Evet, pek sever, sık söylerdim, "salaklıkla hainlik arasında, sigara kâğıdı inceliğinde bir ayırım vardır," sözünü. Bu ince çizgide yürüyenlere de, "hangi akla hizmet ettiği belli değil" dendiğini bil

Salaklıkla Hainlik Arasındaki Çizgi

Pek sever, sık söylerdim, "salaklıkla hainlik arasında, sigara kâğıdı inceliğinde bir ayırım vardır," sözünü. Bu ince çizgide yürüyenlere de, "hangi akla hizmet ettiği belli değil" dendiğini bilirdim. Artık, unutmak istiyorum.

Pek sever, sık girerdim, "sol"la polemiklere. Bir cakayla, düştükleri açmazlardan, ideolojik "kayma"lardan bahis açar, aklımın erdiği, dilimin döndüğünce tartışırdım. Artık, ya derin üzüntü, ya şiddetli mide bulantısı nedeniyle, bunu yapmak gelmiyor içimden.

Nirengi noktalarımız vardı, belirli ölçütlerimiz, eksen aldığımız. Altını çizdiğimiz satırların üstü çizilmezden önce, konumlarımızı karşılıklı sorgulayacağımız "temel duruş"lar vardı. Buharlaştılar onlar açısından. Artık bunlara dayanılarak yapılan çağrıların, uyarıların, bir iyi niyetli temenniden ibaret kaldığı duygusu hâkim oluyor. Karşılık bulmadığı, bulamayacağı. Buna, sizin haklı çıktığınız her durumun, birilerini daha kaybettiğiniz anlamına geldiğinin idrakinden kaynaklanan bir kekreliği de ekleyin.

O ince çizgideki yürüyüşleri, yeterince acı verirdi zaten. Artık hangi tarafına yuvarlandıklarını tanımlamak zorunda kalış, bunu katmerlendiriyor. O ince çizgi, her dönemeçte, savurup atıyor birilerini.

Bir zamanlar, kolaydı. 12 Eylül'ün yarattığı elverişli ortamdan beslenen sivil toplumculuğun, belirli bir "aydın" çevrenin, varsayalım "Birikim/İletişim" kümelenmesinin, Murat Belge ideologluğunun ve tabii pıtırak gibi biten benzerlerinin damarlara zerkettiği "uyuşturucu"ya direnç merkezleri, canlıydı. Hatta, bu küçük "yeni-sol" zümreyle polemiğe ağırlık vermenin gerekçesini, neden uğraşmak gerektiğini açıklamakta zorlanıyorduk. Bunun bir "entelektüel faaliyet"ten ibaret kalmadığını, sistemin aydınlar eliyle toplumu massetmesinin, sol reflekslerinin köreltilmesinin bir parçası olduğunu kavratmaktı mesele. Bir zamanlar, o kadar da zor değildi...

Sonra, Kürt sorununa emperyalizmin bölge stratejilerinin nüfuz etmeye başladığı noktada, türbanın özgürlükler alanının parçası olup olmadığı tartışmalarında, Refah Partisi'ne "ceberrut devlet" dayatmalarından bahiste, "postal-takunya saflaşmaları" yanılgısında, Çiller döneminin "Kuzey Irak ve ABD" temalı yapılanmalarında, Cumhuriyet kavramının gündeme gelişinde, Susurluk'ta, Sivas'ta yaşanan dönemeçlerde görüldü ki, iş giderek zorlaşıyordu. O "küçük zümre"nin sınıflarüstü demokrasi, özgürlük, birey, insan hakları, çokrenklilik lafızları, hedefine ulaşmış, sınıfsal bakış açısını tamamen iğdiş etmişti. "Parça, bütüne tabidir" prensibi, sadece coğrafi anlamda algılanır olmuştu.

Sonrası, çorap söküğü gibi geldi. "Emperyalist demokratizm" sosuna bandırılmış "sol", o ince çizgiyi yurt bellemişti kendine bir kere. İp cambazının denge sağlamakta kullandığı sırık gibi, onları koruduklarını sandıkları kavramları vardı. O kavramlar devrimci içeriklerinden soyutlandıklarında, tutundukları dalın emperyalizm olacağını, gericilik olacağını, sistemin pekişmesi olacağını söylemek nafileydi. Lügatlerinden çıkalı çok olmuştu bu mücadele alanları. Gene de, "yapmayın", dedik, "etmeyin" dedik yıllarca, bir umut.

Daha yakın zamanların örnekleri, hâlâ taze belleklerde. AB'ye göbekten bağlanmalar, ABD işgalciliğinden özgürlük beklentileri, AKP'nin yanında saf tutmalar, gericiliğe ilericilik atfetmeler, yerleştirildikleri vakıflara çöplenme karşılığı hizmetler, Obama'ya reveranslar... Bütün bunlar, soL'un hem haberlerinde, hem köşe yazılarında tam da olması gerektiği gibi ele alındı, alınıyor, alınacak. Son dönemeç olarak, Ergenekon konusu da dahil. Neden bu konuya değinmediğimi soran çok arkadaş olduğu için, neden bir türlü elimin varmadığını açıklamak üzere söylüyorum bunları.

Örneğin, troçkizmin doğal bir tezahüründen, "sol"un genel zihinsel deformasyonundan dem vurmak mümkünken, Ergenekon karşısındaki konumlanışların genel arazlarından bahsedilebilecekken, Doğan Tarkan arkadaşımın imzasını taşıyan DSİP bildirisi, bende biraz üzüntü, biraz öfke uyandırdığı için, yazıya dönüşemiyor bu ara. Nutku tutulmuş, bakakalıyorum öylece. Son derece normal, beklenen, bilinen şeyler karşısında bile bir an şaşkınlık yaşama lüksümü kullanıyorum bu tür durumlarda, arz ederim.

Evet, pek sever, sık söylerdim, "salaklıkla hainlik arasında, sigara kâğıdı inceliğinde bir ayırım vardır," sözünü. Bu ince çizgide yürüyenlere de, "hangi akla hizmet ettiği belli değil" dendiğini bilirdim... Bilmez olaydım!