Bu düzende seçim bir büyük ekonomidir. Bugün Türkiye’de hallice bir ilçe belediye başkan adaylığı birkaç on milyonluk bir metadır!
Seçime giderken havada, açıklanan ve açıklanmayan anketler uçuşur. Önce “kazanacak aday” belirlemek için anketler yapıldı, o geçti. Bu aralar, rekabetin parçası olarak düzenlenen manipülasyon anketleri ortalıkta.
Siz siz olun, öyle bir “araştırma haberi” görünce, gerçeğe yaklaştığınızı zannetmeyin. Anket, rekabetin parçası çünkü.
Yani, adaylardan birinin kazanacağına dair önden bir kamuoyu oluşturulabilirse, bu karşı tarafın motivasyonunu kıracak; burada gerçeğin ne olduğu değildir önemli olan. Veya yerine göre, örneğin anketlerin hiçbir biçimde kazanma şansı tanımadığı adaylar toplumun ilgi alanının kenarına itilebilecek, ana akımlardan olmayanların seslerini kısmak için gerekçe olacak. Ana muhalefet kıl payı kaybediyor gösteriliyorsa “aman denecek, oylar bölünmesin.”
Her şeyin alınıp satıldığı bir düzen, bu içinde yaşadığımız. Kamuoyu araştırmaları da öyle. Aday adayını “kazanacak aday” çıkartan anketin belli bir bedeli olur, haliyle. Belediye başkanlığını bir yatırım olarak düşünün. Aday adayı anketi de, yatırım sermayesinin bir kalemidir. Tabii işin içindekiler bu mekanizmaların iç yüzünü gayet iyi bildiklerinden, başka kalemler de olmak zorundadır. Düzen partilerinin genel merkezlerinde bu büyük piyasanın yönetildiği masalar kurulur…
Aday belirlenmesinden asıl seçim aşamasına geçildiğinde piyasa yeterince kızışmış olur. Kamuoyunu yönlendirme aleti olarak anket, bir meta olarak bu aşamada çok daha değerli hale gelir.
Elbette bir de, düzen partilerinin karargâhlarında saklanan ve gerçekten de seçim stratejilerini etkileyen anketler var. Ama sıradan insanlar bunlara ulaşamaz. Bu düzende, alınıp satılır mal olma kuralına karşı herhangi bir bağışıklığı olmayan “bilgi”, para ettiği yerde ortaya dökülür. Bilgi aydınlanmak, anlamak için değildir! Bilgi egemenlerin ayrıcalığıdır, para kazandırır. Halka karanlık veya aldatılmak kalır.
Seçim sadece seçim değildir, demiştik geçen hafta ve bizim için ne olduğunu konuşmuştuk. Bu düzende seçim bir büyük ekonomidir. Bugün Türkiye’de hallice bir ilçe belediye başkan adaylığı birkaç on milyonluk bir metadır!
Hani, seçim ekonomisi diye bir kavram vardır, seçim öncesi iktidarların popülist politikalar izlemesinden söz edilir ya. İşçiye, emekçiye verilen zammış, emekliye dağıtılan bahşişmiş, bunlar düzen partilerinin seçim pazarının ekonomik büyüklüğünün yanında devede kulak kalır!
Geçerken not edelim; konumuzun ticaret olduğunun alenen ilan edilmesini Erdoğan’a borçluyuz. Memleket idaresinin şirket yönetimine benzediği, iyi siyasetin “tüccar siyaset” olduğu, kayıtlara yıllar önce geçti. Ancak bu bir kez söylendi diye, hizmet lafının koca bir palavra olduğu, toplumun bilincine taşınmış olmuyor. Aslında, tüccar siyaset sloganının atılabilmiş olması da, kalabalıkların bunu duyunca bir şey yapmayacağına emin olduklarını gösteriyordu…
Kalabalık olmak beraberinde bilinci ve dolayısıyla bilinçli tepkiler vermeyi getirmiyor. Yalnızca örgütlü halk bunu yapabiliyor. Türkiye yeterince örgütlü değil. Hatta özetle söylenecekse örgütsüz!
Düzen partileri bunun sonsuz rahatlığıyla seçimi, basit bir görevlendirme mekanizması olmaktan çıkarıp, karmaşık bir piyasaya düşürmüş bulunuyorlar. Bu işleyişi, her zaman bir yerlerde var olan, ama istisnadan öteye geçmeyen “namuslular” değiştiremez. Onlar ya istisnadır, ya da fazlasıyla kuşatılmışlardır. Kaderleri çoğunlukla teslim olmak veya harcanmak veya etkisiz kılınmaktır. İşleyişi kırmak, genel olarak piyasacılığa, her şeyin alınıp satılabilirliğine karşı durmakla başlar. Ve ancak halkın örgütlenmesi tabloyu değiştirir.
Soyut bir şey değil bu. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de bir belediye bütün gelir ve giderlerini yazıp binasına asmıştı. Elbette bir komünist belediyeydi bunu yapan. Rastlantı değildi böyle olması. Şeffaflıksa, yani halktan saklayacak bir şey olmayacaksa, bu, ta 1848’de Komünist Manifesto’da yazıldığı gibi, “komünistler işçi sınıfından ayrı çıkarlara sahip olmadığı” için komünistlere ait bir özelliktir.
Soyut bir şey değildir ve örneğin ne yapıp ne yapmadığına duvarına asacak kadar güvenen birkaç belediyenin varlığı, piyasanın egemenliğin kırılmaya başlaması demektir. Bir dizi belediye meclisinde bütün gördüklerini halkla paylaşan komünist üyeler varsa yola çıkılmış demektir. Bunların gerçekleşmesi, olsa olsa halkın örgütlenmeye başlamasıyla mümkündür. Parayla alınıp satılamayacak bir şey varsa, o örgütlü halktır.
Peki, düzen partileri arasında fark yok mu? Elbette var. Ama beş parmağın birbirinden farklı olması, birlikte aynı elin işini gördükleri gerçeğini değiştirmiyor. İşin esası ise alıp satmak…