SÖYLEŞİ | Ukrayna Savaşı silahlanmayı tetikledi: Tehlike büyüyor

Ukrayna Savaşı'yla birlikte silahlanma tehlikesinin de arttığına işaret eden Türkiye Barış Komitesi üyesi Murat Akad, uluslararası ilişkilerdeki "kuralsızlaşma" tehlikesine de dikkat çekti.

Haber Merkezi

Ukrayna savaşıyla birlikte nükleer silahlar, dünya savaşı, silahlanmadaki artış gibi konular yeniden uluslararası gündeme girdi. Konuyu, emperyalist saldırganlığa ve silahlanmaya karşı uzun süredir mücadele eden Türkiye Barış Komitesi'nin ve Dayanışma Meclisi'nin üyesi Murat Akad’la konuştuk.

Akad, Rusya'nın Ukrayna'da yürüttüğü işgal operasyonunun emperyalist bloğun eline silahlanma konusunda eline koz verdiğini söylerken, gerçek ve kalıcı bir barış için kapitalizmden bir an önce kurtulunması gerektiğinin de altını çizdi.

Ukrayna Savaşı’yla birlikte silahlanma ve savaş tartışmaları çok güçlü bir şekilde yeniden tartışılır oldu. Silahlanma karşısındaki mücadelenin uzun süredir parçası olan biri olarak siz bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan süreç, zaten uzun süredir artış eğilimi gösteren emperyalist saldırganlığın da hızlanması için zemin hazırladı. Emperyalist saldırganlığın artışı doğrudan askeri harcamaların ve silahlanmanın artışı olarak karşımıza çıkıyor.

Bence bunun en önemli göstergelerinden biri Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un savunma harcamalarında 113 milyar dolarlık bir artış yapacaklarını açıklamasıydı. Bu ciddi artış, NATO’ya üye ülkelerin askeri harcamalarını, GSYİH’nın yüzde 2’sine çıkarma hedefine ulaşmak anlamına geliyor.

NATO 2006 yılında, üye ülkelerin askeri harcamalarını GSYİH’nin yüzde 2’sine çıkarması kararı almıştı. Her ne kadar her ülkenin askeri harcamasında son yıllarda düzenli bir artış görülse de bugüne dek üye ülkelerden çok azı bu hedefi tutturmuştu. 2022 başında toplam askeri harcaması GSYİH’nin yaklaşık yüzde 1,36’sı düzeyinde olan Almanya, bu hedefe 2031’den önce ulaşmayacağını açıklamıştı. Scholz’un açıklaması, Almanya dış politikasında önemli bir değişikliğe işaret ediyor. Böylesi militarist bir adımın atılabileceği kısa bir süre öncesine kadar kolay kolay düşünülemezdi. Başka NATO üyelerinin Almanya örneğini izlemesi kaçınılmaz olacak. Şimdiden bu konuda girişimler var. NATO üyeleri dışındaki ülkeler de hareketleniyor. Örneğin İsveç de askeri bütçesini artırma kararı aldı.

Öte yandan, dünyada askeri harcamaları en yüksek ülke olan ABD, başka ülkelerdeki askeri varlığının ele alındığı orta ve uzun vadeli planları yeniden gözden geçireceğini açıkladı.

Sürecin NATO açısından yansımaları nasıl sizce?

İşgalin başlamasının hemen ardından NATO’nun genişlemesi gündeme geldi. Kısa bir süre öncesine kadar Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliği temkinli bir biçimde dile getiriliyordu; NATO üyeleri arasında bu iki ülkenin üyelik süreci ile ilgili farkı görüşler vardı. Bu iki ülke dışında Finlandiya ve İsveç’in üyeliği konusu da tartışılmaya başladı.

Finlandiya uzun zamandır NATO ile işbirliği yapıyor. Silahlı güçleri zaman zaman NATO tatbikatlarına da katılıyor. Ancak ülkenin NATO’ya üyeliğine gerek ülke halkı gerekse yöneticileri tarafından olumlu bakılmıyordu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrasında Başbakan Sanna Marin bu konudaki tartışmanın farklı olacağını, üyeliğin mümkün olduğunu dile getirdi. İlerleyen günlerde Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, NATO üyeliği olmasa da ABD ve İsveç’le savunma ilişkilerinin güçlendirileceği bir alternatifin gündeme gelebileceğini, bugüne kadar korunan bir tür “tarafsızlık” konumunun değişmesi gerektiğini belirtti. İsveç başbakanı Magdalena Andersson ise şimdilik üyeliğin gündemde olmadığını söyledi. Son olarak bu iki ülke ile ABD arasında daha sıkı bir askeri işbirliği oluşumu üzerine konuşuluyor.

Özellikle son yıllarda bu bölgedeki NATO hareketliliği artmış durumda. Neredeyse süreklileşmiş olarak uluslararası askeri tatbikatlar düzenleniyor

Öte yandan Avrupa Birliği’nin bir emperyalist örgüt olma niteliği daha da belirginleşti. Birliğe üye ülkelerin Ukrayna’ya askeri olmayan yardımlarda bulunmalarının yanında, bir kurum olarak AB de yarım milyar avroluk askeri yardım yapacağını açıkladı. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bu yarım milyar avronun “savunma silahları sağlamak, ancak yüksek kalibreli silahlar, tanksavarlar, saldırganlığı püskürtmek için her türlü teçhizatı sağlamak için kullanılacağını" söyledi. Böylece AB, bir kurum olarak da savaşa müdahil oldu.

Bölgeye yönelik askeri yığınak da hızlanıyor...

Çoğu NATO üyesi bir dizi ülke Ukrayna’ya silah yardımı yaptığını ya da yapacağını açıkladı. Bunların arasında, işgal başlamadan önce yalnızca miğfer vb. malzeme göndereceğini açıklayan Almanya, Finlandiya gibi ülkeler de var. Finlandiya Başbakanı Marin, hükümetin bu kararını “tarihi bir adım” olarak tanımladı. Bir boyut bu.

Diğer boyut ise Batılı emperyalist ülkelerin, Doğu Avrupa’daki askeri varlıklarını güçlendirmesi. Bilindiği gibi, özellikle son yıllarda bu bölgedeki NATO hareketliliği artmış durumda. Neredeyse süreklileşmiş olarak uluslararası askeri tatbikatlar düzenlenirken, bu tatbikatların da aracılığıyla bölge ülkelerindeki NATO güçlerinin sayısında artış gözleniyor ve NATO Mukabele Kuvveti bölgeye yerleşiyor. Bu güçlerin önemli bir bölümü şimdilik geçici statüde; ancak bunların kalıcı hale getirilmesi yönündeki planlar hızlanmış durumda. Başta Romanya olmak üzere bazı Doğu Avrupa ülkelerinde yeni üsler oluşturulması planlanıyor. Yalnızca ABD’nin kıtada yaklaşık 100 bin askeri bulunuyor.

Baltık ülkeleri ya da Polonya gibi Bazı Doğu Avrupa ülkeleri ise NATO’nun kendilerine daha fazla askeri yardım yapmasını, özellikle hava savunma sistemleri yerleştirilmesini savunuyorlar. ABD bu fırsatı kaçırmıyor ve bu ülkelere son günlerde daha fazla asker yerleştiriyor.

Batılı ülkeler tarafından Ukrayna’ya silah yığılmasının, genellikle geri planda kalan bir boyutu da bu silahların yasadışı silah piyasasına aktarılması. Aslında Ukrayna’da bu durum 2014’teki emperyalizm destekli gerici darbeden bu yana sürüyor. Devlete ait silahlar gerek ülke içinde gerekse başka ülkelerde pazarlanıyor. Yeni gelen silahların da böyle bir akıbete uğraması kaçınılmaz görünüyor. Silah piyasasının genişlemesi anlamına gelen bu durumu, silah tekelleri elbette olumlu karşılıyor.

Biraz da dünyanın diğer tarafına, Doğu Asya’ya bakalım. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesinin Çin açısından da yansımaları oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

O bölgede de Avrupa’dakine benzer gelişmelerin yaşanması olasılığı artıyor. Rusya ile birlikte ABD’nin başlıca hasım konumuna yerleştirdiği Çin’le ilgili ABD politikası, gerginliği daha da tırmandıracak biçimde şekillendiriliyor. Bu politika, Şubat ayında Beyaz Saray tarafından yayımlanan Hint-Pasifik Stratejisi başlıklı raporda ortaya konmuş durumda. Kuzey Kore’nin de hedef alındığı belgede ABD’nin bölgedeki askeri tatbikatlarının ve operasyonlarının artacağı, bölgeye daha gelişmiş savaşma yeteneğine sahip silahlar yerleştirileceği, Çin’e karşı geliştirilen Pasifik Caydırıcılık İnisiyatifi’nin daha fazla fonlanacağı belirtiliyor. Bu inisiyatif kapsamında, Japonya, Tayvan ve Filipinler de dahil olmak üzere bir dizi Pasifik adasına, daha önce Orta Menzilli Nükleer Silahlar Antlaşması’nca (INF) yasaklanan füzeler dahil çeşitli silah sistemlerinin yerleştirilmesi öngörülüyor.

Çin’e yönelik kampanyanın “Ukrayna”sı olan Tayvan çevresinde bir süredir hareketlilik artıyor. ABD’nin bu ülkeye yönelik siyasi yığınağı son dönemde artarken, askeri olarak da Tayvan’ın güçlendirilmesi planlanıyor.

Bölgede ABD’nin en yakın müttefiki ve Batı emperyalizminin ayrılmaz bir parçası olan ve Ukrayna’ya silah gönderen ülkeler arasında yer alan Avustralya’nın Başbakanı Scott Morrison, Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki emelleriyle mücadele etmek ve ulusal savunmayı geliştirmek için ülkenin doğu kıyısında bir nükleer denizaltı üssü inşa etmeyi planladıklarını ve bu projenin 7,4 milyar ABD doları tutarında olduğunu söyledi. 2021’in Eylül ayında açıklanan ve Avustralya dışında ABD ve Britanya’nın taraf olduğu AUKUS paktı çerçevesinde, bu iki büyük emperyalist gücün Avustralya’ya nükleer denizaltı yapımı için destek olmaları öngörülüyor. AUKUS’a göre Avustralya 2030’a dek en az sekiz nükleer denizaltı inşa etmeyi planlıyor. Halen yalnızca altı ülkenin elinde nükleer denizaltı bulunuyor. Yedinci ülke olacak Avustralya, nükleer silaha sahip olmayıp nükleer denizaltısı olan ilk ülke olacak. Ayrıca Avustralya Savunma Bakanı Dutton, ülkesinin Tayvan’a silah yollayabileceğini belirtti.

Sovyetler Birliği döneminde imzalanan INF antlaşması artık yok. Sovyetler Birliği, var olduğu dönemde ısrarla silahsızlanmayı savundu.

Silahlanma, Ukrayna savaşı öncesinde, son yıllarda nasıl bir seyir izliyordu?

Uluslararası Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2020 yılı için aktardığı verilere göre dünya çapında toplam askeri harcamalar yıllık 2 trilyon dolara yaklaştı. Bunun üçte birinden fazlasını ABD’nin harcamaları oluşturuyor. NATO üyesi ülkelerin harcamaları toplamın yaklaşık üçte ikisine denk geliyor. Bu ülkelerin harcamalarında son birkaç yılda düzenli bir artış görülüyor. Ukrayna’daki savaşla birlikte bu harcamalarda ciddi bir artış görülecek.

Çin’in askeri harcamalarında da 20 yılı aşkın bir süredir düzenli bir artış görülüyor ve bu rakam 2020’de 250 milyar dolara ulaşmış durumda. Hindistan ve Rusya Çin’i izliyor ve yine harcamalarda artışlar var.

Silahlanma hızlanacak ve bu sektörün faaliyetleri dünya çapında yoğunlaşacak. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesi ile oluşan uluslararası ortam ve özellikle Almanya’nın savunma harcamalarında ciddi bir artış yapacağını açıklaması, savunma sektöründe faaliyet gösteren pek çok farklı ülkeden firmanın şimdiden borsada hızla değer kazanmasını sağladı.

Peki, barış konusuna gelecek olursak, yolu nereden geçiyor?

Sıcak çatışmaların sona ermesi için her iki tarafın hızla adım atması ve yaşanan acılara son vermesi gerekiyor.

Ama gerçek ve kalıcı barışa ulaşmak için günümüz dünyasında bu yeterli olmayacak. Zira işgalin başlamasıyla birlikte dünya daha tehlikeli bir yer haline geldi. Uluslararası ilişkilerde zaten görülen kuralsızlaşma eğilimi, sınırların tanınmama eğilimi gibi gelişmeler tehlikeyi artırıyor. Silahlanmayı kısıtlayan bazı uluslararası anlaşmalar tarihe karışıyor. Örneğin, biraz önce bahsettiğimiz orta menzilli nükleer silahları kısıtlayan ve Sovyetler Birliği döneminde imzalanan INF antlaşması artık yok. Sovyetler Birliği, var olduğu dönemde ısrarla silahsızlanmayı savundu. Bu konuda başarılı olup olmadığı başka bir tartışma konusu. Ama bu konuda hep samimi ve ısrarcı oldu. Bugün silahsızlanmayı savunan hiçbir güç yok dünyada. Nükleer silah çalışmaları da giderek daha fazla ülkeye yayılıyor. Bütün bunlar tehlikenin arttığını gösteriyor.

Siyasette çok kutuplu bir ortam olması, kapitalizm hüküm sürerken dünyayı daha güvenli bir yer yapmıyor.

Önümüzdeki dönemde emperyalist sistemdeki hegemonya mücadelesi hızlanacak. Batı emperyalizmi konsolide oluyor gibi bir görüntü var. Ama bir sistem olarak emperyalizmin dinamikleri karmaşık ve daha da karmaşıklaşacak. Bu da tehlikeyi artırıyor. Kimi çevrelerin savunduğu gibi uluslararası siyasette çok kutuplu bir ortam olması, kapitalizm hüküm sürerken dünyayı daha güvenli bir yer yapmıyor.

Önce pandeminin, sonra da Ukrayna’daki savaşın etkisiyle tüm dünya çapında çeşitli ürünlerin tedariğinde ciddi sorunlar yaşanırken, petrol ve enerji başta olmak üzere fiyatların hızla yükselmesi dünya çapında yoksullaşmaya neden olurken silah sektörünün büyümekte olması, insanlığın ne denli temel bir çelişki ile karşı karşıya olduğunu bir kez daha gösteriyor. Kapitalizmin insanlığın önünü açması ya da gerçek, kalıcı bir barışın kapitalizm ortamında sağlanması mümkün değil. İnsanlığın, kaderini sermaye sınıfının elinden alması ve kendisinin belirlemesi gerekiyor.