Suriyeli bir çocuğun taciz edilmesinin ardından Kayseri’de Suriyelilerin yaşadıkları mahallelere yönelik saldırılar, ikinci gece başka illere sıçrayarak sürdü. Böylece zaten hep en önemli meselelerden biri olan Suriyeli göçmenler, tüm ülkenin gündemine oturdu.
Fakat mesele göçmenlerle sınırlı değil. Erdoğan’ın “Esad’la yine görüşebiliriz” açıklaması ve Suriye’nin kuzeyinde Türkiye himayesindeki İslamcı grupların Türkiye’ye yönelik şiddetli protestolarıyla birlikte Suriye başlığı, Türkiye’deki en sıcak konulardan biri.
Uzun zamandır hükümet, Suriyeli göçmenler başlığının gerekçesini “güvenlik” olarak açıklıyor. Kamuoyunda da bu söylem belli bir kesimde alıcı buluyor.
Bu söylemle ilgili tek sıkıntı, AKP hükümetinin göçmenleri Türkiye’de tutmak için Avrupa Birliği’nden para almış olması değil.
Sürecin başlangıcı unutuldu ve unutturuldu. Zaten o zamanlar kimi “solcu”lardan süzme islamcılara çok geniş bir kesim Suriye’de “barışçıl bir devrim” olduğunu savunuyor, “katil Esed”i dillerinden düşürmüyor, sahada gerçekten ne olduğunu yazan soL’u “Esadçılık”la suçluyordu.
Oysa ilk Suriyeli mültecilerin gelişi, Müslüman Kardeşler’in planlı bir katliamı sonrasında yaşandı. Daha plan aşamasında eylemin ardından Türkiye’ye sığınılacağı planlanmıştı. Kızılay, Hatay’da çadırları kurmuş bekliyordu.
Söz konusu olay, Alper Birdal ve Yiğit Günay’ın kaleme aldığı “Arap Baharı Aldatmacası” kitabında ayrıntılı olarak ele alınmıştı.
Bugün yaşananların nasıl başladığını hatırlatmak için, kitabın ilgili bölümünü soL okurlarıyla paylaşıyoruz.
İyi planlanmış bir katliam
Cisr el Şuğur, Suriye’nin İdlib ilinde, Türkiye sınırına kırk kilometre uzaklıkta, 50 bin nüfuslu bir kasaba.
Kasaba, Müslüman Kardeşler’in kalesi olarak bilinir. Otuz iki yıl önce, 1980’de Müslüman Kardeşler’in silahlı ayaklanması sırasında Hafız Esad’ın emri üzerine ordu kasabaya gelerek ayaklanmayı kanlı bir biçimde bastırmıştı. Birçok kişinin hafızasında, bu silahlı ayaklanmanın izleri hâlâ taze.
2011’de Suriye’de protesto eylemleri yeniden başlayınca, Müslüman Kardeşler’in ilk ciddi kalkışma için seçtiği adres de Cisr el Şuğur oldu.
Haziran başında Cisr el Şuğur’da yaşananlar, yalnızca bir silahlı ayaklanma girişimi değildi. Planlanmış bir stratejinin önemli bir parçasıydı.
Cisr el Şuğur’da şiddetli silahlı çatışmaların yaşandığına dair dünya kamuoyundaki haberler, 6 Haziran’da çıkmaya başladı. 6 Haziran 2011 Pazartesi günü, Suriye’nin resmi haber ajansı SANA, Cisr el Şuğur’da 82 güvenlik görevlisinin silahlı çetelerce öldürüldüğünü duyurdu. O güne kadar muhalefetin bu çapta silahlı eylemlere başladığının somut kanıtları yoktu.
SANA, ertesi gün ölü sayısının 120’ye çıktığını söyledi.1 Habere göre Pazartesi günü sabahın erken saatlerinde kasabaya gitmekte olan yirmi güvenlik görevlisi, yolda kurulan pusuda öldürüldü. Sekiz güvenlik görevlisi ise kasabanın postanesini korurken, gaz silindiri tipi bombanın patlaması sonucu öldü. Kasabadaki karakola yapılan saldırıda da 37 kişi öldü. Bu arada bazı güvenlik görevlilerinin de katledilip, cesetlerinin Asi Nehri’ne atıldığını iddia ediyordu haber.
Çatışmalar sürerken, Cisr el Şuğur’dan yüzlerce kişi, Türkiye’ye kaçmaya başladı. Hatay’ın Güveççi köyüne geldiler. Suriye ordusu ise kasabaya girerek kontrolü eline aldı.
Peki muhaliflere göre ne olmuştu Cisr el Şuğur’da? Muhaliflere göre Cisr el Şuğur’da, devletin gizli güvenlik teşkilatı Muhaberat’ın adamları katliam yapmıştı. Kasaba halkı Esad karşıtı eylemler düzenlemiş, askerlerin bir kısmı halkın üzerine ateş açmayı reddetmiş, bu nedenle güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmıştı. Askerler, bu çatışmalar sonucunda ölmüştü.2
İyi gazetecilik, kötü gazetecilik
Cisr el Şuğur katliamı sonrası medyada çıkan haberler, ders niteliğindeydi. Medya elbette bir manipülasyon aracıdır. Haber, okuyucuya gelene kadar çeşitli kademelerden geçer. En belirleyici olan ise, editörler ve yazı işleri masasıdır. Fakat bu bilinen gerçeğe rağmen, muhabirlerin hareket alanı da bazen sanıldığı kadar dar değildir. Daha doğrusu, iyi muhabir, editöryal yaklaşım ne olursa olsun, dengeli bir haberin unsurlarını, malzemesini sağlayabilir.
İngiliz The Telegraph gazetesinde 9 Haziran 2011’de çıkan haber, kötü gazeteciliğin bir örneğiydi. “Suriye: Gizli ajanlar ‘Cisr el Şuğur’da katliam yaptı’” başlıklı haber, SANA’nın iddialarını “hükümet propagandası” olarak damgalayıp muhaliflerin anlatımlarını gerçekmiş gibi sunmasının ötesinde, kullandığı ifadelerle de haberciliğin nasıl olmaması gerektiğini gözler önüne seriyor. Haberde Hatay’da bir hastanede bulunan bir imamın tanıklığına başvurulmuş, imam da hikâyeyi şöyle anlatmış: “Biz sokaklarda özgürlük sloganları atarken askerlerin bir kısmı ateş etmeyi reddedince iki grup birbirlerine emirler yağdırdılar, sonra da birbirlerine ateş etmeye başladılar.” İnanılmasını istedikleri senaryo buydu.
Haberde katliamın sorumlusunun, Beşar Esad’ın kardeşi, Komutan Mahir Esad olduğu söyleniyordu. Aynı Telegraph muhabiri, aynı gün yazdığı ikinci haberde3, Mahir Esad için şu ifadeleri kullanıyordu: “Adı çıkmış katil kardeş”, “Suriye’nin en korkulan adamı”, “İyi bilinen kana susamışlığı katliama yol açıyor”, “Çağdaş Cengiz Han”, “Sırf kasaplıktan zevk aldığı için kasaplık yaptığı delillerle sabit insan”, “İnsanlığı sefalete sürüklemekten sadistçe zevk alıyor”, “Görünüşe göre kana susamışlıktan zevk alıyor”. Evet, tüm bu ifadeler, tek bir haberde...
Oysa düzgün bir muhabir, ana akım medyanın en berbat gazetesinde bile, gerçeğin kırıntılarını haberine yerleştirebiliyor, dengeli bir anlatım aktarabiliyordu. Daha olayların duyulduğu ilk gün, 6 Haziran’da CNN’de çıkan “Devlet televizyonu: Kuzey Suriye’de 120 güvenlik görevlisi öldürüldü” başlıklı haber4, işte bunun örneğiydi.
Haberde iki tarafın iddiaları da aktarıldıktan sonra, çeşitli kaynaklara başvurulmuştu. Bunlardan biri, Suriye dışında yaşayan fakat ülke içinde sıkı bağlantıları olan ve geçmişteki haberlerde verdiği bilgilerin doğruluğunun teyit edildiği notu düşülen bir muhalifti. Suriyeli muhalif, 3 gün boyunca yalnızca Cisr el Şuğur’da değil, Han Şaykun ve civar köylerde de çatışmalar yaşandığını, tarafların ise ordu ile Müslüman Kardeşler olduğunu söylüyordu. Kaynağa göre 6 Haziran’da 90 güvenlik görevlisi ve 23 muhalif ölmüştü. Çatışmada kullanılan silahlar ise Türkiye’den getirilmişti.
Batı medyasında ve bu arada onun çevirmenliğini yapan Türk medyasında bu bilgiler hiç yer almamış, hatta Müslüman Kardeşler’in adı dahi anılmamıştı.5 Herkes “Suriye devleti katliam yaptı” türküsünü tutturmuştu. Oysa CNN’in haberini farklı kılan şuydu: Diğer medya kanallarının çoğu, Suriyeli muhalifler adına çatışmanın tarafı olan kişilere danışmıştı. CNN’in danıştığı kişi ise, barışçıl ve laik muhalefet kanadından bir isimdi. Zira CNN haberinin devamında şöyle diyordu: “Misilleme korkusu nedeniyle ismini vermek istemeyen [Suriyeli muhalif], Müslüman Kardeşler destekçilerinin uzun zamandır Suriye rejimine karşı çıktığını ve kendi emellerini gerçekleştirmek için isyandan faydalanmakta olduklarını söyledi. Müslüman Kardeşler’in, barışçıl ve laik isyanı çalabileceğini ekledi.”
İşin püf noktası burada yatıyordu. Cisr el Şuğur’daki çatışmalar yaşandığında, Suriye’de eylemler başlayalı 11 hafta oluyordu. İlk haftalarda sokaklara çıkanlar, büyük oranda barışçıl ve laik rejim karşıtlarıydı. Fakat Cisr el Şuğur’da Müslüman Kardeşler’in silahlı eylemi, muhalefetin eksenini kökten değiştirdi. Planlanmış olan stratejinin ayaklarından biri, işte buydu.
Bu arada, CNN’in haberinin satır arasında ilginç bir bilgi de yer alıyordu. Çatışmayla aynı gün, yani 6 Haziran’da yazılan haberde, kasabadan kaçanların, Türk Kızılayı’nın Hatay Yayladağ’da kurduğu çadırkente yerleştirildikleri söyleniyordu. Cisr el Şuğur’da büyük çatışmanın yaşandığı gün, Türkiye’deki çadırkent hazırdı!
Cisr el Şuğur’da gerçekte ne oldu?
Bu noktaya geri döneceğiz. Şimdi, Cisr el Şuğur’da gerçekte ne oldu sorusuna yanıt aramayı sürdürelim. Kasabada kontrol sağlandıktan sonra Suriye devleti soruşturma başlattı. Cemal Süleyman isimli vatandaş, resmi makamlarla temas kurdu ve şöyle dedi: “6 Haziran’da taş ocağında oğlumla birlikteydik. Çadırlarla örtülmüş araçlarla gelen çok sayıda silahlı kişi, oğlumla bize baskın yaptılar. Silah tehdidiyle buldozeri ve oğlumu alarak gittiler. Oğlumu silah zoruyla 4 metre uzunluğunda ve 1 metre derinliğinde bir çukur açmaya zorladılar. Cesetleri oraya gömdüler.” Süleyman çukuru silah zoruyla açtıkları hususunda doğru mu söyledi bilinmez, ama gerçekten de gösterdiği yerde toplu mezar çıktı. Suriye devleti 12 Haziran’da on askerin gömülü olduğu bir toplu mezar buldu. 15 Haziran’da, 70 kişilik bir toplu mezar daha bulundu. 20 Haziran’da, 20’den fazla cesedin yer aldığı bir diğer toplu mezar bulundu.6
Cisr el Şuğur’da yürütülen soruşturma, yaşanan katliamın izlerini ortaya çıkarıyordu. Hatta Anadolu Ajansı adına kasabaya giden muhabir Hediye Levent’in anlattıkları da, ana akım medyada o gün kadar çıkan haberlerle tam bir tezat içerisindeydi.7
Ama asıl kanıt kasabada, sahada yapılan araştırmadan değil, Şam’dan geldi. Devlet televizyonu, Cisr el Şuğur’daki çatışmaların başlamasından önce muhalif militanların aralarında yaptıkları telefon görüşmelerinin kayıtlarını yayınladı.8 Görüşmelere göre aktivistler, Suriye güvenlik güçlerine saldırıyı önceden planladılar. Kadın ve çocukları Hatay’a göndereceklerdi. Bu arada dış basına aynı hikâyeyi anlatmak konusunda anlaştılar: Erler göstericilere ateş etmeyi reddedince Alevi subaylar bunları kurşuna dizdi. Herkes bu hikâyeyi anlatacaktı. Görüşmelerde cesetlerin tek tek mi topluca mı gömülmesi gerektiği, tanklara karşı dinamitle nasıl savaşılacağı gibi konular da konuşuluyordu. Ama sürekli tekrar edilen mesele, bir kez Suriye’den çıktıklarında hikâyelerinin kendi versiyonunu Batı basınına nasıl güçlü bir şekilde aktaracakları idi.9
“Ya bu görüşmeleri devlet imal ettiyse? Ya gerçek değillerse?” mi diyorsunuz? Herkes bunu söyleme hakkına sahip elbette. Suriye’ye karşı yürürlüğe sokulan planın bilinçli uygulayıcıları bir tarafa… Ama olaylara yalnızca “diktatör Esad” penceresinden bakanlar, gerçekleri göremediler. Kanıtları iyi okuyamadılar. Kuşkularını yalnızca bir tarafa yönlendirdiler. Yanıldılar.
Yanıldıklarını artık biliyoruz. Çünkü saldırganlar, bir yıl sonra olayla ilgili gerçekleri anlattılar.
Cisr el Şuğur’daki çatışmadan sonra Türkiye’ye kaçanlardan Utman, Andrea Glioti’ye hikâyeyi anlatmaya “Sana her şeyin nasıl olduğunu anlatacağım; bu, devrim davasına zarar verebilecek olsa dahi” diye başlıyordu.10 Oysa sözlerinden, muhalefeti haklı göstermek için çaba sarf ettiği de anlaşılıyordu. Ama geçen bir yıl içerisinde muhalefet defalarca silahlı eylemler yapmış, hatta tanklarla saldırmış olduğu için, Cisr el Şuğur’da da silah kullanıldığını inkâr etmenin anlamı kalmamıştı.
Utman’a göre 20 Mayıs’ta güvenlik güçleri, 15 kişiyi öldürdü. (Muhalefet olaydan sonra bundan hiç bahsetmemişti.) Bunun üzerine silahlı eylem planları yapılmaya başlandı. “3 Haziran’da göstericilerle beraber yürürken yanımıza silahlarımızı alıp sakladık. Postanenin üzerinden askeri güvenliğe bağlı keskin nişancılar bize ateş edince, biz de karşılık verdik.”
Çatışmada yer alanlardan bir diğeri, 26 yaşındaki Tarık Abdülhak, “Postane kuşatması üç saat sürdü. Her şeyi denedik: Dinamit yerleştirdik, gaz silindiri [tipi bomba] patlattık… Sonunda içerideki hayatta kalmış son askerler bu seslerden deliye dönerek dışarı çıktı.”
En azından iki hafta önce hazırlıkları başlayan planlı bir saldırıydı söz konusu olan. Suriye devlet televizyonunun yayınladığı telefon kayıtları gerçekti. Bu arada, kentteki askerlerin bir kısmının muhaliflerin tarafına geçtiği de doğruydu. Yarbay Hüseyin Harmuş ve adamlarıydı bunlar.11
Katliamdan sonra…
Peki, bu planlı saldırı, hangi stratejinin parçasıydı? Cisr el Şuğur sonrasında neler yaşandı?
İlk boyutunu yazdık: Muhalefetin barışçıl kesimleri pasifize edildi, islamcı ve şiddet yanlısı akım ağırlığını koydu.
İkincisi, amaç, Suriye hükümetinin katliam yapmakta olduğuna dair bir olay yaratmaktı. Saldırganların bunun için uydurdukları senaryonun, olayın ardından Batı basınında nasıl propaganda edildiğini gördük.
Üçüncüsü, Türkiye’ye mülteci akını başlatılmasıydı. Bahsettiğimiz gibi, plan, saldırı sonrası topluca Türkiye’ye göç ederek bir mülteci akını başlatmaktı. Ve Türkiye, henüz akın başlamadan önce Hatay’da Kızılay eliyle çadırkentler kurmuştu. Sonradan Suriye hükümeti sözcüleri neden bu çadırkentlerin olayların başlamasının arifesinde kurulduğu sorusunu defalarca sordu, ama ne AKP’den kimse bunu yanıtladı, ne de Türk medyası konunun üzerine gitti. İlerleyen aylarda Hatay’daki mülteci kampları, Suriye’ye karşı girişilen eylemlerde askeri üs olarak kullanıldıkları iddiasıyla hep şaibe altında kaldı.
Dördüncüsü, Suriye muhalefetinin Türkiye’ye konuşlanmasının altyapısını hazırlamaktı. Bu olaydan sonra çok sayıda rejim muhalifi başka ülkelerden Türkiye’ye geldi ve İstanbul, muhalefetin merkezi oldu.12 Erdoğan, bu olaydan sonra Esad rejimini “barbarlıkla” suçlayarak, Suriye’ye karşı savaş diliyle konuşmaya başladı.
Cisr el Şuğur, kanlı bir stratejinin parçasıydı. Birileri Libya’dakine benzer bir savaşa hazırlanıyor, dünya ve Türkiye kamuoyu da bu saldırıya ortak edilmek için yalan bombardımanına tutuluyordu.
- 1. “Over 120 police and security forces personnel martyred by armed gangs in Jisr al Shughour”, SANA, 7 Haziran 2011
- 2. Blomfield, Adrian ve Piotr Zalewki, “Syria: Secret agents led massacre in Jisr al Shughur”, The Telegraph, 9 Haziran 2011
- 3. Blomfield, Adrian ve John Swaine; “More than 1000 Syrians cross border into Turkey”, The Telegraph, 9 Haziran 2011
- 4. “State tv: 120 security forces killed in northern Syria”, CNN, 6 Haziran 2011
- 5. Oysa Müslüman Kardeşler kendini biliyordu… Olaydan sonra Londra’da açıklama yapmışlar, sözcüleri Züheyr Salim “Uluslararası, Arap ve ulusal kamuoyunu temin ederiz ki Suriye devrimi hem barışçıl, hem de tüm ülkeye yayılmış durumda” demişti. İşi soru sormak olan gazetecilerden pek azı “Bayram değil seyran değil, İhvan bizi niye öptü” diye sorup, olayın üzerine düştü.
- 6. ”Suriye’de Cisr el Şuğur’da toplu mezar bulundu”, soL Portal, 15 Haziran 2011 ve “Suriye’de yeni toplu mezar bulundu, Esad’a destek eylemleri yapıldı”, soL Portal, 21 Haziran 2011
- 7. Aktaran: ”Oraya gidilince, işlerin bilindiği gibi olmadığı ortaya çıktı”, soL Portal, 16 Haziran 2011
- 8. http://www.youtube.com/watch?v=J0cwLeMX8MA Şunu belirtmekte fayda var: Suriye devleti bu aşamada enformasyon savaşında o kadar beceriksizdi ki, bu çok önemli habere İngilizce altyazı dahi eklemediler. Nitekim muhaliflerin hazırladığı videolar yüz binlerce kez izlenirken, bu video Haziran 2012 itibariyle yalnızca 1300 kez izlenmişti. Bu olaydan kısa süre sonra Beşar Esad, Enformasyon Bakanı’nı değiştirdi.
- 9. Videoda konuşulanların İngilizce aktarımı için: “What happened at Jisr al Shagour”, Syria Comment, 13 Haziran 2011
- 10. Glioti, Andrea; “Secrets from Jisr al Shughour”, The Majalla, 5 Nisan 2012. Aynı haberde Glioti’nin, Hatay’daki Suriyeli muhalifler arasında hâkim olan Alevi düşmanlığına dair gözlemleri de dikkat çekici.
- 11. Harmuş’un ismi sonradan çok duyuldu. Harmuş, Cisr el Şuğur’daki çatışmadan sonra Türkiye’ye geçerek, AKP’nin Hatay’da himaye ettiği ve askeri kamp tashih ettiği Özgür Suriye Ordusu’na katıldı. Hatay’da bir MİT yetkilisiyle buluştuktan sonra ortadan kayboldu. Sonradan, aralarında MİT mensuplarının da bulunduğu bir grup tarafından Suriye’ye para karşılığı teslim edildiği yazıldı. Gizemli olayın arka planı henüz tam olarak aydınlatılamadı.
- 12. Chulov, Martin; “Syria reinforces northern border as Turkey loses patience with Assad”, The Guardian, 25 Haziran 2011