'Bu kof gerici dalgayı durdurmak için ciddi ciddi harekete geçilmelidir. Gün aydınların, sanatçıların insanlığın ileri birikimini korumak üzere ayağa kalkmaları gereken gündür.'

Cumartesi değinileri: Gericilik tsunamisi, tiyatro sahneleri ve bir mitingin ardından

Sevgili Serdal Bahçe dün soL portalda olayın adını “fosseptik patlaması” olarak koydu. Gayet yerinde. 

Savaşı çok konuşuyoruz kaçınılmaz olarak da, savaşın patlattığı lağımı veya bütün kıtaları basmakta olan gericilik tsunamisini de ciddi ciddi konuşmalıyız. Aklı başında insanların Dostoyevski’ye, Rus sanatçılarına, sporcularına, hatta kedilere yönelik tasfiyeye gülmeleri yeterli değildir. Zira Türkçedeki deyimle gülünce “gülüp geçilebilir.” Lakin durum yanından geçilmeyecek kadar ciddidir. Serdal'ın örneklerini hatırlayalım:

İtalya’da bir üniversite Dostoyevski üzerine açılmış bir dersi iptal ediyor…

Bir Avrupa kentinde dünyaca ünlü bir Rus orkestra şefi görevinden alınıyor…

Biri “dilimize hep Rus klasikler çevrildi, tepki olsun diye şimdi bulup Ukraynalı klasikleri çevirelim” diyor. 

Avrupa’da bazı restoranlar, “buraya Ruslar giremez” diye ilanlar asıyor. 

Uluslararası Kedi Federasyonu Rusya’da yetişmiş kedileri küresel kedi bilgi sisteminden çıkarma kararı alıyor. 

Rus sporcular takımlarından ve turnuvalardan dışlanıyor, Rusya küresel organizasyonlardan atılıyor. 

Demek ki, AKP ve MHP tabanında örgütlenen akıldışı şovenizm bize özgü bir istisna değilmiş. Noel Baba bıçaklamayı çağrıştıran, çekişmeli ülkelerin ürünlerini kırıp paralarını yakmaya eğilimli yaklaşımlar uluslararası bir akımmış meğer! AKP’nin, öncü müfrezelerinden biri veya başlıcası olduğu bir akım…

Bütün dünya meczupsa, meczupluk normal olur. Dünün haberi de Batı uygarlığının gözbebeği Amsterdam’da bir müzenin Rus Avangardı sergisini sonlandırmasıydı. Hollanda bunu yaparsa Antalya’da da matruşkalara boya atılır! Devam edeceği anlaşılmaktadır ve gülüp geçilmemeli, durdurmak için harekete geçilmelidir. 

***

Dalganın boyu yüksek, ama içi kof. 

Rusya’ya yönelik ambargonun nesnel sınırları kofluğun esas nedenidir. Dikkatlerden kaçmasın; daha ambargonun ilk günlerindeyiz ve Batı blokunun içinde Rusya’yı yalıtmaya dönük adımlar, bu ülke dünya kapitalizmiyle gayet içli dışlı bir büyük ekonomi olduğu için sorgulanmaya başlandı bile. Şaka değil ve sadece misilleme meselesi de değil. Ekonomik entegrasyon kısıtlamaların dönüp Batıyı vurmasına yol açabilir pekala. Nitekim Rus halkını değil oligarkları zarara uğratmanın daha ince yollarının aranması gerektiği yönünde “halkçı” bir eleştiri filiz veriyor. Oligark denen Rus prenslerinin başta İngiltere olmak üzere emperyalist merkezlerle içli dışlı halleri bu eleştiriyle beraber kaçınılmaz olarak gündeme geliyor. “Londongrad”ın sonu ilan ediliyor. Belli ki, yurtdışındaki Rus servetinden bir transfer gerçekleşecek… Batılı tekeller Rus servetinin manalı bir payını yağmaladıktan, Almanya silahlanma bütçesini kimse gıkını çıkartmadan ve gayet meşru sayılacak biçimde katladıktan, bütün Avrupa yüzbinlerce yeni “sarışın” yersiz yurtsuz emekçiden maliyetleri aşağı çekme fırsatı yarattıktan sonra sermayenin sınıf kardeşliğini hatırlaması mümkündür.

Ancak ekonomi cephesinde denge arayacak olanların sanat ve kültür alanlarındaki gericiliği hafifletmeleri hiç beklenmemelidir. Dünyanın daha sağcı, daha gerici bir ortalamaya çekilmesi emperyalist sistemin ilkesidir. 

Demek ki, iş başa düşüyor. Bu kof gerici dalgayı durdurmak için ciddi ciddi harekete geçilmelidir. Gün aydınların, sanatçıların insanlığın ileri birikimini korumak üzere ayağa kalkmaları gereken gündür. 

Gün kendiliğindenliğe güven besleme günü değil. Gelişmeler herkesin kendiliğinden ve kolektif olarak cinnet geçirdiğini değil, uluslararası spor örgütlerinde, müze yönetimlerinde, sanatçı platformlarında ve hatta kedi federasyonunda bile NATO’cuların örgütlü olduğunu kanıtlamaktadır. Yıllardır hep kendiliğinden ilerici olduğu varsayılan barış hareketleri için bile geçerlidir bu durum. Bugün dünyada benzeri görülmemiş biçimde NATO yandaşı bir barış hareketi örgütleniyor. 

Madem öyle, gün yalnızca aklıselime çağırmanın değil örgütlenmenin de günüdür. Sermayenin bu denli örgütlü olduğu bir dönemde aklıselimdi, gülüp geçmeydi, hepsi emperyalizmin hanesine yazar. 

***

Zamanın gerekleriyle uyuşmayan işler yapılıyor da ondan sözü buraya getirdim. 

Geçen Pazar bir dizi Alevi kurumu çok sayıda yerleşimde miting çağrısı yaptı. Sanırım bunlardan bir tanesi, İstanbul Kadıköy’deki miting kategorisine biraz yaklaştı. Rastlantı bu ya, birkaç yıl önce yine bir Alevi mitingine ilişkin eleştirel notlar yazmak bu köşede bana düşmüş. Bu vesileyle onu hatırlatmış olayım. Ama hayat akıyor ve yeni notlar gerekiyor. Burada bir tanesiyle yetineceğim.

Aleviler vardır elbette, ama bugün Alevilerin bir meydanda toplaşıp “Aleviler vardır” sloganını atması hem yersiz hem zararlıdır. 

Yersizdir, çünkü Türkiye’de Alevilik çıktığı şişeye geri itilip itilemeyeceğini tartışacağımız bir cin değildir. Alevilik, 1960’lardan bu yana hem ilericiliğin köklerini hem de siyasetin solunu besleyen bir toplumsal dinamiktir. 1990’lardan bu yana kurumsal olarak ve bütün gövdesiyle görünür hale gelmiş, milyonları kapsayan bir kitledir. O kadar geniş bir yeri doldurmaktadır ki, AKP’nin demokrasi projesi olarak pazarlandığı günlerde bir reform paketinin zarfına da “Alevi meselesi” diye yazılmadan edilememiştir. Şeriatçı imamların Aleviliği tanıyıp temsilcileriyle el sıkışmaya ve düzen içinde tanımlı bir yer açmaya meraklı olduğunu hiç sanmıyorum. Ama başka türlüsü imkânsızdı, çünkü Alevilik 21.yüzyıla gelene kadar var olduğunu çoktan kanıtlamıştı.

Bu slogan zararlıdır, çünkü Alevileri toplumun ezilen, horlanan bir azınlığı konumuna ittirmektedir. Böyle bir konum varsa, karşıtı da Sünniler olarak algılanacaktır. Bu, dinci gericiliğin tam da arzuladığı karşıtlıktır: Bir köşede güçlü ve çoğunluk Sünnilik, onun karşısında hakları gasp edilmiş azınlıklar! 

Böyle bir resim reddedilmelidir. Toplumun çoğunluğunun dinci gericiliğin arkasına çağrılmasına zemin sunan, bunu meşrulaştıran bir tasarım Aleviler ve laikler için tuzaktır, kabul edilemez. Laiklik bir Alevi pozisyonu değil, inanan, inanmayan, şu veya bu dini benimseyen tüm yurttaşların varoluş koşuludur. Laiklik yoksa yurttaş hakkı olmaz. Alevilerin büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin “emekçi hakkı”na hiç sıra gelmez. Bu arada aslında kendilerini azınlık olarak konumlandırdıklarına göre “Aleviler vardır” sloganını atanlar açısından azınlık hakları da olmaz!

Buraya taktığım zannedilmesin lütfen. Bazen bir slogan, farkında olunsun olunmasın, sadece bir slogan değildir. Aleviliğin sorunu uzun zamandır toplumsal çelişkilerin bütünsel alanından, özcesi sınıf mücadelesinden uzaklaştırılıp bir kimlik olarak tanımlanmaya çalışılıyor olmaktır. Sanılanın tersine bu yaklaşım, kimliğe indirgeneni takatten keser, daraltır. Kimlikler birbirlerinden virgülle ayrılıp koskoca ve güpgüçlü bir dayanışma cephesine yükselmezler. Kimliklere bölünmek hep rekabeti körükler. Özgün kültürel veya başka çelişkilerden beslenen, kendine ait sorunları olan bir toplumsal kesimi asıl büyütecek olan sınıflar mücadelesine eklemlenişidir. Alevi toplumu Türkiye ağır bir yoksulluk krizine yuvarlanırken yeniden etkili bir dinamik olarak sahne alacaksa, emekçi halkla ve solla sağlıklı bir bütünleşme arayışına girmelidir.