1 Mayıs Ankara’da beklediğimin çok çok üzerinde canlı geçti. Herkesin akın akın Taksim’e gideceğini ve Ankara’da bir avuç insanın 1 Mayıs kutlamasına geleceğini düşünerek gittim Sıhhiye Meydanı’na. Oysa katılım önceki yılları aratmayacak oranla yüksekti. Türkiye’nin her yerinden insanlar akın akın Taksim’e giderken Ankara’da katılımın bu oranda yüksek olması Ankara için çok önemli bir adımdır. Elbette bunda son 7 ay içerisinde Ankara’nın politik çehresini değiştiren önemli bir dinamik de etkili olmuştur: Tekel Direnişi. Tekel Direnişine ev sahipliği yapmış olan Ankara’lı uzun yıllar sonra sınıfıyla barıştı Tekel emekçilerine olan saygısını 1 Mayıs meydanında gösterdi. 1 Mayıs 2010 Ankara için bir ‘sınıfa dönüş’ hareketidir.
Ankara, siyasetin başkenti olarak, 1980 sonrası hızla tırmandırılan kimlik temelli siyasetin de merkezi olmaya doğru gidiyor. 1980 sonrası kimlik temelli politikalar sınıftan kaçmanın ve insanları sınıftan uzaklaştırmanın bir aracı olarak kullanıldı. 1960’lı ve 70’li yılların devrimci dinamiklerini bertaraf etmek ve sınıf mücadelesini güçsüzleştirmek için burjuvazi ‘kimlik’lere sığındı. Bu anlamda bir tür ‘sahte siyaset alanı’ icat edilerek sınıf mücadelesi anlamsızlaştırılmaya çalışıldı.
AKP iktidarına kadar Türkiye’de kimlik temelli siyasetin merkezi İstanbul’dur, diyebiliriz. AKP iktidarı adeta İstanbul’dan Ankara’ya inmiş ve Ankara’yı tümüyle kuşatmıştır. AKP iktidarından sonra Ankara’da başta üniversiteler olmak üzere kimlik temelli siyaset, hayatın merkezine oturmuştur.
Daha önce soL sayfalarında iki yazı ile tartışmaya çalıştığım ‘yeni sol’cular da kimlik temelli siyaseti yükseltmek için ellerinden gelenin fazlasını yapma çabası içerisindeler. Ankara’da bu kareketin yükselişi de AKP iktidarının zamanlaması ile uyum göstermektedir. Sosyalist mücadelenin yükselişi için önemli bir konjonktürün yakalandığı bir döneme denk düşmesi de ayrıca ilginçtir. ‘Yeni sol’ bu anlamda sınıftan kaçışın dip noktasıdır kökü ‘derinlerde’ aranmalıdır. Marksist solu anlamsızlaştırma, bir kenara atma, kitleleri sosyalizm hedefinden uzaklaştırma çabasının ürünüdür. Üstelik bunu da Marksist eğilimli gençler üzerinden yapma çabasıdır.
Avrupa ve Amerika’da yeni sol (new left) hareketi Marksizm içi bir tartışmaya işaret ederken Türkiye’de yeni yetme solcu arkadaşlar, sınıftan kaçıp toplumsal dinamikleri kimlik temelli tanımlamakta, Marksizmi “ulusalcı” olarak yaftalayarak sol çizgiden atmaya çalışmaktadır. (Elbette Marksistleri bir kez ulusalcı olarak kodladıktan sonra “ergenekoncu”, “darbeci” vb. yakıştırmaları da ardı ardına sıralamaktadır.) Anti emperyalizmin ulusalcılık olarak bir kenara atıldığı, kimlik siyaseti üzerinden insanların emperyalizme teslim edildiği çağımızda, sınıf mücadelesi de her şeyin sahtesini üretme ve yayma becerisine sahip yeni yetme solcular tarafından “ergenekoncu” ilan edilmekte Tekel işçilerinin direnişi bile ergenekonun bir oyunu olarak görülmektedir. Tarihte ilk kez liberal olduğunu söyleyen bir hareket Hitler faşizmini aratmayacak kadar “ötekileştirme” eğilimi içerisine girmektedir. Bu kadarını AKP milletvekilleri bile kolay kolay cüret edip söyleyemezken, sınıftan kaçışın bayrağını yükseltmeye yemin etmiş yeni yetme solcular, AKP anayasasına destek vermekten, Avrupa Birliği kuyrukçuluğundan, Büyük Orta Doğu Projesi taşeronluğuna kadar birçok alanda emeği uluslarası sermayeye ve emperyalizme teslim edecek politikalara açık veya gizli destek vermektedirler. Sahte liberal-örtük faşist eğilimlerini artık gizleme gereği bile duymadan anti emperyalist tavır içerisindeki kesimlere tüm kinlerini kusmaktadırlar. Belki bu toprakların anti emperyalist geleneğinden korkmakta belki de sahibinin sesini dinleyerek yeni küreselleşmeci silahlı yayılmanın bayrağını bu topraklarda gönderde tutmanın tek yolunun sahte liberalizm-örtük faşizm olduğunun farkında bir biçimde böyle davranmaktadırlar.
Marksizm ile bu yaklaşımlar arasında elbette ki fark vardır ve Marksistler elbette bu kesimlerden kendilerini ayrıştırmalı, bunların sol sözcüğünü hak etmediklerini haykırmalıdır.
Marksistler herşeyden önce topluma sınıfsal olarak bakar ama toplumu aynı zamanda bir bütünlük olarak görür. Bu bütünlüğün dinamiği de sınıf çelişkisinde yatmaktadır. Sınıf dinamikleri toplumsal dinamiklerin merkezindedir. Toplumu kimlik temelli algılayanlar ise, toplumu kimliklerin toplamı olarak görür. Buradan Marksizmin kimlik körü olduğu sonucunu çıkartmayınız! Marksizm kimliklere duyarlıdır ama sınıf dinamiklerini hesaba katarak... Mesela Kürtler denildiğinde Marksistler Kürtleri homojen bir gurup olarak algılamaz. Emekten yana Kürtler ile Kürt burjuvazisi ve feodal unsurları ayrıştırma gereği duyar. Tavrını buna göre belirler. AKP temelli kimlik politikasına bulaşan arkadaşlarımızın kuyruğuna takıldığı gibi Kürtlük adına Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile birleşerek sosyalist Kürtleri bertaraf etme çabası olarak tezahür eden kimlik politikalarına karşı çıkma gereği duyar.
Marksistler tarihsel ve geleneksel dinamiklere de kör değillerdir. Ama bunları tümüyle de kabul etmezler. Tarihsel ve geleneksel unsurlarda ilerici unsurları seçerek bunları geliştirmeye, feodal kalıntıları ve burjuvaziye hizmet eden unsurları da bertaraf etmeye çalışırlar. Bu anlamda halkımızın gelin-kaynana programları ya da her hecesinde feodal unsurları kapitalist sistem içerisinde meşrulaştırarak insanlara empoze eden ve bu sayede insanları uyuşturan yöresel folklorik programları bir “kimlik” özgürleşmesi olarak görmez aksine bunları, kitlelerin sahte ve tutucu kimlik hortlatmaları ile uyuşturulması edimi ve devrimci ve ilerici dinamiklerin yavaşlatılması çabası olarak algılar.
Marksist tercih, emekten yana olana doğru toplumsal dinamikleri ileri götürmek şeklinde ortaya çıkar. Buradan Marksistlerin ‘işçi tulumuna’ ya da ‘ tezek kokusuna’ hayran olduğu sonucunu çıkartmayınız! Marksistler, şu an yaşadığımız dünyadan ve bu dünyadaki bölüşüm ilişkilerinden rahatsız oldukları için bu dünyayı yerle bir edip emekçilerin iktidarını kurmak isterler. Çünkü emekçilerin iktidarını daha ileri, adil ve özgürlükçü bir iktidar olarak görürler. Emekçilerin, emeklerine sahip çıkabilecekleri ve dünya nimetlerinden insanların eşit yararlanacağı bir yaşamı kuracak potansiyeli barındırdıklarına inanırlar. Bu nedenle herşeye olduğu gibi kimlik sorununa da yaklaşırken sınıfsal bir gözlükle bakarlar. Marksistlere göre gelecek yaşamın anahtarı, emekçilerdedir. Bu nedenle de kimlikleri oldukları gibi, tüm tutuculuklarıyla, halkın tercihi neyse o şekilde kabul edemezler. Bilirler ki halkın tercihleri denilen şey de açıkça manipule edilir. Bu anlamda demokrasi de kocaman bir yalandır. Özgürlük ise kuru bir slogandan öte birşey, sömürülenlerin özgürleşmesidir. O nedenle Marksistler insanların durdukları yerde durmalarına izin vermek istemezler. Onları hep daha ileriye götürmeye çalışırlar daha ileri, sınıf mücadelesindeki ileri bir adımı ifade eder. Kendilerini sınıftan arındırarak durağanlaştırılmış kimliklerin tutuculuğuna bırakan kişiler bunu kolay kolay anlayamazlar. Anlayamasalar bile yine de ‘görev icabı’ 1 Mayıs’a katılma gereği duyarlar.