Elektrik piyasası neden devletleştirilmeli?

Elektriğin piyasaya açıldığı yıllardan bu yana devlet elektrik şirketlerini sırtına almış durumda, bu şirketler halkın sırtında kamburdur.

Suat Özeren

Neoliberal politikaların sermaye birikim sürecine yönelik en önemli düzenlemelerinden biri özelleştirme. Kapitalizmin temel sektörlerindeki kâr oranlarının düşmesinin de etkisiyle sermaye sınıfı özelleştirme ile kamunun mal ve hizmet sektörlerindeki alanlarına da yöneldi. Özelleştirme ile sermaye sınıfı toplumsal mülkiyet alanlarını sahiplenerek geniş halk kesimlerini mülksüzleştirdi. Neoliberal politikalar kapsamında yapılan özelleştirmeler sonucunda eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetlerin yanısıra üretken kamu işletmeleri de sermaye sınıfı tarafından yağmalandı. Bu süreçte, elektrik sektörü de 1980’li yıllardan itibaren özel kesime açıldı, 2000’li yıllardan sonra ise özelleştirilerek piyasalaştırıldı, böylece elektrik kamusal mal özelliğini yitirerek metalaştı.

Elektriğin piyasalaştırılması

Neoliberal ortodoks söylem özelleştirme ile rekabetçi piyasaların oluşacağını, serbest piyasada oluşan arz talep dengesine göre belirlenecek fiyatların üretim ve yatırım düzeyini belirleyeceğini, böylece ekonomide kaynak kullanımında etkinliğin sağlanacağını savunur. Tam rekabet koşullarının olmadığı günümüz tekelci piyasalarda kaynak kullanımında etkinliğin sağlanabilmesi tam bir fantezi, hayat hiçbir şekilde bunu doğrulamıyor. Özelleştirmeler ekonomik nedenler ile değil sermaye sınıfı lehine ideolojik tercihler doğrultusunda gerçekleştiriliyor. Elektrik piyasası özelleştirildikten sonra özel sektörün yatırım ve üretim sürecinde kaynakları etkin kullanamadığının en güzel örneklerinden biri Türkiye; son yirmi yılda elektrik talebinin iki katından fazla üretim kapasitesinin oluştuğu görülüyor.

DPT kamu yatırımlarında kaynak kullanımında etkinliği sağlama görevini (kapitalist bir ekonomide ve diğer çok sayıdaki kısıt altında) yürütmeye çalışmıştır. Özelleştirmenin başladığı 2000’li yıllara kadar elektrik sektöründe yatırım-iletim-dağıtım bütünlüğü içinde kıt kaynaklarla kamu yatırımları gerçekleştirilmiştir. Yıllık ve Beş Yıllık Kalkınma Planlarında elektriğe ilişkin yatırım ve üretim hedeflerindeki yüksek gerçekleşme oranları, DPT’deki biz planlamacıların her zaman önem verdiği bir durum olmuştur.

Bilindiği üzere, temel altyapı sektörlerinde yatırım miktarları genellikle büyük, bu yatırımların geri dönüş süreleri uzun ve kâr marjları düşüktür. Bu nedenle kapitalist ülkelerde bu yatırımlar genellikle kamu kesimi tarafından yapılmış, özel kesim neoliberal sermaye birikim sürecine kadar bu alandan uzak kalmıştır. Ülkemizde de temel altyapı sektörlerinden olan elektrik sektöründeki yatırımların çok büyük kısmı 1980’li yıllara kadar kamu tarafından gerçekleştirilmiştir. 1980-2000 döneminde melez bir yöntemle; Yap-İşlet-Devret, İşletme Hakkı Devri, otoprodüktörler ve Yap-İşlet modelleri ile elektrik sektörü özel kesime açılmıştır. 2000’li yıllardan itibaren Dünya Bankasının kamu yönetimine yönelik neoliberal politika önerileri doğrultusunda elektriğin piyasalaştırılma süreci derinleştirilerek, elektrik metalaştırılmıştır. Bu politikaların bir parçası olarak bu dönemde kamunun müdahalelerinin niteliği değişmiş; daha doğrudan sermaye lehine politikalara, uygulamalara ve düzenlemelere yönelinmiştir. Bu kapsamda, piyasalaştırılan elektrik piyasasının düzenlenmesine ve yönetilmesine yönelik olarak da Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) kurulmuştur.  

Elektrik sektörünün verimli çalışabilmesi için üretim-iletim-dağıtım faaliyetleri dikey bütünleşik yapı içerisinde örgütlenmesi gerekir, ancak sektör özelleştirilme sürecinde üretim ve dağıtım sistemleri olarak bölünerek dikey bütünleşik yapısı bozulmuş, iletim kısmı ise bugünlerde özelleştirilme kapsamına alınmıştır. Son yirmi yıldaki özelleştirme döneminde elektrik üretiminde özel şirketlerin payı yüzde 20’lerden yüzde 80’lere ulaşmış, elektrik dağıtımı ise yine az sayıdaki özel şirketlere devredilerek, sektör piyasalaştırılmıştır. Bugün, Sabancı, Limak, Cengiz, Kolin, Enka gibi birkaç büyük özel tekelci sermaye grubu, elektrik üretiminin yanı sıra dağıtımının da büyük kısmını kontrol etmektedir.

Piyasa ekonomilerinin kâr odaklı, kısa vadeli bakış açısını ve irrasyonel işleyişinin tüm özelliklerini elektrik sektörünün piyasalaşma sürecinde gözlemek mümkündür. Elektrik üretim miktarı bu dönemde devletin çeşitli destek ve sübvansiyonlarının da katkısıyla hızla artarak elektrik talebinin iki katına ulaşmıştır. Yaklaşık 100 bin MW kurulu kapasitenin üstüne halen 20 bin MW’lık santral yapımı sürmekte. Elektrikte arz güvenliği açısından yüzde 15-20’lik yedek kapasite dünyada kabul gören oranlar olmasına karşın, bu denli âtıl kapasite özel şirketlerin, serbest piyasa ekonomisinin kaynak kullanımında etkinliği sağlayacağı savının ne kadar geçersiz olduğunu, ekonomik kaynakları nasıl israf ettiğini gösteriyor.
AKP’nin ilk on yılında yurtdışından döviz cinsinden borçlanmanın kolay ve ucuz olması, bu sektördeki özel şirketleri ağırlıklı olarak dış borçlanma ile elektrik santral yapımına yöneltmiştir. Ucuz yatırım olanaklarının yanısıra abartılı talep tahminleri ve plansız yatırımlar ihtiyacın çok üzerinde kurulu gücün ve üretim kapasitesinin oluşmasına neden olmuştur.

Kaynak kullanımındaki etkinliğin sağlanamamasının yol açtığı toplumsal maliyetin yanısıra oluşan âtıl üretim kapasitesi için yapılan yatırımların neden olduğu sabit ve finansal maliyet artışları elektrik fiyatlarını arttırmakta, pahalı elektrik geniş halk kesimlerinin yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir.

AKP döneminde reel kesimdeki özel firmaların dış borçlanması yıllar içinde büyük artış gösterdi. Daha çok AKP’nin gözde sektörleri inşaat, enerji ve turizm sektörlerinde faaliyet gösteren bu firmaların döviz fiyatlarının artmaya başladığı 2016 yılından, özellikle 2018 ekonomik krizinden sonra döviz borçlarını ödemekte ciddi sıkıntılar yaşadığı görüldü. AKP her zaman olduğu gibi burada da kamu kaynaklarını sermaye sınıfını lehine kullandırmış, bu dönemde yaklaşık 60 milyar dolarlık yeniden yapılandırma ile firmaların kur riskini kamu üstüne almıştır. Bu süreçte elektrik sektöründeki firmaların 10 milyar dolarlık sorunlu kredileri yapılandırılmıştır, sektörün bankalara halen yaklaşık 47 milyar dolarlık kredi borcu bulunmaktadır.1

Benzer durum elektrik dağıtım firmaları içinde geçerlidir; elektrik dağıtımı özelleştirilirken (bu süreçte yolsuzluk, kayırma, düşük bedel ile özelleştirme gibi çok sayıda usulsüzlük yaşanmıştır), özelleştirme bedellerinin ödenmesinde gelirler TL iken firmaların döviz cinsinden borçlanmalarına izin verilmiştir. Elektrik dağıtımın özelleştirme sonuçları da tam bir başarısızlıktır; elektrik dağıtımı ve perakende satışı rekabete açılamamış tekelci bir piyasa oluşmuş, ihtiyaç duyulan altyapı yatırımları yapılmamış, elektrik güvenli ve kaliteli olarak kullanıcılara yeterli ölçüde sunulamamış, özel dağıtım şirketleri işlevlerini yeterli ve gereken düzeyde gerçekleştirememiştir.

Bugün mevcut durumda elektrik üretim ve dağıtım firmaları teşvik, sübvansiyon, ertelemeler, aflar, borçların yeniden yapılandırılması ile devlet tarafından ayakta tutuluyor, özel şirketlerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri ancak kamu destekleri sayesinde sağlanabiliyor, sermayeye yapılan bu transferler kamunun üzerinde büyük bir yük oluşturuyor.
Büyük meblağlardaki toplumsal kaynağın özel firmalara peşkeş çekilmesinin yanısıra özelleştirme sürecinin yatırım, üretim süreçlerine yönelik politikaların sonuçları bize elektrik piyasasının verimsiz ve yüksek maliyetler ile çalıştığını gösteriyor.

Elektrik piyasasında fiyatların oluşumu

2001 yılında elektrik sektörü özelleştirilirken devletin elektrik piyasasına müdahale etmediği, rekabetçi serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir durumda piyasanın en ucuz elektrik fiyatını ve güvenilir arz miktarını kendiliğinden oluşturacağı argümanı savunulmaktaydı. Ancak sektörün yapısal özelliğinden dolayı fiyatların oluşumunu etkileyen çok sayıda faktör bulunmaktadır. Elektriğin doğal gaz, kömür (yerli-ithal), hidrolik, rüzgâr, güneş gibi farklı birincil kaynaklar kullanılarak üretilmesi, bunların temin edilmesinin ve maliyetlerinin farklılıklar göstermesi, doğal tekel konumundaki elektrik sektöründe birden fazla ekonomik aktörün bulunması sonucunda üretim-iletim-dağıtımdan oluşan dikey bütünleşik yapının bozulmasının yarattığı sorunların varlığı nedenleriyle, bugünkü bu yapısıyla elektrik serbest piyasa ekonomisi yapısı içinde teknik olarak verimli bir biçimde yönetilemez.

Uygulamaya bakıldığında da devletin fiyatlara sürekli müdahale ettiği, tekelci yapı nedeniyle fiyatların serbestçe belirlenmediği, özel firmaların sürekli devletten fiyat desteği, ihtiyacı içinde olduğu görülmektedir. “Az sayıda şirketin çıkarına olan alım garantili yüksek fiyatlarla yerli kömür santrallerine tanınan alım garantisi, yerli kömür, ithal kömür ve doğal gaz santralleri için oluşturulan kapasite mekanizması adı altında ilave ödemeler yapılması gibi bedeli milyarlara varan uygulamaların yanısıra, amaçlarının çok dışına çıkmış olan ve yatırımcılara kâr garantisi sağlayan YEKDEM-Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması vb. uygulamalar elektrik maliyetlerinin ve fiyatların yükselmesine neden olmaktadır.”2 Bu durum özelleştirilen elektrik sektöründe fiyatların piyasa mekanizması içinde oluşmadığını, ancak devlet desteklerinin katkısıyla üretimin gerçekleştirilebildiğini göstermektedir. Bu türden devlet destekleri ile halkın cebinden, vergilerinden sermayeye önemli miktarda kaynak aktarılmaktadır.

Elektrik iletimi ve dağıtımı geleneksel olarak “doğal tekel” olarak adlandırılmaktadır. “Doğal tekel, bir hizmetin birden çok üretici tarafından yapılmasının fiziki veya ekonomik olarak olanaklı olmadığı, tek üretici tarafından daha az bir maddi ve toplumsal maliyetle hizmetin verilebildiği durumları anlatır.”3 

Daha önce belirtildiği üzere elektrik enerjisi doğrudan doğaya bağlı doğal gaz, kömür, hidrolik, rüzgâr, güneş gibi farklı birincil kaynakların dönüştürülmesiyle üretilmektedir, dolayısıyla bu kaynaklardan üretilen elektriğin maliyetleri de farklıdır, bu durum elektrik fiyatının belirlenmesinde önem taşır. Elektrik sektörü kamu tekeli altındayken ve kamu hizmeti niteliğindeyken elektrik fiyatı genel bir kural olarak, en ucuzdan en pahalıya göre sıralanıp (verimli ve verimsiz santrallerin maliyetlerinin yansıması olarak), bu fiyatların ortalaması fiyat olarak belirleniyordu.

Elektrik sektörü piyasalaştıktan sonra sektörde birden çok üretici olduğundan, yani doğal tekel yapısına aykırı bir durumun varlığından dolayı elektrik fiyatının belirlenme süreci de değişmiştir. Bugün elektriğin piyasalaştırılması ile birlikte elektrik fiyatı dengeleme ve uzlaştırma olarak adlandırılan borsa sistemi içinde belirlenmektedir. Bu sistem EPİAŞ (Enerji Piyasaları İşletme A.Ş.) tarafından yönetilmekte, elektrik satışları santrallerin verdiği en düşük fiyattan talebin karşılandığı en yüksek fiyata kadar sıralanmakta, ilgili saatteki en yüksek fiyat elektrik fiyatı olarak kabul edilmekte, bu yüksek fiyat daha düşük fiyat bildirmiş olan tüm santrallere garanti edilmektedir.4 Sonuç itibariyle elektriğin piyasalaştırılması ile elektrik fiyatı en pahalı, en verimsiz olan santrale göre belirlenmektedir. Sektörün tekelci piyasa niteliği dikkate alındığında santrallerin verdiği fiyatların da yüksek tekelci fiyatlardan oluştuğu kuşkusuzdur.

Bu durum sektördeki özel tekelci firmalara daha fazla toplumsal kaynak aktarımına neden olmakta, yüksek fiyatlar geniş halk kesimlerinin zorunlu ihtiyacı olan elektriğe ulaşmasını önemli ölçüde zorlaştırmaktadır.

Elektrikte devletleştirme zorunludur

Neoliberalizmin özelleştirmeye yönelik iktisadi kabullerinden yola çıkarak yaptığımız değerlendirmelerden ortaya çıkan sonuçlar kısaca özetlendiğinde, elektriğin piyasalaştırılmasının neden olduğu çok boyutlu sorunların varlığı bize elektriğin devletleştirilmesinin gerekliliğini, zorunluluğunu açıkça gösteriyor: 

  • Özelleştirme emekçi halkın geçmişte biriktirdiği servetlerine, varlıklarına el konularak onların mülksüzleştirildiği; tüm bunlar elektriğin özelleştirilmesi ile temel bir insan hakkı olan elektrik kullanımının kamu hizmeti olmaktan çıkarıldığını, elektriğin fiyatı halkın ihtiyaçlarına, çıkarlarına göre değil piyasanın acımasız kuralları tarafından belirlendiğini gösteriyor.
  • Elektriğin piyasalaştırma sürecinde ekonomik kaynakların etkin kullanılamadığı, kısa vadeli kâr hırsı ile talebin çok üzerinde yatırım yapılarak âtıl üretim kapasiteleri oluştuğu, bunun üretim maliyetlerini ve elektrik fiyatlarını arttırdığı, elektrik sektörünün üretim-iletim-dağıtımdan oluşan dikey bütünleşik yapısının firmalara kâr, rant yaratma kaygısıyla bozulmasının piyasalaşmanın irrasyonel işleyişine örnek teşkil ettiği; tüm bunlar elektriğin fiyatını arttırdığını, özel elektrik firmalarının verimsiz çalıştığını, sektörün piyasaya açılmasının yanlışlığını gösteriyor.
  • Özel elektrik şirketlerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için teşvik, sübvansiyon ertelemeler, aflar gibi çeşitli araçlar ile kamu tarafından sürekli desteklendiği, üretim, yatırım ve özelleştirme giderleri için yaptıkları döviz cinsinden borçlarının bir kısmının kamu tarafından yeniden yapılandırıldığı, önemli kısmının kur riskinin kamunun üstüne alındığı; tüm bunlar kamu kaynaklarının büyük tekelci sermaye gruplarına peşkeş çekildiğini, halkın parasının heba edildiğini gösteriyor.
  • Kamunun üretim sürecinde çeşitli alım garantileri ve teşvikler ile özel firmaları elektrik üretmeleri için kamu kaynaklarından desteklediği, ayrıca elektriğin doğal tekel olma niteliği nedeniyle elektrik borsasındaki en yüksek maliyete göre elektrik fiyatının belirleniyor olması elektriğin pahalı olmasına neden olduğu; tüm bunlar piyasasının özelleştirilmesinin kâr, yağma ve ideolojik kaygılarla yapıldığını, toplumun çıkarlarına aykırı olduğunu gösteriyor.

Başlangıçta öne sürülen savların tam aksine elektriğin piyasalaştırılmasının sonuçları büyük bir başarısızlık örneği. Elektriğin piyasaya açıldığı yıllardan bu yana devlet elektrik şirketlerini sırtına almış durumda, bu şirketler halkın sırtında kamburdur. Elektrik yüksek maliyetler ile üretilmekte, tekelci firmalar tarafından halka yüksek fiyatlarla satılmakta, halk enerji yoksulluğu yaşamaktadır. Bugün elektrikte üretim araçlarının sermayenin elinde olmamasının tüm gerekçeleri eksiksiz olarak bulunmaktadır. Marksist öngörünün tüm çıplaklığıyla gerçekleştiği görülüyor; elektrik üretiminin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkinin sonuçları tüm unsurları ile karşımızda duruyor.

Elektrik ticari mal gibi kabul edilemez, elektrik kamusal bir maldır, halkın kullanımında olan zorunlu olan bir ihtiyaçtır. Üretimi, dağıtımı, erişilebilirliği, fiyatı piyasa tarafından değil toplum yararı gözetilerek devlet tarafından belirlenmelidir, bu nedenle özel elektrik üretim ve dağıtım şirketleri devletleştirilmelidir. Bu alanda kamucu politikaların uygulanması geniş halk kesimlerinin yararı için gereklidir. Yaşanan sorunları çözmek için sektörün özel tekellerin yağmasından kurtarılması, kamusal bir alana taşınması zorunludur. Kamu hizmeti niteliğindeki sağlık, eğitim gibi elektriğin de merkezi planlama perspektifi ile toplumsal yarar gözetilerek planlanması ve yönetilmesi gerekir.

Elektrikte devletleştirme politikasının hayata geçirilme talebini bugünkü mevcut kapitalist sistemin yapısı içinde “başka çözüm yok” veya “gerçekçi olmak” gibi argümanlar ya da 2023 seçimleri sonrası yeni iktidarın ne yapacağının sınırları temelinde klişe, sistem içi ideolojik söylemler kapsamında geliştirilecek öneriler, elektrik piyasasındaki sorunları kalıcı olarak çözemeyeceği gibi mevcut çarpık yapının devamını savunmak anlamına gelecektir. Ayrıca, yükümlülüklerden çok fazla çekinmemek gerekir, “tiksindirici borç”5, “borçların sürdürülebilirliği kuralına dayanılarak borçların hafifletilmesi” veya yükümlülüklerin tamamını ya da büyük kısmını reddetmek gibi dünyada farklı yaklaşımlar ve ülke uygulamaları bulunmaktadır.

Kapitalizm ekonomide, toplumsal yaşamda, ideolojik söylemde üstesinden gelemediği, uzun bir süredir devam eden derin bir krizin içinde. Kapitalizmin bugün geldiği noktada geniş toplum kesimleri yaşam düzeylerinde önemli gerilemeler yaşıyor, çevre kirliliği, iklim değişikliği yaşam alanlarını, insanlığın geleceğini karartıyor. Bu kapsamda ülkemizde de elektrik üretiminde fosil kaynaklara dayalı ve yüksek dışa bağımlılık oranına sahip mevcut yapının değiştirilerek, yenilenebilir kaynakların payının yükseltilmesine yönelik politikaların bir an önce kamu eliyle planlanması ve etkin olarak uygulanması önem taşıyor. Enerji tüketiminde fosil yakıtların büyük miktarlarda kullanımı, enerjinin ticari meta haline dönüşmesi ile çevrenin, nehirlerin, tarım alanlarının, ormanların tahrip olması bugünkü barbarlık düzeninin oluşmasının önemli nedenlerinden. Barbarlık düzenine dönüşen kapitalizmin neden olduğu her türden sonucun ortadan kaldırılması için toplumsal yararı temel alan kamusal plan, programlar ve politikalara günümüzde daha çok ihtiyaç bulunuyor.

Yaptığımız değerlendirmeler devletleştirmenin yarının değil bugünün zorunlu ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Eşitlikçi bir düzen kurmak için emekçi sınıflar uzun yıllar süren hak ve talep mücadelesi içinde olmuşlar, haklarını ve taleplerini ancak sınıf eksenli mücadelelerin sonucunda elde edebilmişlerdir. Elektriğin devletleştirilmesi de emekçi sınıflar için vazgeçilmez, haklı ve acil bir taleptir. Eşitlikçi bir düzen için kamu hizmetlerinin devletin elinde olması gerekir, bu hizmetler devlet eliyle yürütülmelidir. Bugün gelinen noktada elektriğin devletleştirmesi talebi geniş halk kesimlerinin yaşamlarını sürdürebilmelerinin en doğru, en akla yatkın biçimi haline gelmiştir.

  • 1. Türkyılmaz, Oğuz ve Orhan Aytaç (2020). “Sonuç: Bazı Saptamalar ve Aykırı Öneriler”. Türkiye’nin Enerji Görünümü, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, s. 456.
  • 2. Türkyılmaz, Oğuz ve Orhan Aytaç (2020). “Sonuç: Bazı Saptamalar ve Aykırı Öneriler”. Türkiye’nin Enerji Görünümü, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, s. 454.
  • 3. Ulutaş, Mahir (20.2.2022). “Elektrik Şirketleri Kamulaştırılsın”. BirGün Pazar, Sayı:780.
  • 4. Ulutaş (20.2.2022). “Elektrik Şirketleri Kamulaştırılsın”.
  • 5. Kozanoğlu, Hayri (3.8.2021). “Türkiye’de Tiksindirici Borç”. BirGün Gazetesi.