Corbyn meselesi üzerine: İşçi Partisi 'sosyalist' olabilir mi?

Jeremy Corbyn'in İşçi Partisi'nin başına gelmesi üzerine Corbyn'in "sosyalist" kişiliği üzerinden İşçi Partisi'nin de "sosyalist" bir parti haline geleceği, en azından sola "gerçek" fırsatlar sağlayacağı öne sürüldü. Peki gerçekten öyle mi?

Tulga Buğra Işık

Jeremy Corbyn'in İşçi Partisi'nin başına geçmesiyle birlikte farklı taraflar farklı tepkiler göstermeye başladı. Anketlerde önde olmasına rağmen, kendisini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan Corbyn'in %60'a yakın oy alması "sürpriz" olarak yorumlandı.

Corbyn'in seçilmesine verilen en "ilkel" iki tepkinin iki zıt taraftan geldiğini söyleyebiliriz. Muhafazakar Parti, Corbyn'in konuşmalarından nerede ne için söylendiği anlaşılmayan kesitler alıp, Corbyn'in "ulusal tehdit" olduğunu ilan ederken, bunun tam karşı tarafından gelen tepkiyse "sosyalist" Corbyn'in, İşçi Partisi'ni de "sosyalist" yapacağı şeklindeydi.

Bu iki görüşü ortaklaştıran şey ise tarihsellikten ve İşçi Partisi'nin kime hizmet ettiğini anlamaktan uzak olmaları.

CORBYN İŞÇİ PARTİSİ'NİN İLK "SOLCU" LİDERİ Mİ?
İşçi Partisi'nin içerisinde daha önce de kendi içerisinde parti için sol sayılabilecek pek çok unsuru barındırdığı, hatta bunları önemli pozisyonlara getirdiği söylenebilir. Örneğin, 1935'den 1955'e kadar 20 yıl boyunca İşçi Partisi'nin başında bulunan "sosyalist" Clement Attlee, İngiltere Başbakanı da olmuş, madenleri ve kimi önemli kurumları kamulaştırmıştı.

Attlee, eğitimden sağlığa kadar pek çok alanda sosyal politikalar izlemişti. Geçmişe dönerseniz başka isimler de bulmanız mümkün, Keir Hardie, Michael Foot, George Lansbury gibi.

İşçi Partisi'nin başına pek çok sağ ismin de geldiğini düşünürsek, sormamız gereken soru partinin başına "sağ" veya "sol" isimlerin seçilmesinin arkasındaki sebebin ne olduğudur.

CORBYN'İN POLİTİKALARI NE KADAR 'RADİKAL'?
Corbyn'in vaatlerine baktığımızda, demiryollarının kamulaştırılması, enerji sektörünün kamulaştırılması, sağlıkta özelleştirmelere son verilmesi, diğer ülkelere yapılan askeri müdahalelere son verilmesi gibi başlıklar görüyoruz.

Silahsızlanma yanlısı olan Corbyn, zenginlerden ve şirketlerden alınan vergilerin artırılmasını önerdiği gibi göçmen yanlısı politikalardan da yana.

Corbyn'in bu meselelere yaklaşımının yalnızca İşçi Partisi dışında değil, içinde de büyük tartışma yarattığını görmek mümkün. Parti destekçilerinin %83.8'inin, parti üyelerininse %49.6'sının oyunu alan Corbyn'in partinin geri kalanı tarafından "fazla sol" bulunup sevilmediği açık.

Ancak ülkenin eskisi gibi yönetilemeyeceği de açık. Örneğin, Muhafazakar Parti'ye yakın basının kendilerinin en çok korkacakları aday olduğunu söyledikleri, İşçi Partisi'nin son yıllardaki politikalarına daha yakın bir isim olan Liz Kendall'ın yalnızca %4.5 oy alması bunu kanıtlıyor.

SERMAYENİN SORUNLARI 1: GÖÇMENLER
Corbyn'in politikalarını aktardıktan sonra, bakılması gereken şey İngiltere ve genel olarak küresel ekonominin durumu ve ihtiyaçlarıdır. 2008 krizinin hala atlatılamadığı açıkken, bu krizi aşmak için bulunan kimi yöntemlerin de sonuç vermediği ortada.

Örneğin, Libya ve Suriye'ye yapılan müdahaleler, Afganistan'ın işgalinin hala sonuç vermemesi Avrupa'nın benzerini İkinci Dünya Savaşı'ndan beri görmediği bir göçmen dalgası yarattı. Emperyalist müdahaleler sebebiyle ülkelerini bırakmak zorunda kalan mültecilere, yoksulluk sebebiyle Avrupa'ya gitmeye çalışan göçmenler de eklendi.

Göçmen meselesi, bir yandan Avrupa'nın pek çok yerinde göçmen düşmanı partilerin yükselişiyle sonuçlanırken, bir yandan da Muhafazakar Parti'nin klasik yaklaşımının sonuç vermediği ve sorunu anlamaktan uzak olduğu da açıktı.

Aylan Kurdi'nin ölümünün ardından konuşan Muhafazakar Parti Başkanı David Cameron, göçmen sorununun daha fazla göçmen alınarak çözülemeyeceğini, sorunun çözümünün tek yolunun "Ortadoğu'da barış ve istikrarın sağlanması" olduğunu belirtmişti.

Cameron'un itirafı değerli olsa da, göçmenlerin ülkelerinden "barış ve istikrar" olmaması sebebiyle ülkelerinden kaçmak zorunda kalmasına sebep olanlar arasında İngiltere de bulunuyordu. Örneğin Libya'nın kaosa sürüklenmesinde İngiltere'nin büyük rol oynadığı zaten bilinirken, sonrasında ortaya çıkan belgeler Fransa ve İngiltere'nin Libya'yı bölmek istediğini de ortaya çıkarttı.

Kısacası başka ihtiyaçlardan dolayı yapılan müdahaleler sonrasında nasıl çözüleceği bilinmeyen bir göçmen sorunu ortaya çıktı. Olayın yarattığı insani krizin yanı sıra, ekonomik olarak da göçmenlerin nasıl idare edileceği bilinmiyordu.

İngiltere'nin karşı karşıya kaldığı göçmen demografisi de eskiye göre daha farklıydı. 5 Kasım 2014 tarihli bir Guardian haberi, ülkeye gelen göçmenlerin İngiltere nüfusundan daha eğitimli olduğunu ve ülkeye yılda 20 milyar sterlin kazandırdığını söylüyordu. Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden yeni gelen mülteciler için bu durum geçerli olamazdı.

Ancak Washington Post'da yer alan 10 Eylül tarihli bir yazı, mültecilerin sisteme yük olduğuna dair söylemlerin "efsane" olduğunu söylüyordu. Yazıya göre kısa vadede mülteciler masraflı olsa da, mülteciler "yatırım" olarak düşünmeliydi ve uzun vadede ekonomiye faydalı oluyordu.

Yapılması gereken mültecilerin ülkeye alınmasının zorunluluk olduğunun kabul edilmesi ve bir an önce sisteme entegre edilerek işgücüne dahil edilmesiydi.

Jeremy Corbyn'in meseleye getirdiği yaklaşımın buna denk düştüğü söylenebilir. Göçmenlerin sistemin dışında tehdit oluşturmasındansa içerisinde "kâr" getirmesi.

SERMAYENİN SORUNLARI 2: KEMER SIKMA
Corbyn'in bir başka övgü aldığı başlık ise kemer sıkma politikalarına karşı olması. Hatta İşçi Partisi liderliğine seçilmesinin ana sebeplerinden birinin bu olduğu bile söylenebilir.

Son on yıldır reel ücretlerin giderek düştüğü İngiltere'de, "orta sınıf" denen kesimin geliri de giderek asgari ücret seviyesine inmekteydi. Küresel bir olgu haline gelen ücret düşüşleri halkın çok geniş kesimlerine zarar vermeye başlamıştı.

Hatta İngiltere'den gelen kimi veriler, "refah" yaşandığı düşünülen ülkede durumun ne kadar kötüleşmekte olduğunu ortaya koyuyordu. Örneğin, Independent'ın haberine göre İskoçya'da öğretmenlere aç çocukları nasıl tespit edecekleri ve ne yapmaları gerektiği öğretilmeye başlanmıştı.

Hatta hükümet, yoksul çocuk sayısını azaltmak için yoksulluk kriterlerini değiştiriyordu

Ancak kriterler değişse de insanlar yoksulluk ve eşitsizlik sebebiyle erken ölmeye devam ediyordu.

Middle East Eye'da David Hearst tarafından 11 Eylül'de yazılan bir yazıda, Corbyn'in yükselişinin kaza olmadığı, Corbyn'in seçilemez bir kişi de olmadığı, esas gerçekten kopuk olanların diğer politikacılar olduğu söyleniyor.

Bu tespite katılmamak mümkün değil. Çünkü İngiltere halkının içine düştüğü yoksulluk ve eşitsizlik koşullarında Cameron hala "çalışan halkın" yanında olduğunu öne sürüyor ve Corbyn'in vaatlerinin çalışanlara değil, sosyal devlet üzerinden menfaat sağlayacak tembel kişilere fayda sağlayacağını iddia ediyor.

Cameron'un söylemleri liberal ideolojinin güçlü olduğu İngiltere'de normal koşullarda destek bulabilecek olsa bile, 2008 krizinin ardından yaşanan gelişmeler ve emekçilerin haklarına yapılan saldırılarla bu söylem gücünü kaybetmiş durumda. 

CORBYN'İN 'MAKUL' POLİTİKALARI
Aralarında Bank of England danışmanlığı yapmış bir isim de bulunan 40'ın üzerinde önemli ekonomistin Corbyn'in politikalarının "aşırı" olmadığını söyleyerek, bu politikaların makul ve gerekli olduğunu belirtmeleri de Corbyn'in ekonomi politikasının "radikal" değil, sistemle uyumlu olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ekonomistlerden gelen bu destek de kuşkusuz Corbyn'in "makul" aday olduğunu gösterip aldığı desteği artırmıştır.

29 Ağustos'ta Economist'de yer alan bir yazı, Corbyn'in politikalarının normalde ekonomistler arasında "en azından Moskova'nın bu tarafında" destek bulmayacağını, ancak koşulların ona bu desteği kazandığını bildiriyor. Corbyn'in politikalarına yönelik kimi eleştiriler de bulunan yazıda, Corbyn'in kimi fikirlerinde "yalnız olmadığı", bu fikirlerin temelleri olduğu bildiriliyor.

Telegraph'da 16 Eylül'de yazan Ambrose Evans-Pritchard, kendisinin normalde Corbyn'in desteklediği politikaları desteklemeyeceğini bildirse de parasal genişleme döneminde zenginlerin ekonomiye zarar verdiğini ve artık paranın zenginlerin cebine değil "gerçek ekonomiye" akıtılması gerektiğini kabul ediyor. Tabii ki sebep sermayenin uzun vadeli çıkarlarının bunu gerektirmesi.

Etkisini henüz açıktan hissettirmese bile kemer sıkma karşıtlığı giderek artarken, düzen bu karşıtlığı kendi içerisinde eritmek zorunda. Jeremy Corbyn'in seçimleri kazandıktan sonra 13 Eylül'de Guardian'daki yazısında yazdığı gibi "kemer sıkmayı bitirmek, eşitsizlikle mücadele etmek, evde ve dışarıda barış ve toplumsal adalet. İşçi Partisi yüz yıl önce bunun için kurulmuştu."

Ancak bunun sınırları bellidir. Attlee'nin 40'lı yıllarda izlediği politikalar Sovyetler Birliği'nin sağladığı imkanların İngiltere'de yarattığı talep karşılığında verilen tavizlerdi. Bugün de İşçi Partisi'nin karşılaması gereken talep, sermayenin kimi sorunlarını çözerken, halkı düzen içinde tutmaktır.

SERMAYENİN SORUNLARI 3: DIŞ POLİTİKA
ABD ve İngiltere başta olmak üzere emperyalist güçlerin kriz yaşadığı bir diğer mesele de dış politika başlığıdır. Corbyn'in savaş karşıtı olduğunu ve (belki İsrail dışında) diğer ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek istediğini biliyoruz.

Burada bakılması gereken şey mevcut küresel dengeler ve sermayenin mevcut ihtiyaçlarıdır. ABD'nin ve İngiltere'nin başını çektiği savaş politikalarının iki ülkeyi de yalnızlaştırdığı aşikar.

Noam Chomsky'ye göre ABD'nin Küba'ya "dostluk eli" uzatmasının esas sebebi de buydu. Buna İran ile P5+1 ülkeleri (ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya) arasında yapılan anlaşmanın İran'a kimi tavizler verilerek gerçekleştirilmesi de örnek gösterilebilir.

Küresel çatışmaların özellikle Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu'nun başını çektiği eksen ve bu eksenin müttefikleri sebebiyle giderek daha maliyetli hale geldiğini görmek mümkün. Rusya'ya yapılan yaptırımların Avrupa'ya maliyetinin 100 milyar avronun üzerinde olduğu görülürken, bundan en büyük zararı gören ülkelerden Almanya, yaptırımlara karşı olduğunu açıkça duyurabiliyor.

Kısacası, sermayenin kimi kesimleri giderek daha "barış" yanlısı oluyor. Tabii ki bu barışın küresel dengelerin gereği olduğu ve kârlı olan şey barış değil "savaş" olduğunda tersine döneceği de ortada.

CORBYN NEYİ DEĞİŞTİRİR?
Corbyn'in ne kadar ilkeli olduğu anlatıladursun, Corbyn tarafından yeni gölge savunma bakanı olarak Maria Eagle atandı. Eagle, Irak'ın işgaline evet oyu vermiş, Irak ve Libya'ya yapılan mühalelerin araştırılmasınaysa karşı çıkmıştı. 

İngiltere'nin en büyük iki partisinden biri olan İşçi Partisi'nin geçmişte sermayeye hizmet ettiği açık. Pasifizm ve barış yanlısı "sosyalist" Attlee, sermayenin çıkarları doğrultusunda Kore Savaşı'na evet demişti.

Hatta başbakan olduktan sonra Attlee, kendi otobiyografisi "As It Happened"da, "Amerikan dostlarının", İngiltere politikalarında değişim olmamasına "şaşırdığını" belirtiyor. Aslında şaşılacak çok şey yok.

Attlee'nin yerine geldiği George Lansbury, pasifist görüşleri sebebiyle istifaya zorlanmıştı. Sermayenin ihtiyaçlarının bunu gerektirmesi durumunda Corbyn'in de benzer bir baskıya maruz kalacağı düşünülebilir.

Örneğin partinin başına gelmeden önce İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkmasını desteklediği söylenen Corbyn'in partinin başına gelmesinin ardından bu yönde kampanya yürütmeyeceğini söyleyerek sermayeyi rahatlatması bu açıdan dikkat çekicidir.

Özellikle de sendikaların önemli bir bölümünü temsil eden Trade Union Congress (TUC) tarafından Avrupa Birliği'nden çıkış istendiğine dair açıklamalar yapılırken, Corbyn'in "işçilerin ve sendikaların sesi" olduğuna dair iddiaların gerçek dışı olduğu bu başlıkta da görülebilir.

MUHAFAZAKARLARIN ÇIKMAZI
Ancak bu Cameron'un, Corbyn'i "ulusal tehdit" ilan etmesi ve fazla "radikal" olduğunu söylemesiyle gerçekleşmeyecek. 

Guardian'da Matthew d'Ancona'nın bugün yazdığı "Hedef Corbyn değil. Muhafazakarlar İşçi Partisi'ni yok etmek istiyor" yazısı bunu ispatlar nitelikte. Yazı, partiyi Corbyn'i savunmaya çağırırken, gerçekçi hedefleri olmayanın Corbyn değil Muhafazakar Parti olduğunu ve Muhafazakarların 2020 seçimlerinde halkı ikna etmekte zorlanacağını hatırlatıyor.

Bu tartışmanın "yeni sol" tartışılmadan yapılamayacağını gözeterek ekleyelim, Corbyn'in ne yapabileceği sorusuna verilecek yanıt ile Yunanistan Komünist Partisi'nin "Syriza'nın yerine olsaydınız ne yapardınız?" sorusuna verdiği yanıtın benzerliği de dikkat çekici.

Yunanistan Komünist Partisi bu soruya "Syriza'nın yerinde olsaydık, yani burjuvaziyi idare eden konumda olsaydık, sermayenin kendi karlılığının restore edilmesi yönündeki çıkarını savunan konumda olsaydık, AB, avro bölgesi ve daha genel olarak Avro-Atlantik ittifaklar ve NATO’nun içerisinde sermayeye sağlanan avantajları kullanmaya çalışan bir konumda olsaydık; eğer tekellerin iktidar aracı olan bir hükümet “konumunda” olsaydık", daha fazlasını veya eksiğini yapamazdık diyor ve halkı buradan çıkış için örgütlenmeye çağırıyordu.

İşçi Partisi'nin konumu da tam olarak bu konumdur. İşçi Partisi dün ve bugün düzeni sürdürmeye, insanları düzen içerisinde tutmaya, sermayenin sorunlarını çözmeye çalışmıştır. Corbyn'in ne kadar "ilkeli" olduğu bunu değiştirmeyecektir.