KPSS skandalının ardından mağdurlar anlatıyor

Beceriksizlik değil, bilerek isteyerek böyle bir sistem kurulmuş: Torpille, kayırmayla, hileyle, hurdayla birilerinin yolunu bulduğu, emeğiyle, alın teriyle çalışanların hakkının yendiği bir sistem.

Haber Merkezi

Bir dizi skandalın ardından 2022 KPSS iptal edildi. Yüzüncü yaşına basmak üzere olan bir devletin, bir sınavı bile yapmaktan aciz durumunu mu tartışmalıyız şimdi?

Geçmişteki örneklere de bakınca bunun acizlikle bir ilgisi olmadığı, yaşananların bir sistem sorunu olduğu görülüyor.

Bilerek isteyerek böyle bir sistem kurulmuş: Torpille, kayırmayla, hileyle, hurdayla birilerinin yolunu bulduğu, emeğiyle, alın teriyle çalışanların hakkının yendiği bir sistem.

Yalnız mücadele

2007 yılında başladı benim maceram, daha doğrusu çilem.

Mezun olduğum alanla ilgili bir iş yapmayı çok istiyordum.

Üniversitede son yılımın bahar döneminde part time yaptığım anketörlük işini de bırakıp kapandım kütüphaneye.

Üniversitenin kütüphanesinde birçok KPSS kitabı vardı. Onlardan faydalandım ama çalışmam gerekiyordu. Bir de KPDS (kamu personeli dil sınavı, şimdiki YDS) vardı, ona da katılmam gerekiyordu. Katıldım ve iyi puanlar aldım. Çünkü çok çalıştım.

Ancak düz memurluk atamaları/yerleştirmeleri çift yıllardaki sınav sonucuna göre yapılıyordu. Bu nedenle mezun olduktan sonra ilk yıl KPSS-A grubu kadrolara başvurabildim sadece.

Hazine Müsteşarlığı, Dış İşleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sayıştay vd. devlet kurumları KPSS puan sıralamasına göre alacakları personel sayısının birkaç katını kendilerinin yapacakları yazılı ve sözlü sınavlara kabul ediyorlardı. Ben de bu sınavlara girmeye hak kazandım.

Bu kurumlar da KPSS sorularına benzer sorular sorarlardı, test yaparlardı. Ben bu sınavlarda da yüksek puanlar alıp mülakata hak kazandım ama ne hikmetse hep sözlü mülakatta elendim!

Yazılıda yüksek almamın nedenlerinden biri söz konusu soruları daha önce çözmüş olmamdı. Çünkü bu testlerde daha önce KPSS, KPDS, ÜDS gibi sınavlarda sorulan soruların aynısı sorulurdu.

Mesela sınava 2008’de girdiysem 2006 ÜDS bahar dönemi soruları bire bir aynı gelirdi veya X yayınevinin 2005 yılında bastığı KPSS hazırlık sınavının soruları yine birebir aynıydı.

Bunun kopya olduğunu bilmiyordum, aklıma bile gelmemişti. Fakat daha sonra bir öğretmen arkadaşımla bunu konuşurken bunun açıkça kopya olduğunu bana belirtmesi üzerine harekete geçtim; sınavlarına girdiğim kurumlara ilgili konuda başvurular yaptım, TBMM dilekçe komisyonuna da başvuruda bulundum.

Bana cevap olarak soruların internette yayınlandığı, şeffaf bir süreç yürütüldüğü belirtildi.

TBMM’ye başvuruya gittiğim gün durumu muhalefet milletvekillerine de ilettim, oralı bile olmadılar.

Yalnız o gün o meşhur milletvekili yemekhanesine girdim ve içinde yemek yedim ama ne yemek, boğazımda kalan bir yemek.

Memleketimin vekili tarafından ısmarlanan ucuz ama kaliteli yemekleri yerken masamız kalabalıktı, muhalefet iktidar herkes bir aradaydı. Kamuoyu önünde birbirlerine demediklerini bırakmayanlar, burada mutlu mesut birlikteydiler

Her şeye rağmen devlette işe girmek istiyordum, çünkü iş güvencesi vardı, maaşlar gününde yatıyordu, hastalık izni vardı.

Oysa ben haftanın altı günü, günde on saat çalışıyordum ve asla gününde maaş alamıyordum.

Üstelik KPSS sınavları cumartesi günü yapılıyordu ve patronum izin vermiyordu. Ben de yalan söylüyordum.

Asgari ücret bile alabildiğim tek bir işim olmuştu ama üç kişilik çalışıyordum; sekreterlik, ön muhasebe, temizlik.

Bir yandan KPSS-A grubu kadrolara ısrarla başvuruyor ve izinsiz işe gitmediğim için de kovuluyordum ama başka bir iş buluyordum hemen, çünkü asgari ücret altında çalışmayı kabul etmek zorundaydım.

Diğer yandan da sınavları kazananlarla ilgili şeyler öğrenmeye başladım.

Mesela YDS puanı isteyen, ilaveten yabancı dilde kompozisyon yazdırıp tercüme yaptıran Dışişleri sınavını kazananlar yurtdışına dil eğitimine gönderiliyordu, bu gündem olmuştu.

Ancak dili iyi olan, yüksek YDS puanları alan ben tercümanlık yaparak üç beş kuruş kazanıp karnımı doyurmaya çalışıyordum.

Bu kadar mücadele edip karşılığını alamamanın yanı sıra özgüvenim ve kendime olan inancım sarsılıyordu.

Bu süreci yaşayan, sistemi kabul ederek işe giren arkadaşlarım bana moral veriyorlardı güya.

Bana “böyle çalışarak olmuyor, üzülme, ben şu bakandan, ben cemaatten torpil buldum da öyle girdim, sorun sende değil, düzen böyle” diyorlardı.

Ama ben kabullenemedim bu düzeni…

Cuma namazı ve açlık

Ziraat Bankası sınavı için uzak bir ile gitmiştim. Ankara’da yapılan merkezi yazılı sınavı geçmiş mülakata hak kazanmıştım.

Ancak o gün sadece erkeklerden oluşan jüri hep birlikte cuma namazına gittiği için mülakatım dört saat gecikmişti.

Ben de saatlerce beklerken acıkıp şekerim düşünce mülakatta önüme konan kuru pastalara yumulmuştum.

Oysa çalıştığım mülakat teknikleri kitaplarına ve izlediğim videolara göre böyle yapmamam gerekiyordu, ikramı yememeliydim ama çok acıkmıştım, bayılacak kadar.

İnsan hayatı

Bu arada zaman geçiyordu ve ben, her seferinde bana evimden en uzak okulu sınava yeri olarak belirleyen ÖSYM sınavlarına her yıl gidiyordum.

O malum 2010 kopyanın açığa çıktığı yıl hasta olduğum için o uzak okula gitmeye gücüm yoktu, giremedim sınava. Beni sınava götürecek ve dışarıda bekleyecek kimsem de yoktu çünkü.

Skandal sınav tekrarlanır, tekrarında girerim diye saçma sapan bir ümit etmiştim hasta yatağımda, çünkü emeklerim vardı.

Diğer yandan omuzlarıma ağır yükler biniyordu; babama kanser teşhisi konulmuştu. Hayat pahalıydı, yaşamak para gerektiriyordu.

Ameliyat günü para yatırmamız gerektiğini öğrendim.

Vezne için benimle birlikte kuyrukta bekleyen bir adamla sohbete girdim. Onun da babası kanser sebebiyle ameliyat olacakmış. Benimki emekli memur onunki emekli işçi, o aynı ameliyat için bizden üç kat para yatırdı, tarife buymuş.

Şaşırdım, “emekli işçi aylıkları emekli memurdan daha düşük neden daha fazla ödüyorlar” diye sordum veznedara.

Sonra sırada babası için bekleyen adamla konuşunca “abim yıllar önce Almanya’ya gitti, onun yolladığı para ile bu ameliyatı yaptırabiliyoruz” dedi bana.

Ama orası devlet hastanesiydi, biz neden para ödüyorduk? En önemlisi devlet niye vardı, bir elin nesi var iki elin sesi var mantığından hareketle güç birliği yaparak daha refah içinde yaşamak ve yaşamı kolaylaştırmak için mi yoksa tam tersi mi?

Biz niye birlik olmuyoruz, böyle gelmiş böyle gider ne demek, sus ve kimseyi karşına alma ne demek?

İşçilerin emeği, öğrencilerin geleceği, kadınların yaşamı çalınırken, çalanlar bedel ödemezken bizler açlık, korku, belirsizlik içinde yaşamaya mahkûm muyuz? Kaybedecek neyimiz var?