Fethullah Gülen mazoşist mi?

Cemaatin yayın organları, Gülen'in referandum açıklaması öncesinde Hocaefendi'nin 12 Eylül darbesinden ne çok çektiğini anlatan bir mağduriyet edebiyatına başladılar. Arşivde Gülen'in darbe için söylediklerine bakılırsa ya Hocaefendi'nin çok çektiği yalan, ya da kendisi ileri derecede mazoşist...

12 Eylül'deki Anayasa referandumu yaklaşırken "mağduriyet yarışı" da devam ediyor. Kılıçdaroğlu'nun "bütün darbeler CHP'ye karşı yapıldı" açıklaması ile aynı günlerde "Fethullah Gülen Hocaefendi"nin sitesine "Hocaefendi'yi de hedef almışlardı" başlıklı bir video-haber konuldu.

MHP'den CHP'ye, Saadet Partisi'nden AKP'ye kadar herkes mağduriyet yarışına girerken, Hocaefendi'nin "mağduriyet öyküsü" hepimizin gözlerini yaşartıyor.

"Hocaefendi'yi de hedef almışlardı"
Gülen'in "mağduriyet öyküsü" Samanyolu TV'de şöyle özetleniyor: "Ömrünü insanlığın hizmetine adayan Fethullah Gülen, 12 Eylül döneminin mağdurlarından biri. Hiçbir delil olmamasına rağmen hakkında arama kararı çıkarılmıştı ve yine hiç ilgisinin bulunmadığı dosyalara bulaştırılmak istendi. Ancak hepsinden de beraat etti. Karanlık odaklar, onu hapishanelerde çürütmenin yollarını aramışlardı. Bugün ortaya çıkan olaylar, kendisine yapılmak istenenleri çok daha net anlatıyor."

Oysa geçmişe bakıldığında, Fethullah Gülen'in darbeler ve askerlerle ilişkisi için çok farklı bir tablo ortaya çıkıyor.

O doğuştan bir askerci
Gülen'in Nurcularla tanışması henüz 16 yaşındayken Erzurum’da üsteğmenlik yapan Esat Kesafoğlu aracılığı ile oluyor. Yani O, bu camiaya daha ilk adımını bir askerin yardımı ile atıyor.

"Yeter ki postal giysin"
Cemal Tural, Said-i Nursi'nin mezarını yıktıran komutan olarak biliniyor ama o dönem Gülen'in "postal aşkı" o kadar fazla ki gözü başka bir şey görmüyor "Cemal Tural o sıralarda 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı."

"Deniz Gezmişler devlete başkaldırınca öldürüldüler, ne merasimi"
Cemaate ait Samanyolu TV'nin hazırladığı video-haberin bir sahnesinde Deniz Gezmiş'lerin idam kararını veren hakim de görünüyor. Malum, Gülen Hocaefendi'nin yanı sıra bugünün AKP kadroları da o dönemde Komünizmle Mücadele Dernekleri'nde solculara saldırsalar da, bugünlerde "mağduriyet edebiyatının" dibine vurdukları için utanmazca sol değerleri sahiplenebiliyorlar. Fethullah Gülen'in Deniz Gezmiş hikayesi, haberdekinden biraz farklı. 12 Mart 1971'de gerçekleşen darbenin ardından kısa bir süre tutuklu kalan Fethullah Gülen, çıkar çıkmaz şöyle diyordu: "Deniz Gezmişler, ömürleri boyunca dine, Allah’a, mukaddesata küfrediyor, devlete baş kaldırınca öldürülüyor. Sonra da dini merasimle gömülüyor. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?"

"Marx'ın bayrağı altında mitingler yapılıyor, neden müdahale edilmiyor!"
Fethullah Gülen, 1980 yılı Haziran ayına gelindiğinde şöyle sesleniyordu: "İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet... Bu nasıl iştir! Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler nerede? Marx’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır."

12 Eylül darbesinden önce orduya böyle seslenen Gülen, darbenin hemen ardından, Sızıntı dergisinin internetteki arşivinden de bulunabilecek olan Ekim 1980 tarihli ve "Son Karakol" başlıklı yazısında şu satırları kaleme alıyor:

"Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe selam duruyoruz"
"Sahnenin bu rengarenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün göz bağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızla yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Aslında, buna bir (sezmek) demek de uygun değildir.

Bu düşman kıskıvrak yakalama.. Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en mualla yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, bir evvelki sene selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçik’e teşekkürler sunulmuştu.

Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar berteraf edilebilsin.

Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz."

"Kanlıya merhamet en korkunç merhametsizliktir"
Sızıntı'nın bir sonraki, 1980 Kasım tarihli sayısında, binlerce kişi cezaevlerinde işkenceden geçirilirken Fethullah Gülen "Merhamet" isimli yazısı ile merhametsizlik çağrısı yapıyordu:

"Bir de, merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve su-i istimal edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla sevimsiz ve zararlıdır.

Yerinde kullanılan merhamet, bir ab-ı hayat, bir iksir ise, onun su-i istimal edilmesi de, bir zehir bir zakkumdur. Ve, asıl olan da, işte bu terkibi kavramaktır. Oksijen ve hidrojen, belli nisbetleriyle terkibe girince, en hayati bir unsuru meydana getirirler. Nisbet bozulduğu ve ayrı ayrı kaldıkları anda ise, yanıcı ve yakıcı hüviyetlerine dönerler.

Bunun gibi, merhametin de, hem dozu, hem de kime karşı yapılacağı çok mühimdir. ‘Canavara karşı merhamet göstermek iştahını açar, sonra döner dişinin kirasını ister’ Azgına merhamet, onu iyice saldırgan yapar ve başkalarına tecavüze teşvik eder. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alana merhamet edilmez. Ona merhamet, dünyanın idaresini kobralara bırakmak demektir.

Eli kanlı, yüzü kanlı gönlü kanlı, gözü kanlı hasılı, hem deli hem de kanlıya merhamet, bütün mağdurlara, bütün mazlumlara karşı en korkunç bir merhametsizliktir. Böyle bir tutum ise, kurda acıyıp da, kuzuların hukukunu kâle almama gibi bir şeye benzer ki, kurtları güldürse bile, bütün âsumanı h u efgâna getirecektir.

Merhamet hissinden mahrumiyet, nasıl bir hoyratlıktır. Öyle de, “zulmü alkışlama, zalimi sevme,’’ en az o kadar, insani değerlere karşı saygısızlık ve i’tisafdır. Ve günümüzde, daha çok, bu türlü havan taslaklarına rastlanıldığı için, milletin kader çizgisinde, adalet tevzii vazifesini yüklenenlerin bunlara karşı müteyakkız olmaları gerekmektedir."

Sızıntı dergisinin arşivinden "Merhamet" yazısının son paragrafının çıkartılmış olması ise, cemaatin ve Gülen'in kendi sözlerini sansürlemesi haber değeri taşısa da, yazının kalan kısmı dahi o kadar darbe sevdalısı ifadeler içeriyor ki, özel bir değer taşımıyor.

"Kenan Evren cennetliktir"
Fethullah Gülen'in mağduriyet hikayesi o kadar "hüzünlü" ki, Kenan Evren hakkındaki fetvası hepimizi ağlatıyor "Kenan Evren cennetliktir. Koruyucu ve kurtarıcı melektir."

Bugünlerde referandumda "Evet" denmesini isteyen ve AKP'nin "12 Eylül'le hesaplaşma" söylemine destek veren, sayfalarını birtakım "solcu"lara açan cemaat, 12 Eylül Anayasası'na elbette "Evet" oyu vermişti. Cemaat, 28 Şubat'ın ardından da "Erbakan hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli" diyerek "darbe karşıtı" yüzlerini göstermişlerdi.

Cemaat ve lideri, darbelerden "çok çekmiş". Eğer dedikleri doğruysa, her darbenin ardından söyledikleri sözler, ancak mazoşizmle açıklanabiliyor.

(soL - Haber Merkezi)