3 Haziran 2011 Cuma günü ulusal bir kanalımızdan telefonla aradılar ve yerelleşme sürecinin tehlikeleri üzerine görüşlerime başvurmak istediklerini ve akşamki haber bülteni için hazırladıkları bir dosyada bunu kullanacaklarını söylediler.
Kendisini sol ve sosyalist olarak tanımlayan akademisyenlere genellikle televizyonlarda hatta gazetelerde hemen hiç yer verilmediği için ve konu akademik çalışma alanımın içerisinde olduğu için kabul ettim.
Benimle görüşme yapan haberci arkadaşım sürekli sözü güneydoğuya, bölücülüğe, bölgede Amerikan çıkarlarını tesis etmeye çalışan Kürt halkı ve hareketine getirmeye çalıştı. Ben de sürekli dünyada yerelleşme sürecinin 1997 sonrası post-Washington Uzlaşısı politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıktığını bütün dünyada benzer uygulamaların Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Birliği gibi uluslararası idare kuruluşları eliyle gündeme getirildiğini elbette Türkiye özelinde başka politik sonuçlara da yol açabileceğini ancak projenin esas olarak bölgenin uluslararası sermayeye ‘pazarlanması’ etkinliği olarak algılanması gerektiğini çok ülkeli şirketlerin, yerel sermaye grupları ile işbirliği içerisinde Türkiye topraklarını ve Türk emekçilerini pazarladıklarını vurgulamaya çalıştım. Güneydoğu özelinde de sorunun emek ve sermaye çatışması çerçevesinde algılanması gerektiğini, bölge kalkınma ajansları, belediye ve il özel idaresi kanunlarının bu çıkar çatışmasında uluslararası sermayeden yana tavır alacak bir biçimde yeniden düzenlendiğini vurguladım. Yönetişim uygulamasının yeni bir sermaye diktatörlüğünün olanaklarını hazırladığını belirttim. Üstelik bu politikaların tarihte orijinal olarak sol söylemin bir parçası olarak ortaya çıktığını yerelleşmeyi, sol ve sosyalistlerin de tarihsel olarak savunduklarını ancak bugün yaşadıklarımızın bir tür “ironi” olduğunu bir şeyin tam tersini göstererek dalga geçildiğini bugünkü yerelleşme projesinin bir demokrasi hareketi sayılamayacağını, olsa olsa yeni bir tür “sermaye diktatoryası” sayılabileceğini anlattım. Bu ülkenin başbakanının güneydoğuyu işaret ederek Türkiye’nin Çin’ini yaratacağız yollu söylemlerine dikkat çekerek tam da bölge açısından yerelleşmenin bunu hedeflediğine vurgu yaptım, bugün güneydoğudaki fakir Kürt insanının emeğinin yerel piyasada Çin’li bir işçiden bile daha ucuza pazarlandığını anlattım. Üstelik elbette sadece emeğin pazarlanmasına değil, bölgedeki doğal kaynakların ve sömürülebilecek her türlü kaynağın da yerelleşme projesi çerçevesinde pazarlandığını görmek gerekmektedir. Eğer emeğin ve kaynakların sömürüsü tehlikeye girerse emperyalist oluşumlar bölgenin haritasını yeniden şekillendirmek yolunu da tutabileceklerdir.
Akşam haberlere baktığımızda Kürt karşıtı bir programın içerisinde işlerine en çok yarayacak 2-3 cümlemin kullanılmış olduğunu gördüm ve çok rahatsız oldum.
Birçok politik çizgi ile sosyalistler bugün anti-emperyalist çizgide işbirliği yapıyorlar. Ancak sosyalistleri diğer anti-emperyalist oluşumlardan ayıran nokta, sosyalistlerin anti-emperyalist mücadelede öncelikli olarak enternasyonalizme vurgu yapmaları, anti-emperyalist mücadelenin ancak ve ancak dünyanın ezilen halklarıyla birlikte anlamlı olacaklarına inanmalarıdır. Sosyalistler, milliyetçi bir anti-emperyalist mücadelenin ise faşizme dek uzanabilecek çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünürler. Bu anlamda bu topraklarda verilecek anti-emperyalist bir mücadele ancak Kürt, Yunan, A.B.D., Kanada, Çin, Küba, Brezilya, Mısır, Suriye, İran ve diğer ülkelerin emekçileri ile birlikte yürütülmesi durumunda anlam taşıyacaktır.
Bizler hiçbir halkı ve hiçbir insanı sırf milliyeti ya da rengi vb. özelliği dolayısıyla dışlamayız. Dünya emekçilerinin kardeşliğine inanır ve bu kardeşlik çerçevesinde her türlü emek sömürüsüne karşı tüm insanları birleştirmek isteriz. Kürt halkı da bu anlamda aynı toprakları paylaştığımız ve aynı topraklarda sömürüye ve emperyalizme karşı mücadele verdiğimiz halklardan sadece birisidir. Kaldı ki Anadolu topraklarında herkes biraz Kürt, biraz Çerkez, biraz Gürcü, biraz Laz, biraz Boşnak vb.dir. Güneydoğudaki emekçi kardeşlerimizi, bölgede yerelleşme rüzgârlarına sığınarak sömüren yerli ve yabancı her türlü emperyalist ve işbirlikçiye karşı uyarmak, onlarla birlikte buna karşı mücadele etmek bizim görevimizdir. Bölgedeki yerelleşme rüzgârlarına da böyle bakmak lazımdır. Uluslararası sermaye ile işbirliği içerisinde bölgedeki fakir halkı sömürmek için iştahı kabaran geniş bir oluşum söz konusudur. Bu oluşuma karşı Kürt halkını dışlayarak mücadele etmek mümkün değildir böyle bir mücadele de onaylanamaz.