Cegerxwîn, Nâzım ve 1902 Doğumlular

Kürt Marksist şair, edebiyatçı, yazar Cegerxwîn, 22 Ekim 1984 yılında Stockholm’de gözlerini yumarken arkasında mücadele edenlere ilham veren birçok yapıt bıraktı.

Özkan Öztaş

1903 yılında Mardin Gercüş’te dünyaya gelen Kürt Marksist şair, edebiyatçı, yazar. 22 Ekim 1984 yılında Stockholm’de ölene kadar bir çok şiir yazdı. Lenin Şafağı ve Özgürlük Devrimi en bilinenleri arasında yer alır. Asıl adı Şehmuz Hasan olan yazarın adı şiirlerinde yazdığı mahlastan gelir. Cegerxwîn (Ciğerhun) Kürtçede yüreği yaralı manasındadır.

***

Cegerxwîn, 22 Ekim 1984 tarihinde hayata veda ederken 81 yaşındaydı. Geriye bir nice şiir, kitap ve makale bırakmıştı. Çin sosyalizminde gördüğü eksikliklerden Arnavutluk’ta Enver Hoca’ya, Türkiye’deki sosyalist mücadelen Suriye’deki Kürtlerin kültürel haklarına kadar birçok başlıkta görüş belirtti, röportaj verdi. 

Asıl adı Şehmuz Hasan’dı. Bir dönemin, bir kuşağın Kürt topraklarındaki tezahürüdür Şehmuz Hasan ya da en bilinen adıyla Cegerxwîn. Türkçe söylemesi daha kolay olduğu için Ciğerhun olarak da bilinir. Ciğeri yaralı manasına geliyor Cegerxwîn. Şiirlerinde de bu mahlası kullanır. 

Sebebi malum. Habur nehrine yazdığı şiirde “Benim gibi olsaydın, Kürt olsaydın, görürdün, gücünün derde ve yaralara dönüştüğünü” der. Halkı gibi yaralıdır kendisi de. Mahlasının ciğeri yaralı olması bu yüzdendir. 

Gözlerini dünyaya, 1903 yılında o zamanlar Mardin’e bağlı Gercüş ilçesinde açar. Tarihte “1902 doğumlular” diye bir şey var idiyse eğer Cegerxwîn bu kuşağa dahildir. Bir yıl sonrasında doğarak yetişir bu kervana.

Çocukken kanlı bir savaşın ortasında kalan Cigerxwîn, o zamanlar henüz sınırlar da olmadığı için Suriye’nin Amude kentine göç eder. Birinci Dünya Savaşı, insanlığın o güne değin gördüğü en büyük kanlı boğazlaşmaya sahne olmuştu. Savaş bittiğinde, doğup büyüdüğü, oyunlar oynadığı yere Türkiye, yaşadığı yere ise Suriye deniyordu artık. 

Yıllarca çobanlık yaptı, tarlalarda çalıştı. İlk gençlik yıllarında İslami eğitimler aldı. Hatta bir dönem Şeyh Şehmuz, ya da Şeyh Hasan olarak da çağrıldı. 

Bir kuşağın Kürt topraklarındaki tezahürüdür demiştik. Her birinin hikayesi az biraz birbirine benzer. Acıları, yokluk ve yoksullukları benzerdir. Sonra bir Marksist damara tutunulur ve hayatları değişir. 

Ağaların çocukları, ağaların çocuğu olduğundan, beylerin çocukları da bey çocuğu olduğundan değişir hayatları. Kolaydır. Ama yoksulların hayatının değişimi için bir müdahale gerekir. İslami metinleri irdeleyen şair yıllar sonra külliyatları elinin tersiyle iter ve başka arayışlara yönelir. Günde beş vakit ezan okuyup bir kez doyuramadıkları için yoksulların karnını, Tavukların İsyanı şiirinde imamlara kızar örneğin. 

1948 yılında Suriye Komünist Partisi’ne üye olur. Üye olduğu yıllarda kendisiyle aynı anadili konuşan bir genel sekreteri vardır partinin. Halid Bektaş da Şam Kürtlerindendir ve Cegerxwîn’in partili olmasında payı vardır. Düne kadar Suriye’de İslamcı çetelere karşı sokağa dökülen Suriye halkının ellerinde Cegerxwîn’in şiirlerinden oluşan pankartlar taşımaları biraz da bu yüzdendir. 

Hayatı sürgünlerde geçer şairin. Gittiği her yerde Kürt öğrencileri bir araya getirir, onlara Kürtçe öğretir, anadillerini geliştirmeleri için yardımcı olur. Bir nice şiir yazar. Hatta Ahmed Arif, bir gazeteye verdiği röportajda “neden Kürtçe şiir yazmıyorsunuz?” sorusuna, “en iyilerini Cegerxwîn yazdı. Bize pek bir şey kalmadı, okumak isteyenler kendisinden okusun” minvalinde bir cevap vermiştir. 

Cegerxwîn, Nâzım, Neruda, Brecht, Ritsos ve daha nicesi işte o kuşaktandır. 1. Dünya Savaşı’nda çocuk, büyük değişimlerin tanığı ve mimarı olan bir kuşak. Hemen hemen hepsinin benzer ortak özellikleri var. İyi şiir yazdılar, hayatı değiştirmek için ellerinden geleni yaptılar, sürgünlere gönderildiler, pes etmediler, bulundukları ülkelerin komünist partileriyle yan yana geldiler. Bir kısmı sürgünde memleket hasretiyle yaşama veda etti. Hatta aynı isimlere, belki de birbirlerinden habersiz, şiirler yazdılar. 

Nâzım ile Cegerxwîn’in Amerikalı siyahi sanatçı Paul Robeson’a yazdıkları şiir ilk akla gelenidir. 

Bize türkülerimizi söyletmezler çünkü korkuyorlar türkülerimizden diyor Nâzım. Cegerxwîn ise sosyalist bir dünyada buluşmayı arzular Robeson ile. “Buradan kahvaltı edelim bal ile, Moskova'da öğle, Çin'de ikindi yemeğiyle. New York'ta akşam, Londra'da geceyle. Siyah derililer ile beyaz derililer kirve olalım” der. 

Cegerxwîn için en çok yapılan benzetmelerden birisi “Kürtlerin Nâzım’ı”dır. Ne güzel benzetmedir. Ne kıymetli. Nâzım usta bir kıymet ölçüsüdür çünkü. Cegerxwîn de öyle. 

Nâzım 902’te Cegerxwîn 903’te dünyaya geldi, her ikisi de dönmediler bir daha doğdukları yere. Her ikisi de geri dönmeyi sevmez çünkü. Her ikisinin de ayakları değmiştir Halep topraklarına. Her ikisi de komünisttir. Lenin’den Stalin’e bir nice isme şiirler yazdılar.

Kürtlerin Nâzım’ı 22 Ekim 1984 yılında hayat veda ettiğinde Türklerin Cegerxwîn’i çoktan göç etmişti bu dünyadan. Her ikisinden kalan miras aynıdır, aynı dizeyle seslenirler:

“Boyun eğenler esirdir, biz yücelere çıkalım”