İşte ÇEDES: 12 yaşında çocuk ‘haram’ diye yolda gözünü kapatarak yürüyor

Eğitim çökmüş durumda. ÇEDES pilot ili İzmir’de bir veli, oğlunun ablasına bile bakmamaya çalıştığını belirtiyor. Psikiyatristlere göre sorun çok büyük.

Haber Merkezi

AKP, eğitim sistemini her açıdan çökertmiş durumda. Patronlar dahi şikayetçi. Öğrenciler okula gitmiyor, gidenler eğitim alamıyor. Bakanlığın derdi eğitim değil, her yere dini sokmak.

Zorunlu din dersleri, ardından seçmeli zorunlu din dersleri, üzerine TÜGVA’sından Suffa’sına dinci vakıflarla yapılan protokoller, her yanda pıtrak gibi biten sıbyan mektepleri derken, son girişimlerden biri, okullara din görevlileri yerleştirmeyi öngören ÇEDES uygulaması.

ÇEDES için seçilen pilot illerden biri İzmir. soL, İzmir’deki durumu yakından inceledi.

‘Çocuğumun gözünde korku görüyorum, çok üzücü’

Sema (gerçek ismi değil), İzmir’de çocuk büyütmeye çalışan on binlerce kadından biri. Bir süredir 12 yaşındaki oğlunun davranışlarında farklar gözlemliyordu.

“Beş, altı aydır oğlumuzda artan şekilde davranış farklılıkları var. Önce ablası ile aynı odada, yan yana oturmaması dikkatimizi çekti. Sonra ablasına bakmamaya çalıştığını gördük. Zaman zaman sokakta yürürken de gözlerini kapattığını fark ettik.”

Anne, sokakta gözleri kapalı yürüdüğünü fark ettiği oğluna bunun sebebini sormuş. Oğlu, “haram, bakmamam lazım” deyip ağlamaya başlamış. Sema, “Tam olarak ne yaşadığını, bunları ona kimin nasıl anlattığını bilmiyoruz. Ama çok korktuğunu, ağır bir suçluluk duygusu içerisinde olduğunu gözlemliyoruz” diyor.

Aile, çocuğa psikolojik destek sağlamaya başlamış. Sema, “En azından hâlâ çocuk olduğunu anladı şimdilik” diyor.

“Bu yaşta bir çocuğun gözlerinde böylesine bir korku görmek inanın çok üzücü. Koşup oynaması, eğlenmesi gereken bir yaşta çocuğunuzun korku dolu bakışlarıyla karşılaşmak çok çok üzücü.”

‘Çocuk o yaşta soyut kavramları anlamlandıramaz’

Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı, İzmir’de yaşıyor. Son seçimlerden TKP’nin İzmir 2. Bölge’den milletvekili adayıydı.

Köybaşı, çocukların zihinlerinin, erişkinlerden çok farklı çalıştığına dikkat çekiyor. “Dış dünyada olan biteni yeterince kavrayamadıkları için olayları kendileri ile ilişkilendirmeye, suçlu ve sorumlu hissetmeye yatkındırlar.”

Çocuk yaşta din eğitimi, Köybaşı’na göre çok sakıncalı: “Çocukların soyut düşünme yetisi 12 yaşından önce tamamlanmaz. Bu yaşa kadar soyut kavramları anlayamaz ve dış dünyayı olduğu gibi, somut algılarlar. Din eğitimi, özellikle soyut düşünme yetisi gelişmemiş küçük yaş grubu için anlaşılmaz olan cennet, cehennem, ahiret, günah gibi pek çok kavram içerir. Çocuk bu soyut kavramları anlamlandıramadıkça kendince yorumlayacak ve kaygı, korku, suçluluk gibi pek çok duygu ortaya çıkacaktır.”

Köybaşı’ndan bu durumun çocuklar üzerindeki etkilerini açmasını istiyoruz.

“Örneğin yaptığı bir hata nedeniyle cezalandırılacağını, cehennemde yanacağını duyan bir çocuk yoğun korku hissedebilir, yaşının gereği içinde hatalar da barındırması son derece doğal olan pek çok adım için kendini suçlayabilir. Ya da bir yakınını kaybettiğinde, ‘cennete gitti’ sözünü duyduğunda bunu pazara, markete gitmek gibi somut algılar. Sevdiği bir büyüğün gittiği ve bir daha geri gelmediği bu deneyim ise sonrasında diğer yakınlarından her uzak kaldığında onları da kaybetme korkusuna dönüşebilir. Örnekler çoğaltılabilir... Eğer çocuğun bu duyguları konuşulmaz, süreç sağlıklı bir biçimde yürütülmezse anksiyete bozukluğu, depresyon, obsesif kompulsif bozukluk gibi hastalıklara kapı aralanacaktır.”

‘Baskıyla, cezayla öğretirseniz çocukta vicdan gelişmez’

Öte yandan, Köybaşı’na göre, erken yaş grubunda zorunlu din eğitimi, sağlıklı bir vicdan gelişiminin önünde de önemli bir engel teşkil ediyor: “Çocuk bu yaşlarda deneyimleyerek ve büyüklerini izleyerek akranları ile sosyal ilişkiler kurar. Sağlıklı bir ilişkide karşısındakine saygı duyma, ona zarar vermeme, dayanışma ve paylaşım içinde olma gibi değerleri öğrenir. Zorunda olduğu için değil, empati kurmayı öğrendiği, bunların ‘iyi şeyler’ olduğunu kavradığı için içselleştirir. Ancak baskı ve dayatmayla, ceza ile korkutularak öğrenmeye zorlandığında sadece korktuğu için isteneni yapar. Sevgisi de, iyiliği de koşullu hale gelir, kötü olanla koyduğu sınır silikleşir. Bu durumda sağlıklı bir vicdan gelişiminden söz edemeyiz.”

Son dönemde tartışılan "değerler eğitimi" adı altında okullara din görevlisi atanması süreci, bir başka sıkıntıyı daha beraberinde getiriyor: Okullara atanan din görevlilerinin eğitim düzeyleri belirsiz ve pedagojik formasyona sahip değiller.

Türkiye’de giderek çok daha fazla sayıda çocuk, kayıt dışı, merdiven altı mekanlarda denetimsiz şekilde dini eğitime maruz kalıyor. Köybaşı, “Bu durumun kamu kurumlarında resmileşmesi, sürecin bambaşka bir boyuta evrilmesi demek. Çocuklara eşit, bilimsel ve laik bir eğitim hizmeti sunmakla yükümlü devletin, çocukların hem zihinsel hem de psikolojik açıdan baskı altına alınacakları bir eğitimin biçimini dayatmasından bahsediyoruz” yorumunda bulunuyor.

“Sonuç olarak, zorunlu din eğitiminin hele erken yaşa çekilmesinin ve okullarda din görevlileri atanması sürecinin çocuk ruh sağlığı açısından büyük bir tehdit oluşturduğunu tekrar vurgulamak istiyorum. Laiklik hepimiz için ama en çok çocuklar için yaşamsaldır. Laiklik, çocuğun sağlıklı bir gelişim süreci yaşamasının teminatıdır.”

Çocuğunu, karnını doyuramadığı için tarikat yurduna vermek

TKP’nin semt evleri, “büyük siyasetin” insanların gündelik hayatlarını bambaşka şekillerde etkilediği, her gün hayatta kalma mücadelesi verilen emekçi mahallelerinde bulunuyor.

Bunlardan biri, İzmir Bayraklı’da. TKP Bayraklı Semt Evi’nde Begüm, özellikle yoksul mahallelerindeki çocukların gerici uygulamalara maruz kaldığı gözlemini dile getiriyor.

“Birçok mahallede ne devletin ne belediyenin kreşi var, ancak her mahallede kuran kursları, sıbyan mektepleri var. Veliler bazen sırf çocukları bir yere bırakmaları gerektiği için, bazen de baskın mahalle kültürüne ayak uydurarak çocukları buralara gönderebiliyor.”

Begüm, Bayraklı’daki semt evine gelen veliler arasında, çocuğunun karnını doyuramadığı için tarikat yurduna vermeyi düşünenler olduğunu belirtiyor.

“Yine küçük yaşına rağmen çevrenin etkisiyle başını örtmek isteyen öğrencilerimiz oldu. Bunların hepsine yeni bir dayanışma kültürünü örerek ve gericilikle mücadele ederek göğüs germeye çalışıyoruz.”

Bazı veliler, çocuklarının okullarını kendileri temizliyor

Eğitim alanındaki sorun yalnızca din değil. AKP özel sektörü palazlandırırken, kamuda da eğitimi tamamen paralı hale getirmiş durumda. Kayıt parası, aidat, kıyafet, kırtasiye ihtiyaçları, yemek… Her biri, velilerin üzerinde büyük birer yük.

Begüm, “Okulun tuvalet kağıdını bile veliler alıyor, bazı velilerimizin çocuklarının okullarını kendileri temizliyor” diyor.

“Milli Eğitim Bakanlığı bütçesini çocukların laik bilimsel eğitimi için harcamak yerine tarikatlara onlarla yapılan protokollere harcamayı tercih ediyor.”

Eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe 1988’de yüzde 30,03 iken 2023 yılına geldiğimizde yüzde 9,18’e gerilemiş durumda. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün eğitim bütçesinden aldığı pay 2019 yılında 9.3 milyarken, 2022 yılında bu pay 20.6 milyar liraya yükselmiş durumda.

Ancak asıl darbeyi, emekçi ailelerin bütçeleri aldı.

Begüm, “Çevremizde yeterli beslenemediği için gelişim geriliği gösteren onlarca çocuk var” diyor, “Çocukların beslenmesi için değil, tarikatlar beslensin diye harcanıyor bütçeler.”

Begüm’e göre laiklik mücadelesi bugün ekmek mücadelesi kadar önemli.

“TKP’nin Semt evleri bunun için var. Semt evlerinde yaptığımız çocuk atölyeleri, veli toplantıları ve dayanışma etkinlikleriyle gericiliğin pençesinden aldığımız her çocuk bize umut oluyor. Onları gördükçe her mahalleye bir semt evi açılmasının ne kadar önemli olduğunu tekrar anlıyoruz.”