Aristo’ya göre, bebek mucizevi bir yolla, tam anlamıyla kırkıncı günde “insan” olur. Kendilerinin başlatmadığı bir şiddetten kaçmak isterken boğuldukları denizin karaya fırlattığı 2 yaşındaki Aylan ile 3 yaşındaki Galip Kurdi kardeşler Aristo’nun hesabınca elbette çoktan “insan” olmuşlardı.
Büyük filozofun “insan” olmaktan neyi kastettiğini tam olarak anlayabildiğimi söyleyemem. Bana sorarsanız, doğar doğmaz insan oluveriyoruz işte. Sonrasında insan kalabiliyor muyuz, ayrı mesele.
Aylan ile Galip de, elbette birer “insan yavrusuydular”. Ancak, “insan” ya da “insanlık” gibi kavramların ne anlama geldiğini anlamaya vakitleri olmadı. Çok küçüktüler. Yine de muhtemeldir ki, büyüklerin, yani İnsanlık’ın dünyasının ne kadar acımasız olduğunu hissetmişlerdir. Çocuk hisseder çünkü.
Hangi dile aittir tam emin değilim ama Türkçe’de de kullanılan bir addır Aylan. “Açıklık”, “ferahlık” anlamlarına geliyor. İçine onlarca “insan” tıkıştırılmış tekneden bozma bir deniz taşıtının “kapalı” bölümünde, zorlukla nefes alarak yolculuk ederken ölen çocuğa konulan ada bakar mısınız? Üç yıllık ömrü boyunca çoğunlukla “yaşam mağduru” olmuş ağabeyi Galip ise ilk “kavgasında” yenik düşmüş bir “insan yavrusu”dur. Adlarının bile üzerlerinde eğreti durduğu iki yavruydu bunlar.
Adlarına değilse de soyadlarına uygun bir ölüm onlarınki. “Açıklık” ya da “galibiyet” görmediler ama “Kürt” olarak öldüler. “Arap” olarak ölen diğer kardeşleri gibi. Bu coğrafyada çoğunluk kimliğine uygun ölür. Tarih sahnesine geç çıkmış bir ulusun ya da yurdu emperyal alçakların bölgedeki uğursuz işbirlikçileriyle tarumar edilmiş bir ülkenin çocuğuysanız, ya jetlerin hedefi olur ölürsünüz, ya da o jetlerden kaçmak isterken denizde boğulursunuz. Hayat, sizinle alay eder gibi, adınızı size pahayla ödeten puşt bir süreçtir.
Öldü bu çocuklar. Yaşıtlarının ellerinde kovalarla küreklerle kumlarında oynadıkları sahilde onlar sadece bir ceset olarak yer aldılar. Tonlarca gemileri kaldıran suyun gücü bu küçücük bedenleri karaya fırlatıverdi.
Mezarötesi anlayışların mide bulandırıcı figürleri dilediği kadar, Fıtrat, Kader desinler, bunlar bu ölümü kabul ettiremez bize. Kader, fıtrat insan kaynaklı vahşeti perdelemeye yarayan mezarötesi kavramlardır, gerçek “insan”a uymaz. İki yaşındaki Aylan ile üç yaşındaki Galip’in bir “kader” oluşturacak kadar yaşanmışlıkları mı oldu sanki?
Şu kahrolası dinler tarihinde suya büyük önem verilir. Doğu toplumlarının efsanelerinde yutulan bir damla suyla hamile kalan genç kadın öykülerine sık rastlanır. Bugün bile, Rusya başta olmak üzere birçok ülkede, kadınlar doğurgan olmak için suya girerler. Aylan ile Galip bebekler ise “kurtulmak” için girmişlerdi suya. “Doğurgan” denilen suda boğuldular. Koca koca gemileri kaldıran deniz, onların küçücük bedenlerini taşıyamadı.
Aylan, oynamaktan yorgun düşmüş de sahilde uyuyakalmış gibiydi. Öyle ki insan uyandırmaya kıyamaz. Git üstüne bir şeyler ört, üşümesin diye. Akla ölüm gelir mi? Uyku saatinde ölür mü bir çocuk?
Bu coğrafyada ölümün saati yoktur. Bu coğrafyanın katili boldur, kurbanı çoktur. Kurbanı masum, katili yüzsüzdür. Kurbanı sessiz, katili gevezedir. Gevezenin dilinden “Fıtrat” düşmez.
Bu coğrafyada katilin yaşamı “talih”tir, kurbanın ki “kader”.
Buna bu coğrafyada “Fıtrat” derler.