Kawa Nemir ile söyleşi: Shakespeare ve Kürtçe Soneler

Shakespeare’in şiirlerini ve oyunlarını İngilizceden Kürtçeye çeviren Kawa Nemir'le Kürt edebiyatı için yaptığı çalışmaları konuştuk.

Özkan Öztaş

1974 yılında Iğdır’da dünyaya gelen Kawa Nemir, Kürt edebiyatı için yaptığı çalışmalarla ve çevirilerle biliniyor. Kendisi “bilinmeyen” bir dilin çevirmeni olarak en bilinen eserleri Kürtçeye kazandırıyor. Dünya edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Shakespeare’in şiirlerini ve oyunlarını İngilizceden Kürtçeye çeviren Kawa Nemir ile bu meşakkatli yolun öyküsünü konuştuk.

Neden Shakespeare? Bu isim sadece İngiliz edebiyat tarihi için değil, dünya edebiyat ve tiyatro tarihi için de önemli bir isim. Sizce neden önemli Shakespeare diye sorduğumda gülüyor ve cevaplıyor Nemir:

Ne zaman Shakespeare’le ilgili bana bir soru sorulsa, her seferinde “amma da kazık bir soru yahu” ya da “yine çalışmadığım yerden geldi” derim tebessüm ederek ve onun tüm eserleriyle geçirmiş olduğum ve geçirmekte olduğum tüm zamanlar, bir film şeridi gibi bir çırpıda gözlerimin önünden geçer. Ama bu benim için sonu gelmez bir film.

Eh, sene 1991, liseden bu yana, birkaç sonesini okuduğum ilk andan beri, Shakespeare, tutkuyla bağlı olduğum birçok şairin ve yazarın yanı sıra, sürekli, hemen hemen her gün, benim hayatımda; şiirlerini ve tiyatro oyunlarını okuyup anlamaya çalışarak ve durmadan onu çevirerek, ama sürekli bir habire yap-boz-yap gibi (ç)evirerek ve bu nedenle ondan çevirdiğim eserlerin hiçbirinin yayımlanmasını hiç aceleye getirmeyerek...     

Elbette insanlık tarihinde birçok büyük yazar, görkemli şair ve usta anlatıcı var, her birimize ettikleri tesir itibariyle zamandan muaf olan, okudukça derinliklerine daha çok vakıf olduğumuz, sayelerinde her seferinde insanlık hallerinin başka başka yanlarını gördüğümüz, deyim yerindeyse, sürekli bizi yeni keşiflere çıkaran büyülü aynalar.

Nemir bir yandan da kendi hayatında yer eden bir dizi yazarı ve şairi sıralıyor. Her birinin kendi hayat öyküsünde ve üretimlerinde yeri olduğundan söz ederken. Gılgamış’tan Ahmedê Xanî’ye, Gogol’dan Çehov’a Borges’ten Márquez’e kadar birçok önemli ismi sıralıyor.

Ama günümüze ulaşmış 36 tiyatro ve 5 poetik metniyle Shakespeare, benim nazarımda, sözünü ettiğim yığınla yaratıcıdan daha görkemlidir, tüm insanlığa ettiği tesir itibariyle kudretini sürekli kat be kat arttırmakta Hamlet’iyle, Romeo ve Juliet’iyle, Macbeth’iyle, Üçüncü Richard’ıyla, Othello’suyla, Fırtına’sıyla, Kral Lear’ıyla ve daha nice eseriyle diye eklemeye deva ediyor.  

Nemir Shakespeare’in kendisi ve edebiyat dünyası için önemini anlatırken;  “İsterseniz, abartıyorsun deyiniz ama okuma yazma bilen her insanda Shakespeare’e ait bir şey vardır mutlaka. diyor. “Oyunlarında ete kemiğe büründürdüğü unutulmaz karakterlerin çoğu, türlü şekillerde insanlık hallerinin enfes temsilleridir ve her biri tüm insanlığın büyük ortak mirası olan sanatın durmadan çeşitli şekillerde referans aldığı iyiler ve kötüler, kahramanlar ve sıradanlar, krallar ve soytarılar, yükselişler ve düşüşler ve daha niceleridir.” diyerek sözünü tamamlıyor.

Shakespeare’den bizim dünyamıza uzanan öyküsü tariflerken ise “İngiliz Shakespeare, Kürt Ehmedê Xanî gibi hakiki bir şairdir, safkan bir söz ustasıdır ve dünyayı kaplamış ve örtmüş, Kürdistan toprağının yarısı kadar bile büyük olmayan emperyalist İngiltere’nin dünyaya bahşettiği, belki de en, önemli değerdir. Shakespeare olmasa, İngiltere kim ola ki?” diyor.

Öyle ya Shakespeare’i çevirmek için birden fazla ya da çok derin bir nedeni olmalı insanın. Zira hem metinlerin tarihi metinler olması hem de çevirdiğiniz dilin yaşadığı zorluklar bir çok şeyi baştan kurmanızı gerektirebiliyor. Ancak Nemir azimle devam etmiş bu çabaya.  

“Beni dilin biteviye tedrisatından geçiren öteki ‘Shakespeare’, yani İrlandalı James Joyce, nitekim beni sürekli ayakta tuttu Shakespeare’in kudreti karşısında, ki bu, hakkında daha tafsilatlı kelam etmemiz gereken bir konudur, zamanı geldiğinde. Yakında! diyerek ekliyor;

Shakespeare’i okuduğumda ve çevirdiğimde, çoğu kez kendi kendime şunu söylediğimi fark etmişimdir: “Modern dünya edebiyatı, Shakespeare’in paltosundan çıkmıştır.”

Varsın bu da benim taze bir mübalağam olsun.

Ancak bununla bitmiyor mevzu. Britanya kültüründen Kürtçeye çeviri yapmanın bazı özgün zorlukları olmalı. Nemir ise yaşadığı zorlukları saymakla bitirmeyeceğini ifade ediyor. Ve bu zorluklar bazı kelimeleri ya da işaret ettiği kavramları çevirirken yaşanılan sıkıntılar değil sadece. 1974’te Iğdır’da dünyaya gelen Nemir’in yaşamında tanık olduğu şeyler belki de tüm bu metinleri çevirmek için ek bir direnç kattı. Kabaca sürgünlerin ve süngü ucunda yaşamların hikayeleri ile yoğrulan Kürt tarihinin bir parçası kendisi de. 

Kaybettiğim ülkeyi, kaybettiğim yerde arayıp durmaktayım; yani dilde, dilimin içinde, annecilik değil bu, ama hep gürül gürül akan, halkımın en güzel şarkısı olan annemin sesinde, böyle arayıp duruyor olsam da, non serviam şiarından asla taviz vermeden köklerle uğraşıyorum, anadilimde yaprakların hışırtılarını okurlar ve izleyenler duysun, meyvelerini başkaları tatsın diye... Yazmanın yanı sıra, hep içinde neşeyle debelenip durduğum İngilizcenin kudretli edebiyatından eğitim dili bile olması engellenmiş, dünyada yaklaşık 30 milyon insan tarafından konuşulan Kürtçenin en büyük lehçesi Kurmanciye, çoğunlukla, zorlu edebî eserler çevirmek, kanımca, ve kanımın sesiyle söylersem, kelimenin tam anlamıyla, bitmek tükenmek bilmeyen bir gaile, ama sevdiğim bir gaile. Sözü şuraya getiriyorum: Ömrüm boyunca dur durak bilmeden anadilimi öğrenmeye devam ettim, tıpkı sevgili Mehmed Ûzûn’un dediği ve yaptığı gibi. Çevirdiğim her bir metin, bana taptaze zorlukların ve yepyeni anlatım olanaklarının kapılarını ardına kadar açtı, örneğin, Shakespeare ve Joyce, benim en muhteşem sürekli ve doğurgan deneyimlerimdir diyor ve gülerek ekliyor her şeye rağmen, insan, kendi hakikatiyle mahduttur. Şunun gibi ki bu aralar büyük bir heyecanla Shakespeare’in Macbeth’inin çevirisinin baskıdan çıkmasını beklerken, o yoğun trajik karanlığı ve Schoenbergvari müziği aktarabilmiş miyim yoksa çuvallamış mıyım, onu da kağıt üstünde göreceğiz, daha da önemlisi, mümkün olursa, sahnedeki yankısından anlayacağız, ama zamanların içinden. Çuvallamışsam, fena tabi ki.    

Nemir ilginç bir kavram kullanıyor derdini anlatırken. “Dil gerillacılığı” diyor yaptıklarına.  Toplumu uyandırmak için dilin ve edebiyatın önemini aktarırken bu kavrama başvuruyor. Sanırım Kürtçe çeviriler için uygun bir benzetme. Sorduğum sorudaki kelimeleri alıyor içinden. Kelimeler önemli bir çevirmen için.  

Kelimeler dediniz, çeviri faaliyeti, kelime, deyim, atasözleri ve toplamda kültür ekseninde tarihsel bağlamda bir uyandırma eylemidir, bir dil gerillacılığı faaliyetidir ve, bilhassa yaptığım çevirilerde, iyi anlamda, bu yüzden kelimelerin canına okuyabilen, kelimeleri canından okuyabilen biriyim. İki dil arasında kurduğum bana ‘özgü’ çeşitli aktarım biçimleri, umarım merak edilir ve karşılaştırmalı yöntemle irdelenir. Metinler, göz önünde, her yerde; böyle çalışmalar yapmanın zamanıdır derim. Böyle çalışmalar yapılırsa, bence bir dönem biraz aydınlatılabilir, yürüdüğümüz yolda neler olup bitmiş daha açık görebiliriz. Sözlü ve yazılı kültürüyle, devasa dilkırıma rağmen hâlâ dipdiri olan kıskanılası anlatım olanaklarıyla, Kürtçe muazzam kaynaklara sahip ama maalesef artık uzun bir süredir Kürtler bu konuda kendilerini berbat bir özyıkıma kaptırmış durumdalar diyor. Durum bu kadar kötü mü sizce diye soruyorum. Zira dilkırımı bir kültürün tamamen ortadan kalkmasına vesile olabilecek bir tehlike. Nemir ise devem ettiriyor savını;

“Kuzey Kürtleri, artık iki dillilik sürecindeler ve ne yazık ki bu, birkaç kuşak sonra tekdilliliğe evrilecek ve Kürtler, politik olarak kalsalar dahi, her şeyleri Türkçe olacak. Umarım bunu görecek kadar uzun yaşamam.

Kawa Nemir

Özcesi, tüm bu çeviri süreçlerimdeki en büyük avantajım, bir şair olmam. Çevirdiğim metinlerin kılcal damarlarına inmemi mümkün kılan pathfinder. Onun da iyisi kötüsü, zamanın tırpanına bağlı. Yaşar mı yaşamaz mı, derler ya, zaman gösterir.

Ama konu hâlâ Shakespeare, hep de Shakespeare hazretleri olacak. Anlamayana davul zurna bile az."

“Peki size ilham veren Kürtçe çeviriler var mıydı?” diye soruyorum. Aklıma SSCB'de çevrilen Kürt edebiyatına kazandırılan kitaplardan biri olarak Daniel Defoe'nun Robinson Cruso eseri geliyor. Yakın zamanlarda Dostoyevski çevirileri de yapıldı. Fırat Ceweri'nin de Çehov ve Sartre'dan çevirileri var. Sizin çalışmanız bu çalışmalara kıyasla nerede duruyor diye soruyorum Kawa Nemir’e

Kürtçe, dünyanın devlet sahibi birçok diline kıyasla, yazılı birikimi kıt olmasa da, çeviri alanında devasa bir birikime sahip değildir ve sanırım bunun nedenlerini, herkesçe malum olduklarından, tekrar sıralamaya gerek yok. diye başlıyor söze Nemir. Güney Kurmancisi olarak somutladığı Sorani lehçesinde durum daha iyimserken Zazaki lehçesi içinse durumu “yürek parçalayıcı” olarak tarif ediyor.

19. yüzyılın ortalarından itibaren Kürtçeye yapılan çevirilerden söz ederken hayranlıkla bahsettiği Eöir Hesenpûr’a getiriyor sözü. Çevirmen ve akademisyen olan Hesenpûr’dan sözü alıp çeviri tarihinin önemli dönemlerine değinirken Ergin Öpengin’in hakkında yazdığı kısa bir makaleyi de hatırlatıyor Nemir  Makaleden yola çıkarak çeviri serüvenini ilerletmek için daha çok çalışmamız gerektiğinden söz ediyor. Bu çabada durduğu yeri de şu sözlerle tarig ediyor.

“İşte, naçizane benim de otuz yıldır en başından bu yana yaptığım tam da budur ve hem Celadet Bedirxan’ın Hawar’ının, hem SSCB döneminin Rya Teze’sinin ve onun o muazzam kuşağının, hem de İsveç-Stokholm kuşağının, bilhassa sevgili Firat Cewerî’nin hakkı ödenemez Nûdem dergisinin ve yayınevinin çeviri konusunda benim zamanıma bıraktığı sınırlı ürünler, birer birer benim bazeberlerim, atlama taşlarım oldu."

Peki ama sizin çevirileriniz burada nerede duruyor diye sorunca: “Bunu benim yanıtlayabilmem neredeyse imkansız olsa da, kısaca bir kez daha denemek isterim. Öncelikle, bugüne kadar İngiliz, Amerikan, İrlanda ve Kanada edebiyatından, 500’den fazla şairden, öykücüden ve romancıdan binlerce şiir ve çeşitli edebiyat metinleri ve tiyatro eserleri çevirdim Kürtçeye ve en başından, içinden geçtiğim Jiyana Rewşen ve Rewşen-Name dergilerinden bu yana en esaslı arzum, kuşağımdan birçok arkadaşımla ve daha genç şair, yazar ve çevirmen arkadaşlarla hiçbir işgalcinin asla fethedemeyeceği bir Kürtçe ve manevi bir Kürdistan inşa etmekti. Ve bu yolda, şiir ve öykü yazmanın yanı sıra, çeviriyi ta en başından eşsiz bir kültür silah olarak belledim, öyle de Kürtçenin tüm kaynaklarından sürekli güç alıp sürekli güç vermeye çalıştım. Bu nedenle, çeviri faaliyeti ve üretimi, benim için sürekli stratejik bir öneme sahip oldu." diyor.

Çok yoğun bir çeviri faaliyetinin olduğunu ifade eden Nemir aslolanın üretken ve mahir çevirmenlerin sayısının arttırılması olduğunu söylüyor.

Edebiyat tarihi içinde Shakespeare için kolonyal edebiyat da inceleme konusu olarak öne çıkyor. Nemir’e bu alanın Kürt edebiyatı ile arasında bir anoloji kurulabilir mi diye sorduğumda The Tempest yani Fırtına adlı eserin Bahoz ismiyle yayınlanacak olan çevirisinin ön sözünde bu konuda ayrınıtlı bir makale olarak ele alacağını ifade ediyor.

"Bunun dışında, hikayeleri açısından, Shakespeare’in Romeo ve Juliet’i ile Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i arasındaki paralellik önemli. Romeo ve Juliet çevirim üç ay önce yayınlandı, isteyen bu açıdan çevirinin uzun önsözüne bakabilir. Bu iki metni de ileride daha kapsamlı bir biçimde karşılaştıracağım." diye ilave ediyor sözlerine.

Sohbetimizi bitirirken Shakespeare’in beni en çok etkileyen tiratlarından biri olan, Venedik Taciri’ndeki Yahudi’nin seslenişi anımsatıyorum Kawa Nemir’e. “Etimizi kesseniz kanamaz mı? Gıdıklasanız gülmez miyiz? Zehirleseniz ölmez miyiz? Ve haksızlık yapsanız intikam almaz mıyız?” Bu tiradı en çok Roboski’de düşünmüştüm. Sizce de Shakespeare’den bu topraklara uzanan bir izdüşümü yok mu diye soruyorum.

"Bu da bir yorum ve bence de o meşhur tirat ve benzeri birçok tirat, Kürtlerin yaşadığı bitmek bilmeyen zulümleri, hemen akla getiriyor. Hakiki bir şiirin, romanın, öykünün ya da tiyatro eserinin kudreti de böylesine bir hususiyete sahip olmasından kaynaklanır: zamandan ve mekandan muaf olarak her çağın ve her coğrafyayın hakikatlerine tesadüf etmesidir. Buna ek olarak, Shakespeare’in eserleri çağlara ve kültürlere çok kolaylıkla uyarlanabilen eserler. Amsterdam merkezli Theater RAST ve Amed Şehir Tiyatrosu kumpanyasıyla birlikte 2012 ve 2013’te Hamlet çevirimle bunu ben de deneyimledim. Korona döneminden önce sahnelenen Xewna Şeveke Havînê (Bir Yaz Gecesi Rüyası) çevirimde de sanırım aynı şey oldu, sanırım diyorum, oyunu birkaç kısa video dışında henüz görmüş değilim. Bu temelde, önümüzdeki yıllarda Shakespeare külliyatından Şah Lear’ı (Kral Lear), Richardê Sêyem’i (3. Richard) ve Bahoz’u (Fırtına) sahnede görebilmek, en büyük hayallerimdendir." diyor. Ve gülümseyerek ekliyor;

"Ha, bu arada, az önce Amsterdam’da kargomu aldım; Macbeth çevirim elime ulaştı ve Bazirganê Venedîkê (Venedik Taciri) de matbaaya doğru yola çıkmak üzere. Sevgili şair Hüseyin Kaytan, bir ömür önce ne güzel de tanımlamıştı: Hareketli denge teorisi. Hep öyle yürümeye çalıştım, hep öyle yaşamaya çalıştım."

Teşekkürler Kawa Nemir, hoş sohbetin ve emeklerin için teşekkürler. Kürtçe çocukken konuşup, çocukluktan uzaklaştıkça içimizde büyüyen büyüdükçe de ondan uzaklaştığımız bir döngüde kalmasın diye verdiğin bir nice emeğe teşekkürler. Kürtçe ile mesai belki de bu yüzden çocukluğumuza döndüğümüz o saf güzellikleri örüyor içimizde.