Houston

Başbakanın, bir Londra ziyaretinde, basın toplantısı yapacağı otelin cafesinde bekleşiyoruz meslektaşlarımızla. Hava da pek bir soğuk. Elimizde kahvelerimiz, muhabbeti koyulaştırmışken, yakınımızda oturduğunu fark ediyoruz. İri yarı siyah korumaları dikkat çekmeyecek gibi değil. İyi bir rastlantı. Başbakanı izleyeceğiz ama, dünyanın en iyi seslerinden biriyle, Bodyguard’daki performansıyla hepimizi büyüleyen gerçek bir starla, Whitney Houston’la karşı karşıyayız.

Korumaları izin vermiyor haliyle yanına yaklaşmamıza ama, -aklımda kardeşi diye kalmış- güler yüzlü bir genç adam, bizi yanına götürüyor. Tek tek fotoğraf çektirmemiz böyle mümkün olabiliyor. Ağzından tek bir kelime çıkmamış, ancak hepimize çok sıcak, çok içten gülümsemişti. Bedeninden çıkmaya çalışan, zor zapt ettiği, sıkıntılı bir ruh gizliydi sanki onda. Birkaç gün sonra, seyircisi az, başarısız olarak nitelendirilen bir konser verdiğini okuyacaktık.

Bir fotoğraf karesine kendimizle birlikte hapsettiğimiz bu güzel sesli kadının kocasından şiddet gördüğünü duyardık. Uyuşturucu alışkanlığı olduğunu da. İçinde yer aldığı müzik endüstrisinin, sesinden başka hiçbir şeyine önem vermediği güzel bir kadındı Houston. Sesi, o piyasanın canavarlarına para çeken bir mıknatıstı elbette. İşveren nereye doğrultsa Houston’u oraya akıyordu paralar. Kendisine çok az şey kaldığını ölümünden sonra duyduk. Bakmayın siz gazetelerin parasının kimlere kalacağını yazmalarına. Herhalde hesabı yapılan, seslendirdiği şarkıların yayın hakkının kimde olacağıdır. Yaşarken de sadece sesiyle kabul edilmiş biri değil miydi? Ölürken de sesinin pazarlığıdır yapılan.

Herkes kimi dersler çıkarmıştır elbette bu ölümden. Kişisel trajediler, kendimize çeki düzen vermede ayar düğmeleri gibidir. Onlara bakarak halimizle yetindiğimiz de çok olur. Ama Saadet Partisi Genel Başkanı Profesör Mustafa Kamalak bambaşka bir ders çıkardı Houston’un trajedisinden. Batı yaşam tarzının insanları yalnızlaştırdığını, dolayısıyla yalnız öldüklerini söyleme fırsatına çevirdi bu trajediyi. Bir de batılıların, hep otel odalarında öldüklerini hatırlattı hepimize. Bakın ettiği laflara: “Houston, aynı Marilyn Monroe, Elvis Presley, Michhael Jackson, Ammy Winehouse gibi son nefesini alkol ve uyuşturucu komasına girerek verdi. Bizlere yakışan, dünyaya, adaleti, barışı ve huzuru getirebilecek tek çözüm olan, kendi inancımıza ve medeniyet değerlerimize sahip çıkarak, aynı şanlı tarihimizde olduğu gibi yeniden ayağa kalkmak ve insanlığı buhrandan kurtarmaktır.

Orta okuldayken duysam pek gururlanırdım diyeceğim ama o zaman da herhalde gayriciddi bulurdum bu lakırdıları. Şanlı tarihimizde olduğu gibi ayağa kalkmak lafı falan çok afili. Afyon çekerek kafa bulan dünya kadar “dervişimiz” olduğunu bilmesem “şanlı” tarihimizde, inanabilirdim belki Kamalak’a.

Sonuçta söylemek istediği şudur: Mazbut/dini bir yaşamları olsa ölmezlerdi bunlar. Kamalak büyük bir siyaset adamıdır herhalde. Şu adını saydığı isimleri kapı deliğinden izlemek ona yakışır mı peki? Presley örneğin, boynunda haç taşırdı. Haberi var mı bundan Saadet Partisi genel başkanının? Başkalarının trajedisini, bir öğüt malzemesine çevirmek pek bir fena. Hatırlatmak zorunda kaldığım için acılı ailenin affına sığınıyorum ülkemizin en önde gelen nurcu gruplarından Yeni Asya gazetesinin sahibinin kızı da uyuşturucuya kurban gitmişti.

Kamalak bunu da bilmeli elbette. Bilirse eğer, fırtınalı ruhların imanla bile gemlenemeyeceğini kavrar kısa sürede.

Bunu bilecek, konuşmayacak, trajediden kendi payına düşen ibreti alsa bile, başkalarının gözüne gözüne sokmayacak, büyük insanlık acılarından parti tüzüğünden söz eder gibi söz etmeyecek. Üzerine vazife midir senin apar topar basın toplantısı düzenleyip fırsatçılık yapmak?

Amerikan alt kültürüne mensup, beyaz egemenin büyük baskısı altında, kendisine ancak kimi alanlarda yer bulabilen onlarca talihsiz siyahtan biriydi Houston. Kendisini bir yaşam mağduruna dönüştürmüş bu güzel sesli kadının yanı başında durup, bir fotoğraf çekimi süresi kadar yakınlaştım ona.

Meslektaşım deklanşöre basmadan çok ama çok az bir süre önce, saniyeler kadar kısa bir sürede, ölümü üzerine kriz geçirerek hastaneye kaldırıldığını okuduğum kızına (ki çok küçüktü o sıralar), elindeki meyveyi uzattığını gördüm. Tabii ki çok önemsiz, çok çok normal bir ayrıntı bu.
Ama, bizim de sadece ses saydığımız kadının bir anne olduğunu bu görüntü sayesinde kavradım. Bunu o ana kadar unutmuş olmama hayıflandığımın bilinmesini isterim.

Kamalak da görseydi eğer benim gördüğümü, kendi değerlerinden(!) uzak sandığı bu kadının insanlığa ne kadar yakın bir yerde durduğunu da anlardı.

Kimi yardım kuruluşları için düzenlenen sayısız konsere katıldığını da belirtmeliyim Houston’un. Çocuğuna meyve uzatan da, sesini bağış toplamak için sunan da aynı kişidir.

Bunu yaparken “şanlı tarihinden” değil, yüreğinden beslenmiştir. O nedenle “tok” gitmiştir bu dünyadan.

Çok şey biliyorsunuz ya bay Kamalak, bunu da bilin.