SÖYLEŞİ | TKP Göçmen İşçi Bürosu: Mücadelede çıkarlarımız ortak

Suriyeli emekçilere saldırılar artarken, TKP Göçmen İşçi Bürosu 'Emekçilerin çıkarı bu oyunu bozmak, patronlardan hesap sorarken göçmen emekçileri kendi saflarına kazanmaktır' diyor.

Burcu Günüşen

Türkiye’de son dönemde göçmen işçilere yönelik ırkçı saldırılar arttı. Son olarak İzmir ve İstanbul’daki saldırılarda 4 göçmen işçi uykusunda öldürüldü.

Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) 2020 yılında topladığı 13. Kongresi'nde alınan karar doğrultusunda kurulan TKP Göçmen İşçi Bürosu yayımladığı açıklamada “Türkiye emekçileri, bu vahşetin hesabını en başta Türkiyeli patronlardan ve onların siyasi temsilcilerinden soracaktır” dedi.

TKP Göçmen İşçi Bürosu ile Türkiye işçi sınıfının bir parçası olan göçmen işçilere dönük saldırıları ve sömürü düzenine karşı ortak mücadeleyi konuştuk.

‘Emekçilerin çıkarları bu oyunu bozmak’

Son bir ay içinde İzmir ve İstanbul’da Suriyeli emekçilere yönelik iki ayrı vahşi saldırı yapıldı. İkisinde de emekçiler uykularında öldürüldü. Siz de bir açıklama yaparak bu saldırıların yalnızca kalleşlik olmadığını aynı zamanda patron uşaklığı olduğunu dile getirdiniz. Göçmen düşmanlığı ve ırkçılık patronlara nasıl hizmet ediyor?

Bir kere göçmenlere dönük kör şiddetten bu düzen besleniyor. Türkiye'de emek mücadelesinin en büyük zaaflarından biri ırkçılığa da varabilen kimlikçilik. Göçmen gündemi, gündelik dilde "ekonomik gündem" kapsamına giren işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar söz konusu olduğunda "ulusal çıkarlar" bağlamında değil sınıf çıkarları çerçevesinde değerlendirilmek zorunda. Patronların çıkarı, göçmen ve yerli emekçiler arasında oluşturulan karşıtlık sayesinde kendi sömürü politikalarının gizlenmesidir. Hele ki bugün emek düşmanı politikaların sadece AKP'yle ilişkilendirilmesi, göçmen karşıtlığının da muhalefete mal edilmesi, patronların çıkınlarını doldurup olup bitenden kendilerini bir güzel sıyrılmalarını sağlıyor. Emekçilerin çıkarı bu oyunu bozmak, geleceğimizi karartan patronlardan hesap sorarken göçmen emekçileri kendi saflarına kazanmaktır.

‘Saldırılarda son birkaç aydır artış var’



İstanbul Bayrampaşa’da 19 yaşındaki Nail Elnaif’in evinde uyurken bıçaklanarak öldürülmesinden günler sonra yine Bayrampaşa’da bir ev sahibi kirasını neredeyse 3 katına çıkarma isteğini kabul etmeyen Suriyeli kiracılarının evine baltayla saldırdı. Saldırılardaki bu artışı neye bağlıyorsunuz?

Aslında göçmenlere yönelik saldırılar son birkaç aydır artış gösterdi. Yaz sonunda Ankara Altındağ’da yaşanan saldırılar, Kasım ayında İzmir’de üç genç Suriyeli işçinin yakılarak öldürülmesi, ardından üst üste Esenyurt’ta yaşananlar, Bayrampaşa’da Nail Elnaif’in uykusunda öldürülmesi ve son olarak baltalı saldırı…


Ülkede işsizliğin, yoksulluğun artması ve gün geçtikçe daha yıkıcı hale gelmesiyle, bu saldırıların artışı arasında elbette yakın ilişki var. Böylesi dönemlerde hem ırkçılık hem de gericilik düzen siyaseti eliyle yaygınlaştırılıyor. Her güne yeni zamlarla uyanırken, her bir fatura elimizi yakarken, ülkedeki bir dizi problemin sorumlusunu göçmenler olarak göstermek AKP’nin elini rahatlatıyor. Yani aslında bir anlamda, ülkede göçmenler mevcut düzenin ayıplarını örtmede araç olarak kullanılıyor.


Bunun yanında, göçmen işçiler çoğunlukla çalışma yaşamının en alt katmanını oluşturuyor. Yani en savunmasız, en düşük ücretli, en güvencesiz bölmesini… Bu da yine yerli işçilerle göçmen işçiler arasında gerginliklere yol açabiliyor. Oysa bu durum da patronların ucuz ve güvencesiz işgücü hırsından kaynaklanıyor. Düzen siyaseti ve patronlar eliyle yaratılan bu “rekabet”in sorumlusu göçmen işçiler olmamasına karşın, özellikle artan yoksulluk dönemlerinde göçmenlerin hedef haline gelmesine yol açıyor.



‘Her iş kolunda göçmen işçilerle temas ediyoruz’

Göçmen işçileri sömürü düzenine karşı mücadelenizde saflarına davet ediyorsunuz. Göçmen işçiler arasında örgütlenme çalışmalarınızdan söz edebilir misiniz?

Türkiye işçi sınıfının en güvencesiz ve en kuralsız çalışan, çalıştırılan kesiminden bahsediyoruz göçmen işçilerden söz ederken. Bununla beraber çocuk işçiliğin, ev eksenli ucuz emek gücünün de çok yoğun görüldüğü bir dinamikten bahsediyoruz. Türkiye Komünist Partisi’nin temas ettiği, nüfuz ettiği hemen hemen her iş kolunda, fabrikada ve yerellikte göçmen emekçiler ile temas ediyoruz. Türkiye işçi sınıfının bir parçası olan göçmen emekçilerin çalışma koşullarındaki güvencesizliğinin yanı sıra siyasal ve toplumsal hayata katılımlarında da çeşitli bariyerler bulunmakta, Türkiye Komünist Partisi gerek semt evleri, işçi evleri ve dayanışma komiteleri ile beraber dayanışmayı örgütlemeye çalışıyor.

Pandemi döneminde gerçekleşen kimi işçi direnişleri ve eylemliliklerinde de göçmen emekçi kardeşlerimizle yan yana geldik, Amana Foods bunlardan sadece bir tanesi...

Dayanışmanın merkezi olan semt ve işçi evlerinde gerçekleştirilen Türkçe dil atölyeleri, göçmen çocuklar için destekleyici eğitim kursları, işçi toplantıları ve Türkiye'deki yasal ve hukuki hakları hakkında bilgilendirici toplantılar gerçekleştiriliyor. İlerleyen dönemlerde bu toplantıların sayılarını arttırmak ve dayanışmanın örgütlü gücünü daha görünür kılmayı hedefliyoruz.

Bursa Panayır Semt Evi'nde göçmenler için açılan okuma yazma kursundan...



‘AB insanlık suçu işliyor, AKP de sermaye sınıfıyla birlikte bu suça ortak oluyor’

AKP’nin göçmen politikası ve göçmenleri AB ile pazarlıklarda bir koz olarak kullanmasına ve AB ile imzalanan Göç Anlaşması’na nasıl bakıyorsunuz?

Öncelikle belirtmek gerekir ki; AKP’nin göçmen politikası, birçok konuda sürdürmekte olduğu politika ve stratejilerle benzerlik gösteriyor. Vaatte bulun, vaadi gerçekleştirme, karşılığında talep ettiklerin için pazarlık yap, ilerleyen aşamalarda yaşanan tıkanmalar durumunda bu sefer de tehdit et, koz olarak kullan. AKP’nin hem iç politikada hem de dış politikada kendisini gösteren bu yöntemi kullandığı herkes tarafından biliniyor. Üstelik de herhangi insani bir etik sınır tanımaksızın. 2. senesine yaklaşmakta olduğumuz “Mülteci Krizi”nde yaşananlar buna örnek olarak gösterilebilir. 
2015 senesinde Alan Kurdi bebeğin cansız bedeni üzerinden yapılan pazarlıklar, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı ve hedeflerine yönelik meşruiyet yakalamasına olanak tanırken, bu yolla sermaye düzeninin bölgesel açıdan ekonomik hedeflerini de canlandırmış oldu. AB ile imzalanan Göç Anlaşması bir bakıma buna yaslanıyor. AB’nin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ve 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’ni de ret eden bu anlaşmayla kendi ülkelerine göçmenleri almayarak, göçmenleri kendi sınırlarında tutması karşılığında Türkiye’ye para ödemeyi teklif etmesinin ise insani hiçbir kriterle uzaktan yakından alakası yok. AB, açıktan insanlık suçu işliyor, AKP de sermaye sınıfı ile birlikte bu suça ortak oluyor. 

Sermaye sınıfı bölgede yapılan anlaşmalar sonucu gerçekleştirilen ihalelerden pay kaparken, içeride de büyük bir avantaja sahip oldu; göçmen düşmanlığı. Tarih boyunca yaşanan ekonomik kriz, işsizlik ve yoksulluk dönemlerinde, yöneten sınıf için her zaman kuvvetli bir enstrüman olarak kullanılan göçmen düşmanlığı, işçi sınıfını bölmek ve güçsüzleştirmek için de avantaj olarak kullanılmaya devam ediyor.

Göçmen politikası, sınırların ötesinde AKP’nin yayılmacı bölgesel politikalarına destek bulma yolu ararken, içeride de işçi sınıfının her unsuru için sömürünün derinleştirilmesinin ve sermaye sınıfı için kârını arttırmanın önünü açmak olarak kısaca özetlenebilir. 

‘Geri gönderme söylemi sermayenin sınır ötesi arayışlarına hitap ediyor’

CHP başta olmak üzere düzen muhalefetinin Suriyeli mültecileri ülkelerine göndereceklerine yönelik açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaptıkları bir yanıyla göçmen karşıtı tepkiyi kendi taraflarına çekmeyi amaçlıyor. Saldırgan bir dil kullanmasalar da göçmenlere dönük kuşkuculuktan düşmanlığa evrilebilen bir eğilimi yukarıda anlattığımız gibi patronların ekmeğine yağ sürecek şekilde kullanmaya çalışıyorlar. Diğer yandan Suriye'nin üzerinde emperyalist güçlerin ve Türkiye gibi Suriye'de nüfuz peşinde olan bölge güçlerinin pazarlıkları sürüyor. Suriyelileri ülkelerine göndermek demek Türkiye patronlarının şu anda Türkiye'de sürdürdüğü emek sömürüsünü Suriye'de devam ettirebileceği koşulların yaratılması demek. Nitekim CHP'nin barışçıl bir şekilde bunun yapılması gerektiğini dile getirirken, "Suriye'de sanayi siteleri ve iş fırsatları yaratmak lazım" demesi, AKP'nin yapmaya çalıştığı gibi bölgesel pazarlık masasında Türkiyeli patronları adına projeler sunmasını ifade ediyor. Kısacası bugün ırkçılığa varabilen kışkırtmalara konu olan bir geri gönderme söylemi aynı zamanda sermayenin sınır ötesi arayışlarına hitap etmektedir.

Sosyalizm mücadelesinde göçmen işçilerle yan yana gelmek

Türkiye’de ve dünyada göç sorununun kaynağı ne ve bu sorunun emekçiler lehine çözümü için ne yapılmalı?

Aslında herkesin bildiği gibi göçü esas olarak ortaya çıkartan dünyadaki sömürü düzeni ve emperyalist politikalardır. Göç çeken ülkelerde patronlar göçmen emeğini sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda o ülkedeki işçi sınıfı üzerinde rekabetçi bir baskı yaratıyorlar. Bizimkisi gibi bazı ülkelerde patronlar ayrıca göçü tetikleyen emperyalist politikalara da ortak olarak göçün hem sebeplerinden hem de sonuçlarından semiriyorlar. Sonuç olarak patronlarla köklü bir şekilde hesaplaşmak şart. Biz Türkiye'de emekçilerin gündelik mücadelede olanaklı olan her yerde güçlerini göçmen emekçilerle birleştirmesi gerektiğini savunuyoruz. Bugün düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, güvencesizliğe, pahalılığa karşı mücadelede çıkarlarımız ortak. Hedeflediğimiz emekçi iktidarının bu topraklarda emeği ile geçinen herkesin iktidarı olacağını söylüyoruz. Ülkemizin tepesindeki asalakları silkip atabilsek herkese insanca bir yaşam sunabilecek zenginlikte bir memleketimiz var. Öte yandan başta komşularımız olmak üzere insanların doğdukları topraklarından sürülmelerine karşı çıkmak emperyalizmle hesaplaşmaktan geçiyor. Türkiye'de sosyalizm mücadelesinde göçmen emekçilerle yan yana gelmek demek, bölgede emperyalizmin göçmenler üzerinden sürdürdüğü sömürü politikalarına da set çekmek anlamına gelecek.