'Fetvalarına karşı çıkaracak bir fetvamız ve ayetlerini boşa çıkaracak bir ayetimiz yok bizim. İnsanlığın ortak atası olan bir Adem ve Havva var olmamıştır.'

Bilgi ağacının yasak meyvesi

Adem kim? Mitolojik bir karakter. O mitolojiyi içeren dinlere göre insanlığın ilk babası. Kökeni bilinmiyor, İbranca mı, Arapça mı, Süryanca mı belli değil. Bir özelliği daha var ilk olmanın yanında. Kutsal kitaplara göre “çamurdan” yaratılıp “hayat üflendikten” sonra Havva ile birlikte cennette kalması, dilediği gibi yiyip içmesi bildirilmiş. Malum cennette yasak yok, şarap falan serbest. Nedense her şeyin serbest olduğu bu hayali yere bir “yasak ağaç” koymuşlar, Adem ve eşinin ona yaklaşmaları yasak. Fakat o sırada oralardan geçmekte olan Şeytan elemanları dürtmüş, yasağı çiğnemişler ve cennetten yeryüzüne şutlanmışlar. Yani Adem ve Havva, ilk insanlar olmalarının yanında ilk günahkârlar. Mitoloji bu.

Adlarının kökeni gibi nitelikleri konusunda da bir oydaşma yok. Peygamber olduklarına inananlar var. “Peygamber de, kime peygamber, yeryüzünde onlardan başka kimse yok ki” deyip peygamber olamayacaklarını söyleyenler var. Olmadı melekleri Adem’e mürit yazdıranlar var. Dinde imkân tükenmez!

Bugün bildiğimiz halini Eski Ahit yaratılış efsanesine borçluyuz. Tekvin’de, Eski Ahit’in ilk kitabıdır, Tanrı, yarattığı insanlara cennetteki yasak ağacı şöyle tarif ediyor: “Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki, ölmeyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi; katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.” Meselenin ne olduğu açıktır, bilgi ağacının meyvesini yeme yasağıdır bu. Ancak ne var ki insan bilgiyi ölümsüzlüğe tercih etmiştir. İyiyi ve kötüyü bildikçe insanlaşmış, gökten yeryüzüne inmiş, dünyevileşmiştir. Böylece “Allah gibi” olmuşlardır. Ne deniyordu İsis Tapınağı’nın çıkışında karanlığını yenmiş olan bilgelik taliplilerine: “Tanrılar ölümsüz insanlar, insanlar ölümlü tanrılardır. Hangisi olacağınız sizin elinizde!” O halde? Bilginin peşinden giden, ölümlü bir tanrıya dönüşür.

Ol hikayat, Tekvin’den İslamiyet’e geçmiş, olduğu gibi kabul edilmiş. Dinlerin hikayeleri ortaktır.

Geçişin nasıl olduğuna gelince, Halife Osman’ın “vahiy kâtibi” Zeyd’den yola çıkabiliriz. Zeyd’in anlatımına göre Peygamber bir gün onu çağırmış, “Bana yazılar geliyor. Ben istemiyorum ki herkes onları bilsin. O yüzden sen gel de Tevrat dili olan İbraniceyi ve İncil dili olan Süryaniceyi öğren” demiş. Teklifini kabul etmiş, öğrenmeye koyulmuş, 17 gün sonra öğrenmiş! Abartma eskilerin hikâye tarzıdır, bunu, adı geçen dilleri zaten bildiğine yorabiliriz. Demek ki elimizde İbranca ve Süryancaya vakıf, haliyle Tevrat ve İncil’i de bilen en az bir uzmanımız var. Zeyd, Yahudi kökenliydi, anadili İbrancaydı. Ayrıca çok sık inanç değiştiriyordu, pek çok dine girip çıkmıştı, İslam sonuncu durağıdır. Mescid önünde derlediklerinin arasındaki boşlukları kendince doldurduğunu tahmin edebiliriz. Adem ile Havva’yı eklemiş, ancak Habil ile Kabil eklemeyi unutmuştur. Eksik veya fazla, bugünkü tartışmalara büyük katkısı vardır.

***

Dinden önce mitoloji var. Orada da benzer masallar olduğunu biliyoruz. Arap mitolojisi, Arapların İslamiyet öncesi çoktanrıcı inanç ve söylenceleri yanında Hristiyan, Yahudi ve İran dinlerinin bir senteziydi. Üstelik Sümer ve Mezopotamya mitolojisinin kokusu sinmişti üzerine. Herkes eskilerin mitolojisini kendi diline çevirir, alır, kabul eder. Karakterler ve tanrılar ad ve kılık değiştirerek yeni kültüre uyum sağlar. Aslını bilmeyenler, putlarını yapıp onlara tapar. Put ise, bu sentezi kolaylaştıran birer semboldür sadece. Arap Yarımadası'nda İslam’ın ortaya çıkmasından önce çok sayıda kutsal mekân ve buralarda inşa edilen kübik ilah evleri (Kâbe) bulunduğu, buralarda değişik tapınmaların gerçekleştirildiği biliniyor. Zamanla çoğu gitmiş azı kalmıştır. Dinde sadeleştirme esastır. 

Unutulmasın, bugün “tektanrıcı” diye tanımlanan dinlerin tamamı o çok tanrıcı kültürün içinden çıktı. Birini öne çıkardılar, diğerlerinin rütbelerini söktüler, adlarına da “melek” dediler. Aton ile Adonay, İsis-Osiris-Horus ile Meryem-Baba-Oğul birbirine benzemiyor mu? Aramca-Süryanice konuşan İsa da Tanrısına “Eli” diye yalvarıyordu. El, Baal, El-Lat olmadan İslamiyet mümkün olur mu?

Demem o ki, yeni dinler önceki dinlerin az çok tutarlı bir özetidir. Bazılarını alırlar ve bazılarını dışarıda bırakırlar; yeni bir hikâye oluştururlar ve yeni bir denklem kurarlar. Senkretizm bütün dinlerin “mütemmim cüz”üdür. 

***

Uzaklarda aramaya gerek yok, Diyanet’in bir “İslam Ansiklopedisi” var. Diyor ki “Adem” maddesinde, “Adam, İbrânîce’de insan türü için kullanılan müşterek bir isimdir. Ahd-i Atîk’te bu kelime, insan ve insan türü anlamında 500’den çok yerde, nâdiren de özel isim olarak ilk insan için kullanılmıştır. Tekvîn’in ilk beş babında kelime hem özel isim olarak, hem de “insan türü” ve “ilk insan” mânalarında kullanılmıştır. Çağdaş yorumcular, kelimenin Tekvîn’e kadar ‘insan türü’ anlamında kullanıldığı kanaatindedirler.” Demek ki Adem, özel isim olmaktan çok bir cins isimdir. Ademe cahil dediğimizde aslında ilkinden çok türüne cahil demiş oluyoruz. 

Kaldı ki mesele sadece Adem’in cehaleti değildir. Mesele, cehaletinden bağımsız olarak bizzat varlığının ve bu varlığın tarif ediliş biçiminin bilime aykırı olmasıdır. Deniyor ki “Ansiklopedi”de, “dem’in herhangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil, topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün ilk atası, yeryüzünde, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli mânevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir.” Yani “Evrim”i İslam’la bağdaştıramıyoruz. Bağdaştıramamakla birlikte Evrim’i kabul ediyoruz. Evrim’i kabul eden Adem’i ve haliyle İslam’ı reddetmiş oluyor. Ansiklopedi, başka türlü bir yoruma imkân bırakmıyor. 

Yani ister cahil olsun ister okur yazar, Evrim’de Adem’e yer yoktur. 

Peki ne yapacağız? Tanımama hakkımız var ve bu hakkı Diyanet’in Ansiklopedi’sinden değil, Voltaire’in Sözlüğü’nden alıyoruz. Adem, sözlüğün üçüncü maddesidir ve şöyle başlıyor: “Yahudi hahamları Adem’in kitaplarını okumuşlar, hocasının kim olduğunu, ikinci karısının adını hep biliyorlar ama ben ilk babamızın bu kitaplarını hiç okumadığım için bu konuda da ağzımı açmayacağım.” Daha fazlasına gerek yoktur, gevezeliktir. 

***

Kötü bir pop parçasında Adem ve Havva’ya cahil denilmesini bahane ettiler, cami gölgesine ve devlet gücüne yaslanarak dil koparmaya kalkıştılar. Bu tartışmaya “aydınlarımız” iki bildiriyle dahil oldu. İlkinde laiklik ve din hakkında tek satır yoktu. İkincisi ise “aydın ilahiyatçılardan” geliyordu. Bu ikinci gruba göre “dil koparma” tehdidi İslam dininin kimi kurallarına aykırıydı. Çok özgürlükçüydüler, zaten peygamberler insanlar baskı görsün, sanatçılar, aydınlar, halklar susturulsun diye değil özgürlük ve adalet için gelmişlerdi. Öyleyse fetvaya karşı fetva, ayete karşı ayet!

Dine aykırı veya değil, sıkıntılı olan bu dinsel dilin ta kendisidir. Fetvalarına karşı çıkaracak bir fetvamız ve ayetlerini boşa çıkaracak bir ayetimiz yok bizim. İnsanlığın ortak atası olan bir Adem ve Havva var olmamıştır. Bize genlerini miras bırakan “anamız” ve “babamız” arasında 70 bin yıllık bir mesafe var. Yani sembolik anamız ile sembolik babamız hiç karşılaşmadı, bilimin dediği bu. Hayat bugünkü çeşitliliğini değişip dönüşerek, doğaya uyum sağlayarak ve doğal seçilim ile oluşturdu. İnsan da bu evrimin doğal bir uzantısıdır. Başka türlüsü mitolojidir. 

Aydınlıkla laikliğe, laiklikle bilime ulaştık. Büyük Aydınlanmacılar, dinlerin yarattığı bu kutsal haleyi parçalayarak açtı ışıklı yolu. Dini bilimin diliyle tartışmayı öyle öğrendik. Bilimde ise kutsala yer yoktur. 

Hic rhodus hic salta, hayata değin tezi olan buyursun, doğru olduğunu da göstersin!