle oluyor demek!
Başka listelere de bakmakta yarar olabilir de, yeni CHP’nin listelerini biraz daha hatırlamaya çalışınca, grup kurma iddia ve beklentisi içindekilerin Demirel muhiplerinden ibaret olmadığı anlaşılıyor. Sözün gelişi, sivil toplumun en çağdaş ajanları olduklarını artık derin siyasetbilimcilerimizin herkese iyice öğrettikleri cemaatlerin temsilcileri de, hele şu cemaatti bu tarikattı diye ayrı gayrı yapılmadan bir ve beraber mütalaa edildiklerinde, seçim performansını yükseltmiş bir CHP’nin meclis grubu içinde hatırı sayılır bir alt küme olarak yer alabilecekler.
İyi güzel de, şöyle bir soru ya da sorun geliyor insanın aklına: Tamam, çok düşük de olsa bir hükümet yahut hükümet parçası olma olasılığından söz edilebilir, o durumda türlü çeşitli alt kümeleri kaldırabilen bir meclis grubu epey bir süre parçalanmadan gidebilir. Ama, en büyük olasılıkla, yeni meni bu CHP’nin de müzmin ana muhalefet grubunu oluşturacağı akla getirildiğinde, iktidar nimetlerinin uzağında kalınacağına göre, onca alt kümenin nasıl ve ne kadar bir süre tek parça olarak kalacağı kestirilebilir mi?

Bununla birlikte, ille de böyle karamsarlık saçmak gerekmiyor, diyenler olacaktır elbet. Onların itirazına kulak verelim dediğimdeyse, örnek olsun, çocukluğumdan beri sevdiğim Ege türkülerini bütün ülkeye sevdirenler arasında yer almış, bizim mektepli bir türkücünün yeni meclise girecek oluşu aklıma geliyor. Son yıllarda devlet televizyonunun standart programları arasına alınmış bulunan meclisten canlı yayınların hiç değilse haftada biri Ege türkülerine ayrılsa ve bu vekilimiz çalıp söylese, ciddi bir izleyici patlaması yaşanabilir. Zaten demokrasi dediğiniz de, son tahlilde, halka en iyi hizmeti sunmak değilse nedir ve dahi çalıp söylemekle gülüp eğlenmeyi bahşetmekten âlâ hizmet mi olur?

Lakin, bunu der demez, şu kadersiz İbo’yu anmadan geçmek ne mümkün! O da olacaktı ki, haftada bir günü de ona ayırıp, hem demokrasinin nasıl bir uzlaşma rejimi olduğunu hem de Türk’le Kürdün etle tırnak gibi kaynaşmışlığını dosta düşmana göstermek, çocuk oyuncağına dönecekti.
Aslına bakılırsa, demokrasinin bu halkı eğlendirme işlevini ihmal etmek kadar bağışlanmaz bir yanılgı olamaz. Bizimkiler, kendileri akıl edemiyorlarsa, bu “şey”in beşiği sayılagelmiş Fransa, İtalya gibi memleketlere baksalar, iyi olur. Zaten, Erdoğan beyefendi de hep muasır medeniyet seviyesini hedef gösterip onların siyasetçileriyle can ciğer dost olmuyor, onları çoluk çocuğunun nikâh şahidi bile yapmıyor mu?
Şimdi, sözün dönüp dolaşıp geldiği bu noktada, bir kıssadan hisse yahut özlü sonuç çıkarıp yazmamış olmaz.

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini yarılamaya yaklaştığımız bir zamanı idrak ettiğimiz şu günlerde, demokrasi anlayışının yepyeni boyutlar kazandığını görmek şarttır. Artık parlamento diye söylenegelmiş organların eski işlevlerine takılıp kalmak ile çağdışı kalmak arasındaki fark çok azalmış bulunmaktadır “kalmak” parantezine alınırsa, “takılıp çağdışı kalmak” olur ki, bu da matematiğin bize bir yardımıdır. Bundan böyle, parlamentolar da demokrasi dediğimiz yüce “şey”in en yeni işlevine katkıda bulunmayı gündemlerinin başına alarak eğlendirici olmanın yol ve yöntemlerini daha da geliştirip zenginleştirmeli böylece, her nimeti hak eden memleketimiz evlatları, başı sonu bilinmez bu çağdaşlık yarışında mahcup ve mahzun kalmaktan kurtarılmalıdır.

Öyle ya, eğlenceli olmadıktan sonra, ne anlamışım ben o demokrasiden!