Başrollerinde TÜSİAD ve AKP’nin olduğu bir çadır tiyatrosu oynanıyor. Başbakan Recep T. Erdoğan TÜSİAD’ı oyunun rengini açıklamaya çağırıyor. Yoksa diyor, “… bertaraf olur”sunuz! TÜSİAD yetkilileri de sayın başbakanın bu açıklamasını “talihsiz bir açıklama” olarak değerlendiriyor. Gelin kaynana programları kıvamında, Hacivat ile Karagöz’ü aratmayacak, halkımıza şenlik bir gölge oyunu oynanıyor. AKP, milyonların değil de TÜSİAD’ın oyunun rengini merak ediyor. Referandumu sanki TÜSİAD üyelerinin oylarıyla kazanacak! TÜSİAD da bu polemiği büyük bir iştahla sürdürüyor.
Ümit Boyner Pazartesi (30 Ağustos) akşamı NTV’de uzun uzun konuştu. Konuya açıklık getirdi! “Seçmenleri tek tek ikna etmek siyasi partilerin işidir, STK’ların değil” dedi ve ekledi “Oy telkin etmek TÜSİAD’ın geleneğinde yok, tüm üyeler istedikleri yönde oy kullanmakta serbest”… Başbakanın “bertaraf olur” açıklamasını da “tehdit olarak algılamadığını” söyleyerek “şaka yollu açıklamalar bile üzücü” dedi. Türkiye’nin “şaka” tadında bir referandum süreci yaşadığı kesin. Bence TÜSİAD da bunun apaçık farkında.
Başbakan TÜSİAD’la polemiğe girerek TÜSİAD’ın değil de TÜSİAD karşıtı çevrelerin oylarını çekmeyi hedefliyor bu çok açık. İşsiz, işten atılmış, fakir, asgari ücretle, hatta asgari ücretin de altında bir gelirle ya da emekli maaşıyla geçinmeye mahkûm olanlar için başbakanın bu “delikanlıca” çıkışı ne güzel bir görüntü veriyor! Bugüne kadar hep tersini söyledi ama başbakan bugün biz sermayenin partisi değiliz diyor. Kafamızı bozmasınlar bu memleketin Devletlu’su olarak “urun kafalarını deyyusların” derim, diyor. Bu cümleler, gariban halkımız açından ne müthiş bir çıkış. Fabrikada kendisini ırgat olarak kullanıp, parasını ödemeyen, sonra da krizi bahane ederek işçiyi kapının önüne koyan iş istemeye gittiğinde de aşağılayıcı bir yüz ifadesi ile “başka kapıya” diyen diğer yandan da lüks arabalarda fink atıp, yaşadığı yerleri özel güvenliklerle koruyan insanlara Yüce Devletlu bir güzel haddini bildiriyor.
TÜSİAD’ın tavrını açıklayabilmek için iki farklı senaryo geliyor aklıma. Türkiye’de yaşayıp da komplo teorilerinden uzak düşünebilmek ne mümkün! Ebette her ikisi de komplo teorisi tadında.
Birincisi, TÜSİAD vefa borcunu yerine getiriyor. Hükümetin yürüttüğü politikanın farkında ve buna izin veriyor. Eh, vefa borcu bu! Hükümet yetkilileri fırsat buldukları her durumda TÜSİAD’tan alacaklarının olduğunu hatırlatmıyorlar mı? Hükümet oldukları süreçte “zengini daha zengin yaptık”larını anlatmıyorlar mı? TÜSİAD da bu kadar vefasız olmasa gerek. Referandum sürecinde başbakanın zehir zemberek sözlerini alttan alarak yanıtlıyor. Aslan yürekli başbakan da delikanlıca TÜSİAD’a çıkıştığıyla kalıyor.
İkincisi, TÜSİAD gerçekten süreçten korkuyor. Ümit Boyner, aynı programda “iki madde ile ilgili çekincelerinin olduğunu, ikisinin de yargı ile ilgili olduğunu” söylüyor. Yani bu süreç sonunda yargıyı da yedeğine alarak çalışacak bir AKP Hükümetinin gerçekten “bertaraf” edecek bir güce ulaşacağını tahmin ederek, AKP’den gerçekten çekiniyor ve “…bertaraf ifadesini ben tehdit olarak algılamadım, o çok ileri gitmek olur ama bu tip ifadeler ümit kırıcı. Hiçbir STK hükümetle diyalogu kopsun istemez…” yollu konuşuyor.
Çadır tiyatrosunu daha iyi izleyebilmek için ikincil rolleri oynayan oyuncuların rol içeriklerine de bir göz atmamızda fayda olabilir. Bu oyucular elbette CHP, MHP ve BDP’dir. Her üçünün de “pasif bir muhalefet” uygulama yolunu seçtiklerini görüyoruz. Rastlantı mıdır? Sanmam! CHP ve MHP yargı bağımsızlığı ile Apo ve Kürt hareketi üzerinden bir muhalefet yürütüyor. Her iki konuda da toplumun kesin bir yargısı söz konusu değil. Önemli bir kesim, yargı hükümetin önünü tıkıyor yargı, muhalefet partisi gibi davranıyor, diye düşünüyor. Yine benzer biçimde Güneydoğu’daki olaylar bitsin, akan kanlar dinsin, bunun için ne gerekiyorsa yapılsın, şeklinde düşünen kesim de az değil. CHP ve MHP’nin sandıktan ‘hayır’ çıkartabilmek için tam da bu oylara ihtiyacı var ama yürüttükleri propaganda bu kesimlere asla ulaşabilecek bir çapta değil. BDP ise referandum sürecine dahil olmamayı, boykot etmeyi seçiyor. Yani sanki bu üç parti de ‘hayır’ diyor ama aslında içten içe ‘evet’ çıksın diye kampanya yürütüyor.
Bu süreçte çadır tiyatrosunda yerleri süpürmeye aday kesim, ‘Yetmez ama Evet’çilerden hiç söz etme gereği bile duymuyorum. Ne yetmez? Yetmezse neden ‘evet’! Ne istediğini, ne olduğunu, kim olduğunu bu düzeyde bilmez bir güruh, tiyatromuzda ancak yerleri silmeye aday olabilirler.
Sonuçta anayasa bir araç! İktidara kim gelirse onun işine yarar. Bu kadar güçlü bir hükümet olanağı sağlayan bir anayasa bakarsınız bir gün CHP ve/veya MHP ve/veya BDP’nin de işine yarar.
Komplo teorilerini seviyoruz! O zaman sonuna kadar gidelim….
Şimdi, güzel ülkemizde referandumdan “evet” çıkarsa ve yine mesela, Ekim-Kasım-Aralık aylarından birinde çadır tiyatromuzun senaryo yazarları senaryoda küçük bir değişiklik yapıp, ‘esas oğlanı’ yani hükümeti bir kazaya kurban vermeye karar verirse, bu anayasa en çok kimin işine yarar dersiniz? Hatta, esas oğlan dışında herkes bunu bekliyorsa mesela esas kızımız TÜSİAD ve diğerleri, yani ikincil roldeki oyuncular CHP, MHP ve BDP de böyle bir gelişme umuyorlarsa… Eh! Referandum sonrası genel seçimler… Referandumdan çıkmış olan anayasa en çok kimin işine yarar dersiniz?
Tekerlemede olduğu gibi, biri tutmuş, biri kesmiş, biri pişirmiş, biri yemiş, diğerleri de “hani bana hani bana” demiş. Burada “hani bana hani bana” diye hayıflanacak olan emekçiler olacaktır. Bu referandum sürecinde oynanan çadır tiyatrosu sadece emekçi halkın işine yaramaz.