Annelere 'doğum promosyonu': Müjde mi, sadaka mı?

Sermayeye destek konusunda sınır tanımayan, her geçen gün kadın emeğini daha da güvencesizleştiren AKP'nin kademeli doğum paketi, marketlerde kullanılan "3 al 2 öde" kampanyalarını andırıyor.

Filiz Acar*

Son yıllarda artan yoksullukla iktidar da muhalefet de sadaka kültürünü yaygınlaştırıyor. Emeklilere verilen bayram ikramiyeleri, İstanbul’da verilecek olan pazar parası derken şimdi de üzerinde çalışılan doğum paketiyle kadınlara "sadaka dağıtılması" planlanıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) geçtiğimiz günlerde doğurganlık hızının 2023 yılında 1,51 olarak gerçekleştiğini ve bu durumun, nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10'un altında kaldığını açıkladı.1 Açıklamanın hemen ardından AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, "en az üç çocuk" ısrarının ne kadar haklı olduğunu hatırlatarak "nüfus artış hızındaki düşüşün bir felaket olduğunu" söylemişti.2 Erdoğan’ın talimatıyla bakanlıklar, "doğum paketi" üzerinde çalışmalara başlamış ve geçtiğimiz günlerde paketin ayrıntıları ortaya çıkmıştı. Üzerinde durulan başlıklarda, doğum izninin anneler için 4 aydan 1 yıla çıkarılması, kira ve kreş destekleriyle kadınların maaşlarında yapılacak bazı düzenlemeler öne çıkarken, ikinci ve üçüncü çocuk için devlet desteği ve kademeli olarak doğum izninin artırılması da konuşulanlar arasında.

İktidarın uyguladığı dinci gerici politikaların da etkisiyle her gün kadınlar öldürülürken, çocuklar iş cinayetlerinde hayatlarını kaybederken, sermayeye destek konusunda sınır tanımayarak her geçen gün kadın emeğini daha da değersizleştiren ve güvencesizleştiren AKP'nin kademeli doğum paketi, marketlerde kullanılan "3 al 2 öde" kampanyalarını andırıyor.

Paket neden sorunlu?

Babanın adının dahi geçmediği ve yalnızca anneyi kapsayan paket, en başta, çocuk bakımını sadece anneye ait görmesi bakımından sorunludur. Fakat her fırsatta kadının yerinin evi olduğunu söyleyen ve bu doğrultuda kadınlar için esnek çalışma modelleri üzerinde çalışan, böylece kadının ev işleri ve çocuk bakımını aksatmadan ev ekonomisine katkıda bulunacağını söyleyen iktidar için de tutarlıdır.

Müjde olarak sunulan paketin üzerinde en çok durulan başlığı, yürürlükteki yasaya göre, anneler için 4 ay ve babalar için 5 gün olan ücretli doğum izninin, anneler için 1 yıla çıkarılması olarak görülüyor. 4857 Sayılı İş Kanunu’na göre; işveren "tüm işçilere eşit işlem" yapmak zorundadır ve hem işe alımlarda hem de ücret ve çalışma koşullarında cinsiyet veya gebelik nedenleriyle işçiler arasında farklı uygulamalara gidemez.3 Yasa açık olmasına rağmen, kadınlar iş görüşmelerinde "sevgililerinin olup olmadığı, evlilik ve çocuk düşünüp düşünmediği" gibi özel hayata dair sorularla karşılaşıp bunlar üzerinden ayrımcılığa uğruyor.

İşten çıkarmalarda hamile ya da doğum izninde olan kadınlar en kolay vazgeçilen toplamı oluşturuyor; hamile kadınlar, yaşadıkları baskı ve işten çıkarılma korkusu nedeniyle doktor kontrollerine bile gidemezken, anne olduktan sonra süt izinlerini de tam olarak kullanamıyor. Kadınlar için hamilelik süreci ve sonrası, analık haklarını kullanmak bir yana işten çıkarılma korkusuyla geçirdikleri bir dönemken doğum izninin kaç ay olacağından önce bu hakların nasıl kullanılacağını sorgulamak gerekiyor. Bu açıdan geçtiğimiz günlerde doğum iznini 1 yıldan 15 aya çıkaran sosyalist Küba kutlanmayı hak ediyor.4 Çünkü Küba’da bu hak yalnızca kağıt üstünde kalmıyor; kullandırılıyor. Üstelik sadece kadınlar değil, bebeğin anneye bağımlılığının sona ermesinin ardından baba da doğum iznini kullanabiliyor. 

Kreş açmamasına göz yumulan şirketler ne yapılacak?

İktidarın üzerinde durduğu başlıklardan bir diğeri de kreş desteği. Verilmesi planlanan kreş desteği, emeklilerin bayram ikramiyeleri gibi olacaksa peşinen söyleyelim kadınlar yine evde çocuk bakmakla çalışma hayatına dönmek arasında kalacaktır. Sorunlu olmasına rağmen, bugün yürürlükteki yasa, 150 ve üzerinde kadın işçi çalıştıran şirketlerin kreş açmasını zorunlu kılıyor. Sorunlu olmasının birkaç sebebi var. Bir kere sayının yalnızca kadın çalışanlar üzerinden belirlenmesi hem çocuk bakımını eşitsiz bir biçimde sadece kadınların omuzlarına yüklüyor hem de patronların bilinçli olarak kadın çalışan sayısını belirli bir düzeyde tutmasına ve dolayısıyla kadın işsizliğine neden oluyor. Ayrıca Türkiye’de 150 ve üzeri kadın çalıştıran şirket sayısı epey az; bu şirketlerse kreş açmanın maliyetine katlanmaktansa çok daha ucuz olan idari para cezasını ödemeyi tercih ediyor, tabi kreş açmadığı ortaya çıkarılırsa… Buna dair herhangi bir denetim mekanizması olmadığı hesaba katılırsa bu oldukça zor bir ihtimal. O halde akla şu soru geliyor: Doğum paketiyle, şirketlerin yasal yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri denetlenecek mi? Kreş açmazlarsa yine eskisi gibi 18-36 bin lira ödeyerek bu yükümlülükten kurtulabilecekler mi? Daha küçük ölçekli şirketler için de yasal zorunluluklar getirilecek mi yoksa daha fazla kâr uğruna şirketler kollanmaya devam mı edilecek?  

İktidarın da yerel yönetimlerin de çocuk bakımına kâr odaklı baktıkları ortada. Bırakın kreş sayısını artırmayı verimsizlik bahanesi ile var olanları da kapatıyorlar. 2008 yılında yaklaşık 500 olan kamu kurumu kreş sayısı, 2016 yılında 56'ya kadar gerilemiş durumda.5 Kalan bir avuç kreşe çocuğunuzu yazdırabilmek için de hatırı sayılır tanıdıklarınızın olması gerekiyor. Ortada özel sektör haricinde kreş yokken emekçi ailelere dayatılan seçenek AKP eliyle palazlandırılan ve çocuklarımızın yaşamını karartan tarikatlar oluyor. Biz sadaka verir gibi kreş desteği istemiyoruz, çocuklarımızın sağlıklı ve güvenli bir ortamda büyüyeceği, anne ve babaların çocuklarının güvenliklerinden endişe etmeyeceği, kreş ücretini nasıl öderim diye düşünmeyeceği ücretsiz kreş hakkımızı istiyoruz.

Kamusal hizmet olması gereken çocuk bakımı, her geçen gün maliyeti artan bir hizmete dönüşerek, doğum izni biten kadını çalışma yaşamına dönmekle evde çocuk bakmak arasında bir seçim yapmaya zorluyor.

Anneler sadaka değil ürettiğinin karşılığını istiyor

Pakette yer alması beklenen maddelerden bir diğeri de anne olan kadınların ücretlerinde yapılacak olası düzenlemeler.

Emeği değersizleştirilen, eşit işe eşit ücret alamayan (2022 yılı kazanç yapısı istatistik verilerine göre, ortalama brüt kazanç erkeklerde 147 bin 446 lira iken kadınlarda 138 bin 366 lira)6, "anne olur" korkusuyla işe alınmayan, "anne oldu" diye işten kovulan kadınlara iktidar kalkmış "Anne olursan sana para veririz" diyor. Anne olmak da olmamak da bizim bileceğimiz iş. Annelik üzerinden bize vereceğiniz sadakayı istemiyoruz. Yaratılan zenginlikte payımız var, biz hakkımız olanı istiyoruz.

Çocuk işçi sayısında artış

Çocuk siparişi verip bunu doğum paketi adı altında market promosyonuna dönüştürenlerin derdi elbette çocuk sevgisi de değil. TÜİK verilerine göre 15-17 yaş arasındaki çocuklarda iş yaşamına katılım oranının artan yoksullaşma ile artış eğiliminde olduğunu ve her 5 çocuktan 1’inin işçileştiğini görüyoruz.

15-17 yaş arası yaş grubundaki çocuklarda iş yaşamına katılma oranı, 2022'de yüzde 18,1 iken 2023’te yüzde 22,1 olarak gerçekleşti.7  Bir yandan iktidar, MESEM'le okulda olması gereken çocukları, patronlara ucuz işgücü olarak pazarlıyor, izbe işyerlerinde ölümle burun buruna kölelik şartlarında çalıştırılmalarını yasallaştırıyor. İSİG Meclisi’nin 2023 raporuna göre, geçen yıl 14 yaş ve altındaki 22 çocuk işçi, 15-17 yaş arasındaki 32 çocuk işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti.8 Haliyle bu koşullarda, insanlar geleceklerinden emin olmadıkları için, gittikçe çocuk sahibi olma fikrinden uzaklaşıyorlar.

İktidarın safı, kâr hırsıyla doymak bilmeyen patronların safıdır. Dolayısıyla derdi de sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamaktır. Yerine hızla yenileri geldikçe, hayatlarını kaybedenlerin zerre önemi yoktur. Kadınları damızlık olarak görenlerin, çocuklarını yaşatamayanların verecekleri sadakayı istemiyoruz. İhtiyacımız olan, Orhan Gökdemir’in söylediği gibi, sadakaya ve merhamete gerek duyulmayan yeni bir Cumhuriyettir.9

* Kurtuluş Kadın Dayanışma Komitesi Üyesi