İmamoğlu’nun kayak tatili...

Deprem oldu, binalar yıkıldı, Elazığ ve Malatya’da enkaz altında kalan onlarca kişi yaşamını yitirdi, on binlerce yurttaşımız kış gününü sokakta geçirmek zorunda kaldı. O sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Elazığ’a geldi ve kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte Palandöken’e kayak tatiline gitti.

Yandaş basının tetikçileri ayağa kalktı, yandaş olmayan basının makulleri teessüf etti, medyanın kıt akıllı “akil” kalemleri “olmadı Ekrem bey” diye not verdi. Günler geçti, kayak tatili bitti, konuyla ilgili söz bitmedi.

Ayıp dediler, kabul edilemez buldular, şok diye verdiler, skandal olarak nitelediler. Ekrem İmamoğlu da ısrarcıydı. “Tatil var tatil var, zil takıp oynamadım, ailemle önceden planladığım tatile gittim” savunmasını defalarca tekrarladı. Bir de son dönemde siyaset literatürünün en gözde kavramlarından birine yaslanarak “ailem kutsalımdır” deyiverdi. Yanlış hatırlamıyorsam “alışırlar” gibisinden bir söz de çıkmıştı ağzından.

Ancak İmamoğlu’na partisinden de pek sahip çıkan olmadı, kimse ikiyüzlü siyaset ve medya ikliminde mahkum edilen bir davranışa anlayış göstermek istemiyordu.

Sadece bu olaya bakarak memlekette ilkeli, ahlaklı, halkçı bir siyaset kültürünün egemen olduğunu sanabilirdik.

Oysa İmamoğlu’nun kayak tatiline çıktığı sırada Türkiye’de ne bir değerler sisteminden ne gelişkin bir ahlaktan söz edilebiliyordu. 

Ve tam da böyle olduğu için, yani ülkede çürümenin borusu öttüğü için, İmamoğlu’nun kayak tatilinin günlerdir konuşuluyor olması başlı başına bir ahlaksızlıktır.

İmamoğlu ile ilgili değilim, hiçbir ortak noktamız yok. Onu savunmak aklımın ucuna gelmez. Aklıma gelse beceremem, elim gitmez. Ayrıca doğrudur, Palandöken’e gidiş zamanlama açısından bir siyasetçi için ciddi bir yanlıştır.

Ama...

O kadar çok ama var ki!

İnsanı böcek gibi gören bir toplumsal düzende yaşıyoruz. İnsan doğar, sömürülür ve ölür. Bu kadar basit. İş cinayeti, sel, yangın, deprem, salgın hastalık ya da açlıktan ölenler için yakılan ağıdın, atılan nutuğun, yapılan yardımın sahteliğinden nasıl kuşku duyulabilir? Üzüntünün gerçek olması ancak içine öfke katılmasıyla mümkün. 

Bu adaletsiz düzene karşı öfke duymayıp şu ya da bu nedenle çaresiz kalanlar için “üzüntüsü”nü dışavuran iki yüzlünün önde gidenidir.

İşte bir kez daha göz yaşlarının sahte olduklarını bildiklerinden, asalet gösterileri yapıp erdemliyi oynamaya kalkıyorlar.

Deprem olmuş, sen nasıl kayağa gidersin!

Peki kayağa gitmeyenler ne yapıyordu?

Birisi “deprem kaderdi” diyor, öteki “kamuoyu algısı mükemmel” diye müjdeliyor, beriki daha depremin ilk anlarında Ensar’a hortumlatmak için halkı onar lira bağışta bulunmaya çağırıyordu. Onlar yüksek ahlaklıydı, kayağa giden belediye başkanı ise günah keçisi.

Hadi gelin hep beraber soralım. 

Türkiye’de her gün insanlar ya doğrudan ya da dolaylı olarak bu düzenin ve onun sahiplerinin yarattığı sorunlar ve ihmaller nedeniyle yaşamlarını yitirmiyor mu? Maden göçüğünün, trafik kazasının, çürük binanın, kadın cinayetlerinin, işsizlik ve yoksulluk ya da geleceksizlik nedeniyle intihar etmenin, üç saatlik yağmurda sokakların dereye dönüşmesinin neresi kader?

Bunlar oluyor mu? Oluyor.

Peki hayat devam ediyor mu? Ediyor.

Hepimiz hayatımıza devam ediyoruz.

Üretiyoruz, yiyoruz, an geliyor eğleniyoruz.

Ancak bir fark var. 

Kimileri arsızca ülkede milyonlarca, dünya ölçeğinde milyarlarca insana yoksulluk sunan bir toplumsal sistem sürsün diye uğraşıyor ve insanlığın acısından zenginliğine zenginlik katıyor; kimileriyse bu düzen değişsin diye didiniyor.

Ve ne yazık ki çok büyük çoğunluk henüz bu tablonun farkında değil. Farkında olup da bu düzenin değişmesi için parmağını oynatmayan birinde hangi erdemi arayacağız? 

Evet, mesele acıyı dışavurmaksa bunun ölçüsü ne? 

Savaşları geçtim, Afrika’da her gün açlıktan ölen çocukların görüntülerini izleyen birinin yemeden içmeden kesilip ölüm orucuna girmesi gerekmiyor mu?

Yoksa mesele tıkınırken kimseye görünmemekle çözülecek kadar basit mi? Ya da sokakta dilenen birinin avucuna bırakılan birkaç lira ile vicdanlar rahatlayacak mı?

Bu soruları Kızılay hortumcularına sorun bakalım ne yanıt verecekler.

Büyük insanlığın yanıtı belli: Hayata tutunmak, gösterişten uzak durmak, adaletli bir toplumsal düzen için mücadele etmek.

Bunu yapmıyorsanız, istediğiniz kadar İmamoğlu’nun kayak tatilinin üzerinde tepinin işe yaramaz.

Sonuç: Sahteciliğin ürettiği raconlarla toplumsal vicdan şekillendirilmesine ses çıkarılmazsa hemen akla gelecek soruları bile soramaz hale geliriz. Alın size birkaç tanesi…

Nasıl oluyor da deprem bölgesindeki belediye başkanlarının (çoğunlukla HDP’li olan) bir bölümünü yardım çalışmalarından dahi uzak tutmaya çalışan bir siyasi iktidar bölgeye uzak bir belediye başkanının tatili üzerinden siyaset yapabiliyor?

Nasıl oluyor da kayak gibi insanların zorlu koşullarda ulaşım ihtiyacından türemiş bir spor dalı zenginlerin ayrıcalığı haline geliyor?

Nasıl oluyor da fazlasıyla kolektif bir çalışmayı ve bir ekip ruhunu gerektiren yerel yönetimlerde “başkan”lar bu kadar belirleyici olabiliyor?

Ve eleştirilecek onlarca tasarrufu, özelliği ya da konuşması olmasına karşın kahramanlarına en küçük bir tozun dahi kondurulmasına izin vermeyen İmamoğlusever cephe nasıl oluyor da  kayak tatili gündeminde panikleyip geri adım atıyor?