YÖK'ün Özel Üniversite Çıkartması

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan bir süredir “özel üniversite” kurma hedeflerini dillendirmekte. YÖK Başkanı, “Para için yapan para için, vakıf için yapan vakıf için yapmalı” diye düşünmektedir.

Bugüne kadar vakıf üniversitelerini hep özel üniversiteler olarak algılamıştık. Aslında hukuksal olarak öyle değiller garip bir statü olarak ortaya çıkmış yapılardır. Özel üniversite ihtiyacını karşılamak için kurulmuş ama 1970’li yıllarda yaşanmış özel üniversite deneyiminin kaygılarını da taşıyan hibrit bir model gibiler. Hukuksal olarak vakıf satüsünde görünüp ama işleyiş mantığı olarak neredeyse tamamen özel yapılar. Özel işletme yapısında olduğunun en önemli göstergelerinden birisi de hocalarının özel hukuk kükümleri çerçevesinde sözleşmeli statüde çalıştırılması.

YÖK başkanı neden bu kargaşaya (!) bir dur deme gereği duyuyor? Sayın Başkan’ın bu isteği bize nedense başka şeyler düşündürüyor. AKP bürokratlarının mantığını artık çok iyi biliyoruz. Ulaşmak istediği sonuca genellikle birkaç aşamada ulaşmayı yeğleyen, bu sayede de tepkileri bölerek anlamsızlaştıran AKP bürokratının çalışma sistematiği, bu süreçte de mi işlemeye başlamış durumda? Bu açıklama acaba aslında neyi hedefliyor? Bunu en iyi anlamanın yolu yine YÖK başkanı sayın Yusuf Ziya Özcan’ın açıklamalarına ve daha önceki icraatlarına bakmak!

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan bir konuşmasında “İdealim, belli sayıda insanı üniversiteye taşımak. Diğerlerini, yüksek teknik okullara ve meslek yüksekokullarına yönlendirmek. Bedava okul da olmaz” açıklaması yapmıştı. Devlet üniversitelerini paralı yapmak istediklerini söyleyen Özcan, “Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir” şeklinde konuşmuştu.

Yine başka bir konuşmasında Özcan üniversite sistemine ilişkin sosyal devlet anlayışını “Üniversiteler paralı olmalı. 10 bin YTL kredi verelim, öğrenciler işe girince bunu bize geri ödesin” şeklinde dile getirmişti. Özcan üniversitelerin ‘mali bağımsızlığa’ kavuşabilmesi için mutlaka paralı hale gelmesi gerektiğini Gaziantep’te yaptığı bir konuşmada da savunmuş, ‘mali bağımzsızlık’ konusundaki derin fikirlerini “Devlet parayı üniversiteye veriyor. Üniversitenin bütçesini zenginleştiriyor. Üniversiteye verileceğine öğrencilere burs olarak verilsin. Böylece üniversite kendi hesabını bilir, bölüm açarken, fakülte açarken çok dikkatli davranır. Eğer o bölüme yeteri kadar öğrenci çekemezse atıl kalır” cümleleriyle dile getirmişti.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Özcan, Ulusal Öğrenci Konseyi Genel Kurulu toplantısında da bir öğrencinin “Herkes üniversite mezunu olmalı mı?” sorusu üzerine “Hayır, olmamalı. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir. Üniversiteleri paralı yapalım. İsteyene 8-10 bin YTL kredi versek. Neyse borcu... ABD’de olduğu gibi, mezuniyetten sonra ödesin. Sadece belli sayıda insanı taşımak” şeklinde de üniversitelerin nasıl daha ‘seçkin’ bir eğitim modeli satüsüne taşınabileceğini anlatmıştı.

En son açıklaması ile YÖK başkanı özel üniversitelerin kurulması gerektiğini, vakıf üniversitesi sisteminin bunu taşımadığını söylüyor ama daha önceki açıklamalarıyla birleştirip genel olarak ‘derdi’ni anlamaya çalıştığımızda, Dr. Özcan, devlet ya da özel, fark etmeksizin, bütün üniverisite siteminin paralı olması gerektiği konusunu vurguluyor ‘aynen ABD’de olduğu gibi’.

YÖK başkanının özel üniversite vakıf üniversitesi ayrımın netleştirme çabası nedense bize klasik bir AKP bürokratı tavrını hatırlatıyor. Hedef, tüm sistemin paralı hale getirilmesi. Bunun için öncelikli hedef, özel ve vakıf üniversitesi ayrımını netleştirmek... Böylece tepkiler bölünüyor birçok kişi nasıl tepki vereceğini şaşırıyor. Vakıfı savunsa, olmaz! Özel-vakıf ayrımını savunsa, altından kalkamaz!

Oysa bu basit hamle ile sistemde çok temel bir dönüşümün kurumsallaşması sağlanacak!

İlk adım, ikinci öğretim katkı paylarının astronomik rakamlarda artırılması ile atılmıştı. 5 Ağustos 2009 tarihinde soL sayfalarında bu konudan bahsetmiş ve bunun kademe kademe tüm sistemin paralı hale getirilmesi için ilk adım olduğunu belirtmiştim. Bu sayede ikinci öğretim cazibesini yitirmekte, vakıf üniversiteleri cazip hale getirilmekteydi.

İkinci öğretim pahalılandırılarak önemli bir öğrenci kitlesi vakıf üniversitelerine doğru yönlendirilmiş durumda. Şimdi ikinci adım atılıyor. YÖK, vakıf üniversitesi ve özel üniversite ayırımını netleştirerek vakıf üniversitelerinin önemli bir kısmının özel üniversite statüsüne geçirilmesinin basamaklarını düşüyor. İkinci öğretim katkı paylarının pahalılandırılması operasyonu da vakıf üniversitelerine ‘korkmayınız biz gerekli düzenlemeleri yaparak sizi koruyucu yönde politikaları devreye sokmaya hazırız’ sinyali olarak algılanabilir.

Elbette unutulmaması gereken önemli bir nokta da, özel üniversite kurulması için 1982 Anayasası’nın 130. maddesinin de değişmesi gerekliliği. Anayasa maddesine göre vakıflar üniversite kurabiliyor, ancak “kazanç amacı gütmemek şartı” ile: “Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim kurumları kurulabilir”. Yusuf Ziya Özcan’ın özel-vakıf üniversite tartışması yeni Anayasa tartışmaları ile de bu bakımdan birleşiyor ve tam zamanında yürütülen bir tartışma olarak karşımıza çıkıyor.

Özel üniversite- vakıf üniversitesi ayrımı netleşirse ne olur? Özel üniversitelerin tam da özel sektör mantığı ve para kazanmak amacıyla çalışması, başta YÖK olmak üzere tüm devlet kademelerince açıkça tanınmaya başlanacak. Hatta gerekli Anayasa değişikliği gerçekleşirse bu ‘gerçeklik’ Anayasal bir nitelik kazanacaktır. Bu önemlidir! Anayasada ‘kamusal nitelikli iş gören ve kazanç amacı gütmeyen’ kurumlar şeklinde tanımlanan vakıf üniversitesi sistemi ile ‘isteyen bu alanda kâr da elde edebilir’ mantığı üzerine kurulacak bir özel üniversite sistemi, hukuksal statüleri ve yüksek öğretim sistemine bıraktıkları iz bakımından birbirinden temelden farklıdır.

Birçok vakıf üniversitesi bugün özel üniversite mantığı ile ve kâr güdüsü etrafında çalışmaktadır, ancak yine de mevcut hukuksal yapı çerçevesinde bunların kâr güdüsü etrafında çalışmasına izin vermemek, tamamen kâr amacı dışında çalışmalarını talep etmek de mümkündür. Bugüne kadarki uygulamalar bu kurumların hukuksal statüleri sayesinde değil, YÖK iktidarlarının ve devlet denetim sisteminin buna izin vermesinden kaynaklanmaktadır. Özel üniversiteye Anayasa ile izin vermek ise yüksek öğretim sisteminin kamusal niteliğini zedelemek, yüksek öğretim kurumlarının ticari birer işletme olarak açıkça tanınmasını sağlamak anlamına gelmektedir.

Buraya kadar yazdıklarımdan, okuyucunun, neredeyse vakıf üniversitelerini savunmaya başladığını düşünmesini istemem. Vurgulamaya çalıştığım nokta: Özel üniversite-vakıf üniversitesi ayrımının Anayasal düzeyde netleştirilmesi, üniversite siteminin topyekün paralı bir model olduğunun hukuksal kabulüdür bu sistemin kâr amacı gütmemesi gerektiği şeklindeki Anayasal ‘Aklın’ da reddidir. Bu basit gibi görünen değişiklik, aslında, Anayasal düzeyde bir tercih değişikliğidir ve başta devlet olmak üzere en üst toplumsal akıl katmanlarında bu değişikliğin kabul gördüğünü ifade eder. Bu kabulden sonra Sayın Özcan’ın yukarıda sizlerle paylaştığım “Üniversite paralı olmalı”, “Bedava okul da olmaz”, “Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir” şeklindeki açıklamalarını hayata geçirmesinin önünde, başta Anayasal düzeyde olmak üzere, hiçbir engel kalmaz.

Üniversite mensubu birisi olarak gözlemlerimi genelleyerek söyleyecek olursam, zaten başta rektör ve dekanlar olmak üzere devlet üniversitelerindeki hoca kadrosunun büyük çoğunluğu da ABD tarzı paralı devlet üniversitesi sistemine dünden razı görünmektedir. Tüm sistem ciddi bir para üzerine kurulunca, devlet üniversitelerinin rektörleri başta olmak üzere öğretim elemanları zaten bunu büyük bir memnuniyetle karşılayacaktır.

Geriye ne kalmaktadır? Geriye ciddi bir toplumsal muhalefet kalmaktadır. Ama bu muhalefet, bu aşamadan sonra ‘sosyal devlet’, ‘refah devleti’, ‘karma ekonomi’ vb. söylemler üzerinden yapılamaz. Kapitalist sistem saf haline dönmek için ciddi bir çaba sarfetmektedir. Bu çaba, kapitalist sistem içerisinde sınırlı bir dönemde yaşanmış ‘otuz zafer yılı’, ya da ‘altın çağ’ sloganlarıyla berteraf edilemez. Artık parasız eğitim savunusu, açıkça kapitalist sistem dışı bir sistemin savunusu haline gelmiştir. Bu sistemin adını söylemekten de çekinmemek gerekmektedir. Paralı eğitimin, emek sömürüsü ve sosyal kast sistemleriyle bütünleşmiş kapitalist bir modelin savunusu olduğunu parasız, piyasa için değil entellektüel ve toplumsal kaygılar için eğitimin ise sosyalist eğitim anlayışı olduğunu söylemek ve insanların tercihlerini doğru sistem arayışlarına yönlendirmek gerekmektedir. Gerçekçi olan budur. Bu kadar çıkmaza girmiş bir sistemde artık doğru bir nokta bulup savunmak imkansızdır. Doğru noktaya, ancak sistemi yeni bir mantıkla yenibaştan kurmak sayesinde ulaşılabilir. Sadece eğitim için değil, sağlık için de durum budur. Parasız, koruyucu sağlık hizmeti artık kapitalist sistem içerisinde yeniden düzenleme arayışları yoluyla savunulamaz. Gerçekçi değildir. Bu kadar paranın, çok ülkeli ilaç şirketlerinin, pazarlanabilir sağlığın batağına batmış bir sisteme kapitalist sistem içerisinde çözüm üretmeye çalışmak kadar gerçeklik dışı bir çaba olamaz. “Gerçekçi olup imkansızı istemek”ten başka çare kalmamıştır.

[email protected]