Siyaseti örgütsüz ve halksız yapmayı seçen yaygın bir konformist anlayış var ve bu anlayış solu esir almış bulunuyor. Bu esarete alternatif olarak yapılacak tek şey “otobüs” kaldırmaktır!
Erdoğan’ın yeni başlamadığı ama artık ifrata vardırdığı bir tarzı var. Sanki iletişim olanaklarının ülke sathına yayılmadığı, bir meydanda veya bir toplantıda söylediğini sadece orada hazır bulunanların duyacağını varsayıyor. Örnek olsun, bir yerde diyor ki, ekonomi iyi değil, şunu şunu yapamayız. Ertesi gün başka bir mecliste konuşuyor ve ekonomi kötü diyenleri batırıp batırıp çıkarıyor.
Elbette bu çelişki muhalefet ve medya tarafından işleniyor, hatta üstünde tepiniliyor. Ama Erdoğan tarzından memnun, yenilerine yelken açıyor. Belli ki, kendi mesajlarının hedef alınan parçalı kitleler üstünde etkili olacağını düşünüyor. Kendisiyle çelişkiye düştüğünü fark etmemesi veya bunun duyulmayacağını varsayması saçma. Demek ki sonuçtan memnun!
Deprem bölgesinde salladığı tehdidi hatırlayın. Yerel yönetimi kazanmazsa sorunların çözümü için parmağını kımıldatmayacağını ilan etmişti. Sonra başka bir yere gitmiş, bu tür bir düşüncenin muhalefete ait olduğunu söyleyivermişti.
İşin tuhaf tarafı, AKP bugüne kadar haklı çıktı. Deprem bölgesinde kitleler iktidarın bir şey yapmamış olduğunu bilmenin ötesinde uğradıkları yıkımın suçlusu olduğunun da ayırdındaydılar. Ama oy davranışını öfke veya hesap sorma iradesi değil, “varsayımsal bir umut” belirledi. Bu, geçen yılın gerçekliğidir.
Şimdi de iktidar yanlısı olmayan yerel yönetimin cezalandırılacağı bilgisinin kitlesel bir tepkiye neden olması yerine, karşılık bulması muhtemeldir. Örnekleri çoğaltabilirsiniz; emeklilerin ezildiklerinin farkında olmadıklarını ve kendilerinden sakınılan kaynakların patronlara yönlendirildiğini duymamış olduklarını düşünmemeliyiz. Konu asla bir enformasyon eksikliği değildir. Ama kitlelerin oy davranışını, az önce uydurduğum kavramla “varsayımsal umut”a dayandırmış olmaları büyük bir olasılıktır…
Bu bir kişiliksizlik midir?
Sorunun bu biçimde ortaya atılması, “evet” yanıtını davet ediyor. Ancak siyasette kitleleri böyle eleştirmek manasız olacaktır. Hele Nâzım’ın koyduğu çıtaya yanaşmamız bile imkânsızken… Kabahatin çoğu bizim canım kardeşlerimize, halkımıza aittir; lakin bu saptama bizi daha ileri götürmeyecektir. Bizim çıkış yolu aramaya yoğunlaşmamız gerekir.
Deneyelim…
Birinci yol, şuradan geçer. Kitleler iktidarın çelişkili mesajına itibar ediyorsa, bu, sözün içeriğinden ziyade söyleyenden ileri geliyor olmalıdır. Söyleyen, sözün üstünde tepinen muhaliften “daha iktidar sahibi” görülmekte ve insanlar güçlüyü seçmektedirler. Ne yapılacaksa o yapacaktır!
Ne yazık ki, bu ara sonuç da içimizi açmıyor, önümüzü aydınlatmıyor. Zira güç dengesi verilidir ve iktidarın daha güçlü görünmesi eşyanın tabiatına uygundur. İnsanları sahip olmadığınız bir güce ikna edemezsiniz. Bu düzende güçlünün değil haklının yanında durma çağrısı bir onur manifestosudur ama siyaset güç ilişkilerine dayanır.
İkinci yolu, örgüt dinamiği açabilir. Ancak henüz ülkenin ve kendilerinin kaderini değiştirecek ölçüde güç kazanmamış olsalar da, bir araya gelen, kol kola giren insanlar yukarıdaki yetersiz terime başvurursak “kişiliksizlikten” uzaklaşabilirler. Şantaja, tehdide, güç gösterilerine karşı dik durabilmek için “kalabalık” olmanın ötesine geçmek, örgütlenmek gerekir. Örgütsüzlerin toplamından çıksa çıksa güruh çıkar. Örgütlü insanlar ise birlikte bir özne oluştururlar.
Çıkış yolu budur: örgütlenmek!
İktidar veya Erdoğan, toplumu iletişimsiz bölmelerin toplamı zannetmiyor. Örgütsüzlerin enerjisiz olduğunu biliyor.
Burada da kalmıyorlar. Sorun sadece halkın örgütsüzlüğü değil. Bir de, burjuvazinin örgütlülüğü söz konusu. AKP iktidarı burjuva siyasetini örgütlü hale getirmek gibi bir ayrıcalığa sahip. Örgüt dinamiği esas olarak ezilenlerin, halkın malı ve kurtuluş kanalı olması gerekirken gasp edilmiştir!
O kadar ki, geçenlerde geleneksel olarak solun “tapulu arazisi” sayılan bir meslek odası seçimini iktidar yanlıları kazanınca solda hazin bir değerlendirme yapıldı, solcu mecralarda da bu değerlendirme esas alınarak haberler yayınlandı. Buna göre AKP-MHP yandaşı meslek erbabının oylamada çoğunluğu oluşturmasının nedeni “kamu kurumlarında, belediyelerde çalışan ‘yandaş’ oda üyelerinin ticaret odalarının desteğiyle ve çeşitli firmaların sponsorluğunda otobüslerle seçime taşınmasıydı.”
Anlaşılan bir bölüm sol, örgütlü davranmanın bir sağcı özelliği olduğunu kabul etmiş bulunuyor. Bu kabulle hareket edenlere “siz de otobüs kaldırsaydınız, siz de dayanışmayı örgütleyip kaynak yaratsaydınız” demenin bir manası olmayacaktır. Siyaseti örgütsüz ve halksız yapmayı seçen yaygın bir konformist anlayış var ve bu anlayış solu esir almış bulunuyor. Bu esarete alternatif olarak yapılacak tek şey “otobüs” kaldırmaktır!
Solun, halkın, ülkenin en temel sorunu da budur. Gasp edilen örgüt dinamiği geri alınmak zorundadır. Acilen!