Kemal Okuyan Kayseri'de başlayan olayları değerlendirdi: 'Türkiye derhal Suriye'den elini çekmeli'

"Yaşananların Erdoğan-Putin görüşmesiyle bağlantısı kurulmalı. Türkiye'nin güvenliğinin Şam'dan başlayacağı şeklinde tez yanlış. Türkiye Suriye’nin içinden elini derhal çekmelidir."

Haber Merkezi

Kayseri'de Suriyelilerin yoğun yaşadığı mahallelere saldırılarla başlayan ve diğer kentlere yayılan olaylar, iki gündür Türkiye'nin temel gündemi. Mesele ekonomiden dış politikaya, güvenlikten göç olgusuna kadar çok fazla boyuta sahip, karmaşık bir mesele. 

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Okuyan'a göre yalnızca Kayseri'de başlayan olaylara bakmak yanıltıcı. Suriye'deki muhalif gruplar arasındaki çatışmalar, Türkiye'ye yönelik protestolar ve TIR'ların yakılması gibi olgularla birlikte değerlendirildiğinde, Okuyan, Erdoğan'la Putin arasında yapılacak görüşmeyi hesaba katmak gerektiğini söylüyor. Türkiye'nin güvenliğinin Şam'dan başlayacağı tezine karşı çıkan Okuyan, "Türkiye Suriye’nin içinden elini derhal çekmelidir" görüşünde.

Kayseri’de ve başka kentlerde göçmenlere saldırılması, işyerlerinin yakılması daha önce benzerlerini yaşadığımız olayların bir uzantısı mıdır yoksa son hareketliliğin başka nedenleri de var mı? Yaşananlar Suriyeli bir göçmenin akrabası olan bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasının arkasından geldi. Her şeyi buna duyulan öfke ile açıklayabilir miyiz?

Çocuklara dönük taciz, sağlıklı bir toplumu öfkelendirmelidir. Ancak sağlıklı bir toplum öfke ve tepkisini böyle yansıtmaz. Çünkü sağlıklı bir toplum her şeyden önce örgütlüdür. Irkçılıktan, dinsel fanatizmden, kadın-bilim-sanat düşmanlığından arındırılmıştır. Sağlıklı bir toplum göçmen düşmanlığından da arındırılmıştır. Emperyalizme düşman olursunuz, yobazlığa düşman olursunuz, sömürüye düşman olursunuz ama bir göçmene sırf göçmen olduğu için düşman olmazsınız.

Soruya yanıt vermeden önce özellikle bu girişi yapmak istedim çünkü hepimiz meselenin çocukları, kadınları korumak olmadığını biliyoruz. Şu son birkaç yılda kaç tarikat yurdunda çocuklara karşı kolektif suç işlendiği ortaya çıktı… Ülkemizde yakın akrabaların istismarına uğrayan çocukların sayısını kimse tam olarak bilmiyor. Bunlara karşı kılını kıpırdatmayan, hatta bu suçlara ortak olanların şimdi aniden “çocuklarımız elden gidiyor” diye etrafı ateşe vermesi “haklı tepki ama eylem yanlış”la geçiştirilemez. Çünkü ne öfke ne tepki hakiki. Zaten “linç kültürü”nün devreye girmesi için bir olay, bir mazeret gerekmiyor. Bir rivayet, bir fısıltı fazlasıyla yeterli. 

Şimdi sorunuza geliyorum. Kayseri ve diğer kentlerde yaşananları ve Suriye’nin kuzeyinde TSK ile Türkiye’nin yıllardır desteklediği silahlı gruplar arasında meydana gelen çatışmaları, TIR’ların yakılmasını, protesto gösterilerini yarın ya da birkaç gün içinde gerçekleşmesi beklenen Putin-Erdoğan görüşmesiyle ilişkilendirmek zorundayız. Bu görüşmenin en önemli başlıklarından biri Suriye olacak. Konu Erdoğan’ın “Esad ile görüşebiliriz, yeniden dost olabiliriz” açıklamasındaki benzersiz pragmatik yaklaşımın çok ötesinde bir karmaşıklığa sahip. Ve bu karmaşanın müsebbiplerinin başında AKP iktidarı geliyor. Öyle “görüşürüz, sorunları çözeriz” türünden bir durum yok.

Buna biraz açabilir miyiz? Kayseri ve diğer yerlerdeki olayları Erdoğan-Putin görüşmesine bağladınız. Ve Suriye başlığında Esad ile Erdoğan arasındaki olası görüşmelerin sonuç vermesinin sanıldığından çok daha zor olacağını söylediniz. Neden?

Bakın, Türkiye’nin hamiliğini yaptığı Suriye Milli Ordusu’nun mevcudu neredeyse 100 bine dayanıyor. Daha bir ay önce bu ordu bünyesinde bir Harp Okulu açıldı Afrin’de. AKP medyası gururla servis etti bu haberi. Bu ordunun subayları var, ağır silahları var. Dahası Türkiye’nin Suriye’de devlet kurumları var, okulları var. Burada bir ekonomi dönüyor. Esad’ın “ben buna göz yumacağım” deme olasılığı yok. 

Ancak AKP, Suriye Milli Ordusu’nun Türkiye’nin terörle mücadelesine destek verdiğini ve istikrarı sağladığını iddia ediyor.

Bu doğru değil. Suriye Milli Ordusu’nun öncülü Özgür Suriye Ordusu’dur. Bire bir aynıdır demiyorum ama ÖSO da himaye gördü, Türkiye’de eğitildi. Başlangıç noktasında terörle mücadele diye bir gündem yoktu. Suriye’de, Şam’da namaz kılacaklardı, Esad’ı düşüreceklerdi. Şimdiki Dışişleri Bakanı Fidan o dönem de bu politikalarda birinci dereceden sorumluydu. Özgür ordu oldu milli ordu. Her şeyin başına “milli” sözcüğünü ekleyince dokunulmazlık elde edeceklerini, bütün sorunları çözeceklerini sanıyorlar. Bir noktaya kadar, Suriye’deki meşru yönetime karşı yürütülen mücadelede PYD de AKP’nin yakın müttefikiydi. Şimdi AKP’nin bir kez daha gerildiği İsrail’in Suriyeli muhaliflere verdiği desteği unutmayalım. Hepiniz oradaydınız ve aslında orda olmaya devam ediyorsunuz. Dolayısıyla Türk dış politikasının Suriye’de “güvenlik” temelli şekillendiği iddiası doğru değildir. Türk dış politikası, Suriye’deki kriz ve iç savaşın başından itibaren Yeni Osmanlıcıdır ve bu politika güvenliği değil ekonomik, siyasal ve ideolojik etkiyi artırma derdindedir.

Erdoğan bu aşamada Suriye’nin kuzeyinde elinde tuttuğu bölgeden vazgeçemez mi? Örneğin Esad ile PYD’ye karşı işbirliğine gidemez mi?

Tekrar altını çiziyorum, AKP’nin politikalarının “güvenlik” merkezli olduğu tezi gerçeklerle çelişiyor. Ancak dış politika öznel kararlarla hayata geçmez çünkü çok taraflıdır dış politika. Dolayısıyla geri adımlar, pazarlıklar, çatışma ve anlaşmalar bu işin doğasında var. Ama bir sabah yandaş medyada “sözde Suriye Milli Ordusu” denmeye başladığında mesele hallolmayacak. Dediğim gibi kurumsallaşmış, kendine ait bir ekonomisi olan bir bölgeden söz ediyoruz. Üstelik bu “sözde ordu” kendi içinde bir sürü hizip barındırdığı gibi, bu ordunun çatısı altında olmayan epey bir cihatçı örgüt var bölgede. Sonra Esad ile işbirliği yaparak PYD’nin üzerine gitmek de iddia edildiği gibi kolay değil. ABD’nin varlığını bir kenara koyalım. Suriye’de merkezi iktidarın karmaşık ve uzun süren savaşta birbirinin kanını dökmüş etnik ve mezhep gruplarını bir arada tutmak gibi bir yükümlülüğü olacak. Türkiye’de güvenlikçi uzmanlar ellerinde değnek, harita başında döktürüyorlar. Ama hayat jeo-stratejiden ibaret değil. Özetle, Suriye’de sağlıklı bir çözümün çok uzağındayız ve korkarım bir tıkanma söz konusu.

Yine de bugün için bir şeyler söylenemez mi? Ya da Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi kötü mü olur?

Türkiye Suriye’nin içinden elini derhal çekmelidir. Türkiye’nin güvenliği Kudüs’ten, Şam’dan, Üsküp’ten ya da ne bileyim Nahcivan’dan başlar söylemi son derece tehlikeli. Hep söylüyoruz, siz bunu derseniz, başkaları da benzerini söyler, iddia eder. Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi ise her durumda iyi bir şeydir. Çünkü bu söylediğimize biraz olsun yardımcı olabilir. Ancak kısa sürede bir çözüm çok zor. Çünkü yalnız AKP değil, emperyalistler ve bölgenin gerici güçleri Suriye’de işleri içinden çıkılamaz hale getirdi. Çözüm için bölge gericiliğinin, emperyalizmin geriletilmesi gerek. 

Göçmen konusuna dönecek olursak, Kayseri’deki olayın Erdoğan-Putin görüşmesi ile ilişkisini nasıl kurabiliriz? 

Göçmen karşıtı eylemler için Türkiye’de yeterli birikim var. Bu birikimi siyasal alanda yalnızca birkaç ırkçı örgüte mal edemeyiz. Unutmayalım CHP’li bazı belediyelerin göçmen karşıtlığında hangi noktalara geldiklerini. Ancak bu ölçek ve yaygınlıkta olaylar Türkiye’de şimdiye kadar hiç kendiliğinden yaşanmadı. Putin-Erdoğan görüşmesi öncesinde Suriye başlığında farklı bir mesaj vermek isteyecek bir düzine ülke ya da aktör sayabilirim. Bunların her biri, bu türden olaylar çıkarabilme kabiliyetine sahip. Bakın Suriye’deki protestoların Kayseri’deki saldırılara tepki olduğu söyleniyor. İyi ama Kayseri’den önce de Suriye’de protestolar gündemdeydi. Neye karşı? Erdoğan ile Esad’ın görüşebileceği haberlerine karşı. Ayrıca başka örgüt ve yapılanmaları bir kenara koyuyorum, sadece Suriye Milli Ordusu mensupları ile Türkiye’deki Suriyeli göçmenler arasındaki ilişkileri ve hatta geçişkenliği hesaba katmak gerekiyor. Dolayısıyla rastlantı ya da değil, Türkiye’nin Suriye politikasına yön vermek için herkesin harekete geçtiğini söyleyebiliriz.

Göçmen sorununa ilişkin ne diyebilirsiniz? Sadece göçmen düşmanlığına karşı olmak yetiyor mu?

Olur mu öyle şey. Göçmen meselesinin insani boyutu var ama evet güvenlik boyutu da var. Türkiye’ye Suriye, Afganistan, Libya gibi ülkelerden gelenlerin bir bölümü cihatçı, bir bölümü uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapıyor. AKP’nin anladığını anlamıyoruz biz güvenlikten. Türkiye’de halkın güvenliğinden söz ediyorum. Sonra konunun ekonomik düzlemde birçok boyutu var. Türkiye işçi sınıfı açısından değerlendirmemiz gereken konular var. TKP’nin sürmekte olan 14. Kongresi’nde bunları değerlendiriyor ve çözüm önerilerimizi güncelliyoruz. TKP konuyu göçmen romantizmiyle ele almamak konusunda kararlı. “Hepimiz kardeşiz” sözü bir anlam ifade etmiyor. Ancak göçmen sorunundan göçmenlere düşmanlık üretilmesine ve ırkçılığın meşrulaşmasına asla geçit veremeyiz.