Bu yazıya Rammstein’ın “Deutschland” şarkısına çektiği video klip vesile oluyor. Pop müzik grubundan, pop şarkı klibinden emperyalizm analizi yapılır mı? Deneyelim bakalım. En kötü zihin egzersizi yapmış oluruz.
Geriden gelenin hırsı
Temel tezimizle başlayalım: Almanya’yı karakterize eden şey “yarışa geç başlayanın öndekilere yetişme çabası”dır. Cermen burjuvazisi kapitalizmin tarihsel gelişiminde İngiltere, Amerika, Fransa sırasıyla ilerleyen birinci kuşağın sonuncusu olmakla İtalya, Rusya, İspanya biçiminde devam edecek ikinci kuşağın birincisi olmak arasında sıkışmıştır.1 İkinci lige kalmama mücadelesi, nesnel durumun iradi olarak zorlanmasıyla kazanılmıştır (örneğin özsel anlamda burjuvazinin kendi dinini kurması olan reformasyonun Prusya’dan başlaması tesadüf değildir).
Arkadan gelen öndekine yetişir, geçmeye çalışır ve kavga çıkar. Almanya 2,5 dünya savaşının çıkartıcısıdır. Birinci ve İkinci malum, ama Almanya’nın kuruluşu da toplamda kesinlikle bir “buçukuncu dünya savaşı” sayılabilir, Prusya-Avusturya ve Fransa-Prusya savaşlarının kazanılmasıyla olmuştur. Öyle ki günümüz Federal Almanyası’nın kökeni olan Alman İmparatorluğu Fransa’ya karşı Sedan Savaşı’nın kazanılıp İmparator III. Napolyon’un esir edilmesinin ardından ilan edilmiş; yeni anayasanın yürürlüğe girdiği ve Prusya Kralı I. Wilhelm’in Kayzer ilan edildiği tören, ele geçirilmiş Varsailles sarayında yapılmıştır.2 Paris halen işgal altındadır, Fransız İmparatorluğu uşakça boyun eğmiştir ve Alman yayılmacılığının karşısında artık sadece Paris proletaryasının Komün’ü vardır. Aynı 2. Dünya Savaşı’nda Vichy Hükümeti’nin Nazilere uşakça boyun eğmesi ve Fransız komünistlerinin La Resistance’ı örgütlemesi gibi.
Dedik ya, geriden gelenin hırsı. Almanya buçukuncu savaşı kazandı, Birinci ve İkinciyi kaybetti. Her seferinde yarışta bir süreliğine geri kaldı, ama yaşadığı dev yenilgilere rağmen asla küme düşmedi. Bu yüzden, dünyanın neresinde olursa olsun “benim ülkem niye emperyalist değil” diye hayıflanan tüm özel mülkiyet yanlısı sözde antiemperyalistler Alman otomotiv sanayisinin 60’lardan itibaren Amerikan ve İngiliz rakipleri karşısında gösterdiği başarıya kişiliksiz bir hayranlıkla bakar.
Kültürel silahlanma yarışı
1945’teki Sovyet zaferi emperyalizme barışçıllık dayattıktan sonra başlıca kavga ideoloji alanında verilmeye başlandı. Artık yeni silahlar 1984’tü, Atlas Silkindi’ydi. Alman emperyalizmi bu yarışa da geriden başladı. Sonuçta Nazizm aynı zamanda kültürel bir aşırılıktı ve bu alanda yaşanan rezilliklerin de unutulması için zaman gerekiyordu. Meydan uzun süre soğuk savaş açısından kullanışlı, ama emperyal hevesler açısından etkisiz ezik liberallere kaldı.
Bir popüler rock grubu olarak Rammstein’ın yükselişi bu duruma bir tepkisellik barındırır. Grubun tohumları Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde sosyalizmin çözülüşü sırasında atıldı ve kariyeri özel olarak aynı dönemde uğursuz bir ideolojik görev üstlenen rock-metal müzik ile, genel olarak da Amerikan emperyalizminin abartılı seks ve şiddet üzerine kurulu popüler kültürü ile girişilen bir başarılı ağabey – parlak küçük kardeş itişmesi üzerinden ilerledi. Bu çaba esasen taklit ederek daha fazlasını yapma üzerine kuruluydu. Daha fazla seks, daha fazla şiddet, daha abartılı dışavurum. David Lynch’in Kayıp Otoban filmine soundtrack hazırlayan endüstriyel rock gurusu Trent Reznor iki şarkılarını alınca dünyaca tanındılar. Halen en bilinen şarkılarının yer aldığı ikinci albümleri Sehnsucht’un hit şarkıları “Engel” ve “Du Hast”a Tarantino filmi fragmanını andıran birer klip çektiler ve buradan sonrası esasen aynı yöntemin bütçe büyüdükçe daha kaliteli hale gelen iterasyonlarından ibaretti. 2010’a gelindiğinde artık “Haifisch” şarkısına çektikleri klipte işi ukalalığa vuruyor, grubun (klibin senaryosuna göre) ölmüş vokalistinin yerine Amerikan rock müziğinin en bilinen “frontman”lerinden Henry Rollins’i mi, Metallica’nın solisti James Hetfield’ı mı transfer edeceklerini tartışıp, Hetfield’da karar kılıyorlardı.
Öte yanda ise hiç bitmeyen bir tema olarak yenilgiden çıkmakta olan Almanlık gururu ve anti-Amerikancılık vardı. 80’leri yaşamış herkesin Modern Talking’in şarkılarını ezbere bilip Alman olmalarını bilmemesinin aksine Rammstein “sapına kadar” Almandı ve şarkılarında pop kültürün evrensel dili olan İngilizceyi neredeyse sadece Amerikan kültürüyle dalga geçeceği zaman kullanıyordu.3 Grubun ismi dahi Almanya’nın 2. Dünya Savaşı yenilgisinin sembollerinden biri sayılabilecek ABD Hava Kuvvetleri Ramstein Hava Üssü’nde bir gösteri uçuşu sırasında yaşanan ve çoğu çocuk 67 izleyicinin yanarak ölmesiyle sonuçlanan uçak kazasından geliyordu.
Burada kuru bir milliyetçilikten ziyade bir “rekabet bilinci”nin işlemesi önemli. Gerçekten de pazarlama karmalarının en önemli unsuru Almanlık olan Rammstein, 1945’te Alman emperyalizmini dize getiren Sovyet sosyalizmi ve onun desteğiyle kurulan Demokratik Alman Cumhuriyeti’yle hemen hiç uğraşmıyor ve eleştirel hedefe Amerika’yı yerleştiriyordu. Çünkü kendileri açısından rakip oydu. Bu eğilimleri, ABD’nin emperyalist hegemonyası sarsıldıkça Alman emperyalizminin tarihsel ihtiyaçlarıyla örtüşür hale geldi ve bu yazıya vesile olan Deutschland şarkısına çekilen klibe varıldı.
'Deutschland… über allen'
Burada klipteki her bir görüntü, her bir sahne tasarımını ayrıntısıyla tartışacak değiliz, önemli bir kısmı tarihsel açıdan anlamlı değil, ya da en azından çelişkili. Onun yerine, şarkı ve klipte sunulan genel fikre odaklanacağız.
“Sen çok ağladın, kalplerde birdin ama ruhlarda bölünmüştün…” şarkı böyle başlıyor. Ve şarkı boyunca Almanya’nın çeşitli “bölünmüşlük” ve “bütünleşmişlik” hallerini görüyoruz. Bütün bu resmi geçitte Almanya’yı anaç ve siyahi bir kadın temsil ediyor; kâh savaşkan, kâh mağdur. Yeri geliyor, Kutsal Roma Cermen bayrağını toprağa çakıp şehit düşenleri diriltiyor; yeri geliyor Meryem Ana gibi hamile kalıp, dünya savaşlarında soylarına kıran giren Alman ırkı köpeklerden doğuruyor. Asıl önemli olan ise şu: Grup üyeleri her sahnede tüm Almanlar olarak rol alıyor. 1929 Buhranı öncesi lale devrinde yeraltı bahisli kavgalarında birbirlerinin ağzını yüzünü dağıtanlardan, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin bürokratlarına, cadı avcısı rahiplerden, imha kamplarındaki tutsak Yahudilere ve Nazi subaylarına kadar herkes…
Bu Almanya, “gencecik, bir o kadar da yaşlı”, “hem kibirli, hem üstün”, “ne denli yükselirse, öyle sert düşüyor” ve en nihayetinde bu Almanya “herkesin üzerinde.”
Deutschland, Deutschland, über alles, über alles in der Welt… (Almanya, dünyadaki her şeyden önemli/her şeyin üzerinde) Bu cümle ilk kez 1797’de her biri kendi toprağının derdindeki Cermen aristokratları tek ve birleşik bir Almanya’ya çağırmak için yazılmıştı. 1922’de Versailles Antlaşması altında ezilen ülkenin milli marşı olarak bestelendi. 1925’te Hitler hapiste oturup Kavgam’ı yazarken, bu cümleleri Batı cephesinde savaş narası olarak attıklarını iddia ediyordu. Nazizm iktidara geldiğinde milli marşı budadı ve yalnızca bu cümleleri içeren ilk kıtayı bıraktı. Ve 1945 yenilgisinin ardından uzun süre milli marşsız kalan Batı Almanya’da milli marş 1952’de bu cümlenin olduğu kıtanın çıkartıldığı haliyle yeniden söylenmeye başlandı.
Ve Rammstein’ın şarkısında bu cümle bir harf değiştirilerek rehabilite ediliyor, şarkının estetik merkezine konuyor:
Deutschland, Deutschland, über allen… “her şeyin” üzerinde değil “herkesin (ya da hepimizin) üzerinde, hepimizden önemli” Almanya. Sen, ben varız tamam, ama hepimizin üzerinde bir Almanya var. Sevmesi bazen zor olsa da, vatan.
Alman emperyalizminin güncel ihtiyacı
Bu duygusal söylem, tüm dünya ABD kaynaklı ekonomik krizin ve “Çin kaynaklı” COVID-19 salgının pençesindeyken, salgınını nasıl Avrupa’nın geri kalanına sırt çevirerek “iyi yönettiyse” ekonomik krizi de Güney Avrupa, bilhassa da Yunanistan’ın sırtına yükleyerek “iyi yönetmiş” olan Alman emperyalizminin güncel ihtiyaçlarına birebir denk düşüyor. Alman emperyalizmi ABD hegemonyası dağıldıkça giderek daha fazla kendi göbeğini kesme ihtiyacı duyuyor ve bu ihtiyacın bir boyutu da ideolojik: Dünya çapında büyük işlere girişebilmek için önce son büyük girişimin rezilliğiyle tüm tarihlerinin üzerine düşen gölgeyi kaldırmak zorundalar.
“Nazizmi aklamaya çalışıyorlar” demiyorum, bu imkânsız. Ama şunu diyorlar: “Nazizm, Kızıl Ordu Fraksiyonu, cadı avları, Weimar yıllarındaki mafyokrasi, Stasi… Bunların hepsi pek fena şeylerdi, çok da acı çektik, çok ağladık. Ama ne olduysa oldu, bitti, burası Deutschland!”
Alman emperyalizminin böyle bir yeni sayfa açmaya ihtiyacı var ve Rammstein’ın müziği, sipariş edildiği için değil, kendi müzik kariyerlerinin başından bu güne tarihselliği ile doğal olarak bu ihtiyaçla örtüşüyor.
Peki, bu bizi niye ilgilendiriyor?
İlgilendiriyor çünkü bilhassa 2013’ten bu yana Türkiye’de AKP karşıtı toplumsallıkta yaygın bir Almanperverlik yerleşik hale geldi. Daha modernist-ulusalcı eğilimdekiler Alman sanayisine, ekonomik başarılara hayran olurken daha postmodern-liberal eğilimler Can Dündar’ın himayesine, Berlin’in sanat atmosferine falan meftun oluyor ama hepsinin ötesinde görünüşe bakılırsa Friedrich Ebert Vakfı işini iyi yapıyor. Normal, emperyalist hiyerarşi dağılır ve çok taraflı rekabet güçlenirken her emperyalist ülke için bu tarz beşinci kollar önem kazanır, bu işe bir miktar fon da ayrılır, ayrılıyordur.
Ama Almanperverlerimize üç şeyi hatırlatmak isteriz: Birincisi, bir emperyalist “çok acı çektik” diyorsa, devamı hayırlı gelmez. İkincisi, Türkiye’nin son Almanperverlik macerası kötü bitmişti. Üçüncüsü, ve en önemlisi, emperyaliste yaslanarak yurtsever de olunmaz, ilerici de.
- 1. Japon burjuvazisinin durumu da çok benzer, ama burada konuyu dağıtmayacağız.
- 2. I. Dünya Savaşı sonundaki dehşet verici Versailles Anlaşması, Fransa’nın yaşadığı bu utancın da rövanşıdır.
- 3. Bunun en komik hali “Amerika” şarkısının klibinde Ay’a bayrak dikecek ABD astronotlarının bayrak direğinin kullanım kılavuzunu okuyup yine de kurmayı becerememesi mizansenidir.