Türkiye korunan alanlarını artırmayı neden reddediyor?

İklim krizinin etkilerini azaltmaya yönelik hedefler konusunda ‘karşı oy’ kullanan Türkiye, 2024’te geçtiğimiz hafta sellerle boğuşan Antalya’da COP16’ya ev sahipliği yapacak…

Yusuf Yavuz

Kanada'da devam eden BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Konferansı (COP15) 19 Aralık'ta sona erecek. Türkiye'nin 2030'a kadar deniz ve kara alanlarının yüzde 30'unun korunması taahhüdüne ‘karşı’ oy verdiği görülüyor...

Yalnızca korunan alanların artırılması değil, Türkiye’nin konferans devam ederken süreci yakından takip eden İngiltere merkezli iklim haberleri ve analizi kuruluşu Carbon Birief’in yayınladığı tabloya yansıyan iki ‘karşı’ oyu daha var: İklim adaptasyonunu azaltma ve pestisitlerin aşamalı olarak kaldırılması. Türkiye'nin desteklediği tek başlık ise genetik kaynaklar.

İklim Başmüzakerecisi’nden ‘Bilmiyorum’ yanıtı

Türkiye'nin İklim Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar'a Türkiye'nin bu konudaki kararının ne olacağını sorduk. Birpınar'ın yanıtı “Bilmiyorum” oldu ve konuyu Tarım ve Orman Bakanlığı'nın takip ettiğini belirtti. Bu yanıt oldukça dikkat çekici...

Ülkenin iklim başmüzakerecisinin verdiği bu yanıt, Bakanlıklar arasında iklim müzakereleri konusunda bir yetki karmaşası olduğunu ya da Paris Anlaşmasını imzalayan iktidarın politikasında bir değişiklik olduğunu düşündürüyor.

Adında ‘iklim’ olan bakanlıkta dikkat çeken sessizlik

Paris Anlaşması’nın imzalandığı süreçte adına bir de “İklim” başlığı eklenen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Kanada’nın Montreal kentinde devam eden COP15’le ilgili tek paylaşımı yok. Dahası çevre ve iklimle ilgili iş ve işlemleri yürüten bakanlıktan konferansla ilgili bir açıklama, katılım belirtisi de yok…

Bakan Kirişçi: ‘Küresel bir eyleme ihtiyacımız var’

Konferansa katılan Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi ise katıldığı ‘Ekolojik Uygarlık-Dünyadaki Tüm Yaşam İçin Ortak Bir Gelecek İnşa Etmek’ başlıklı bir oturumda yaptığı konuşmada iklim değişikliği, salgın, kirlilik gibi sorunların gelir kaynaklarını ve doğayı ciddi anlamda tehdit ettiğini kaydetti. Sorunun ancak entegre bir yaklaşımla çözüleceğini savunan Bakan Kirişçi, oturumda özetle şunları söyledi:

“Bizler şu anda biyolojik çeşitliliğin önemi ve değerinin daha fazla farkındayız. Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının öneminin daha da farkındayız ancak maalesef eğer kalkınmaya yönelik eylemlerimiz doğa ile uyumlu olmazsa çok büyük kayıplar vermeye devam edeceğiz. Dolayısıyla küresel bir eyleme ihtiyacımız var ve aynı zamanda ulusal tedbirlere de ihtiyacımız var ki biyolojik çeşitliliğin azalmasını tersine döndürebilelim.”

Bakan Kirişçi’nin önceliği ‘gelir kaynakları’

Bakan Kirişçi’nin doğa tahribatının bir sonucu olan iklim değişikliği, salgın ve kirlilik gibi sorunların yarattığı tehditler sıralamasında birinciliği “gelir kaynaklarına” vermesi, hem bakanlığın hem de Türkiye’nin konuya bakışının özeti niteliğinde.

Aslında sorunu önlemek çözmekten çok daha ucuz

Özellikle Covid-19 sürecinde son iki yılda dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar salgın hastalıklar, kirlilik ve aşırı iklim olayları gibi sorunların doğa üzerindeki tahribatın artmasından kaynaklandığına işaret ediyor. Tür kaybını artıran en önemli sorunlardan biri de arazi tahribatı ve habitat parçalanması. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı tam da bu. Üstelik bu sorunları çözmek için harcanan para, önleyici tedbir almak için harcanacak olandan onlarca kat daha fazla.

Doğal miras benzeri görülmemiş saldırıyla karşı karşıya

Ancak doğal varlıklar üzerinden kazanım elde etmek isteyen küresel ve yerli yatırımcılar ile bunların lobileri tarafından yönlendirilen iktidarların hırsı hem ülkenin hem de dünyanın doğal mirasını bir çırpıda sömürmek istiyorlar. Örneğin varlığını sürdürebilmek için İstanbul Boğazı’ndan göç etmek zorunda olan balık sürülerinin etrafında alıcı kuşlar gibi dönüp duran balıkçı teknelerinin hırsına dur diyemeyen bakanlık, ancak kamuoyundan gelen tepkiler üzerine “pardon” diyebiliyor.

Denizde avlanmadık balık, karada betonlaşmamış arazi kalmasın

Ülke coğrafyası ‘beşli çete’, hemşeri lobileri ve siyasi ilişki ağları sayesinde semiren türedi zihniyet yüzünden ne denizde avlanmadık balık ne de karada inşaat yapılmadık arazi, ne kıyılarda otel dikilmemiş koy, ne dağlarda yağmalanmamış maden sahası, ne termik santral dikilmemiş ova, ne HES’lerle tarumar edilmemiş dere yatağı-vadi bırakmamaya yemin etmiş bir güruhla karşı karşıya…

30x30 hedefinden kaçan Türkiye’de korunan alanların durumu

COP15’in en tartışmalı konularından biri olan ve kısaca ‘30x30’ olarak anılan başlık, taraf olan ülkelerden 2030 yılına kadar deniz ve kara alanlarının en az yüzde 30’unun korunması esasına dayanıyor. Bu başlık Türkiye gibi doğaya yönelik rant baskısının olağanüstü ölçüde arttığı ülkeler için büyük önem taşıyor. Türkiye’nin mevcut durumda karasal alanlarının yaklaşık yüzde 11’i, deniz alanlarında ise yüzde 4 gibi korunan alanı mevcut. Örneğin Hala Türkiye’nin balık ihtiyacını karşılayan Karadeniz sahilleri boyunca Kızılırmak Deltası dışında kayda değer bir koruma alanı bulunmuyor. Deniz koruma alanı ise hiç yok.

Türkiye'nin korunan alanlarını gösteren harita (Milli Parklar hariç)

Marmara’nın ÖÇK ilanı edilmesi ölüm döşeğindeki hastaya yaşam sigortası yapmak gibi

Türkiye ‘balık tarlası’ olarak görülen Karadeniz’in gelecekte de yaşamasını sağlamak için koruyucu önlemler almak yerine müsilaj kusarak ölüm döşeğinde olduğunu gösteren Marmara’yı ÖÇK (Özel Çevre Koruma Bölgesi) ilan etmekle yetiniyor. Bu durum, ölüm döşeğindeki bir insana yaşam sigortası yapmaya benziyor…

Marmaris'te korunan alan olan milli park sınırlarında inşa edilen otel kamuoyunda büyük tepki çekmişti

Hızla artan orman kesimi ve ölçüsüz pestisit kullanımı

COP15’te mevcut verilere göre Türkiye’nin ‘karşı’ oy kullandığı başlıklardan biri de ‘Pestisitin aşamalı olarak kaldırılması için nicel değerler’ konusu. Türkiye iklim krizinin etkilerini hafifletmeye yönelik hedefler konusunda da benzer bir tavır sergiliyor. Bir yanda hızla artan orman kesimleri, diğer yanda ölçüsüz pestisit (tarımsal zehir) kullanımı: Toplantıda Türkiye’yi Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin temsil ettiği düşünülünce bu tavır daha çarpıcı hale geliyor.

Türkiye’nin destekliyor göründüğü yegâne konu ‘Genetik kaynaklar’ başlığında bulunan ‘Dijital Sekans Enformasyonu’. Bu başlık, dijital veri tabanları aracılığıyla dünyanın dört bir yanından genetik koda erişim sağlanmasını ifade ediyor.

İklim krizi safsataları kamuoyunun konuya bakışının özeti

COP15 Konferansı’nın bitmesine iki gün kala özetle Montreal’den yansıyan manzara bu. Türkiye eğer 19 Aralık’a kadar desteklediği ya da karşı çıktığı başlıklara ilişkin bir güncelleme yapmazsa bu haliyle COP 15’ten kötü bir karneyle dönmüş olacak. Kamuoyunun önemli bir kesiminde iklim krizi meselesini komplo teorileriyle açıklama ve bu konudaki uluslararası bağlayıcılığı olan anlaşmaların Türkiye’ye diz çöktürmek için bir araç olarak kullanıldığı safsatası da eklenince manzara daha da iç karartıcı. Üstelik bu durum en az Lozan anlaşmasının gizli maddeleri olduğu yönündeki safsatalardan çok daha tehlikeli.

2024’teki COP16 geçtiğimiz hafta sellerle boğuşan Antalya’da

Gelecek yıl Türkiye’nin ev sahipliğinde ve geçtiğimiz hafta sellerle boğuşan Antalya’da yapılması planlanan COP16 öncesinde bu hiç de iç açıcı bir tablo değil. Bakanlıklardan yerel yönetimlere Türkiye’nin çevre ve iklim konusunda Emine Erdoğan'ın öncülük yaptığı 'Sıfır Atık' projesiyle avunmak, ölüm döşeğindeki Marmara Denizi'ni ÖÇK ilan etmek ve Millet Bahçelerini birbirine bağlayarak ‘ekolojik koridor oluşturmak’ gibi girişimlerden daha başka ve gerçekçi adımlar atması gerekiyor. Aksi halde bu güzel ülke bir yanda seller, bir yanda yangınlarla giderek daha yaşanmaz hale gelecek. Özetle; korumazsak hep birlikte kaybedeceğiz...

Antalya Kumluca'daki sel felaketi