Deprem siyasetin daniskasıdır

“Depremi siyasete alet etmeyin…” Evet, bir kez daha böyle dediler. Böylece dış politikadan, ekonomik krizden, su taşkınından orman yangınından, hızlı tren kazasından sonra depreme de siyaset bulaştırmamak gerektiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bakanlarımız, bakan olmayanlarımız, Devlet beyimiz, devletsiz beylerimiz herkes böyle emrediyor. Emretmek ne kelime, tehdit bile ediyorlar: Siyaseti karıştırmayın!

Siyaset yapılmasın, şov yapılsın! 

İktidarın sahipleri demeç vermek için sıraya girsin, bakanın biri “bir tek benim verdiğim bilgi doğrudur” desin, öteki her şeyin kontrol altında olduğunu müjdelesin, kimse ağzını açıp soru sormasın, Kızılay başkanının uyanıklığını kimse sorgulamasın, hastanelerden ölüm haberleri gelirken yetkililerin “sevindirici haberler alıyoruz” açıklamasını kimse yadırgamasın.

Oh ne güzel hayat!

Oysa siyaset, tam da yandaş müteahhitlere, sabıkalı inşaat firmalarına yaptırılan depreme dayanıksız “çürük” okul ve hastaneleri sorgulamaktır.

Siyaset, deprem vergisi adı altında toplanan paraların akıbetini sormaktır.

Siyaset, bilim insanlarının uyarılarına kulaklarını tıkayıp hiç önlem almayan sonra da yer sarsıldığında “kader” diyen yetkililerin yakasına yapışmaktır.

Siyaset, onca demece rağmen, 15 saat sonra hâlâ tek bir yardım kamyonunun ulaşmadığı köylerin olabilmesini kabullenmemektir. (Yok öyle şey diyen, Malatya Pütürge’ye bağlı bazı köyleri bir zahmet araştırsın)

Siyaset, her tarafı betona çevirip iki saatlik yağmurda sele yol açan ahmaklığın üzerine gitmektir.

Siyaset, kentsel dönüşümü sadece ve sadece rant kapısı olarak gören anlayıştan hesap sormaktır. 

Siyaset, orman yangınları için alınan uçakların neden yerde durduklarını ve yangınlara müdahale etmediğini merak etmektir.

Evet, deprem, salgın hastalıklar, seller, orman yangınları, toprak kayması bütün bunlar siyasetin konusudur. Siyaseti temel atma törenlerinden, protokol yemeklerinden, Meclis’te anlamsız laf dalaşlarından ve ihale paylaşımlarından ibaret görenler kusura bakmasın, toplumu ilgilendiren her şey, siyasetle de ilgilidir.

Dış politikada halkın ve ülkenin güvenliğini tehlikeye atan, küçük bir çıkar grubunun menfaati için memleketi tehlikeli sulara sürükleyen bir iktidar için en kolayı “bu bir milli dava” demektir. Yanlışın iç politikası, dış politikası, ekonomisi olmaz. Bunlar tam da siyasi meselelerdir.

Deprem de böyledir. Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de depreme karşı önlem almak, konut ve kentleşme politikalarını ona göre geliştirmek ve de halkı depreme hazır hale getirmek bir siyasi meseledir. Bütün bunlar kâr merkezli bir biçimde ele alınabilir, deprem korkusu bir rant kapısına dönüştürülebilir. Bu bir siyasi tercihtir. Ama depremi toplumcu bir yaklaşımla da ele alabilirsiniz. Şu ya da bu firmanın ne kazanacağını değil, toplumsal çıkarları merkeze koyarsınız ve bir planlamayla depremde kayıpları en aza indirebilirsiniz. Siyasi ayrılık, siyasi tartışma budur.

Halkın yardımına koşmak, deprem bölgesindeki kurtarma çalışmalarına ayak bağı olmamak, yalan-yanlış haber üretmemek, küçük hesaplarla polemik yapmamak, insanların acılarını paylaşmak bütün bunlar elbette herkesin dikkat etmesi gereken insani hassasiyetlerdir. Bu gelişkinlikle hareket edip bir yandan da siyaset yapmak mümkün ve gereklidir. Çünkü meydan eğer iktidarın şovuna terk edilirse, halkımızın deprem karşısındaki çaresizliği devam edecek ve her defasında aynı saçmalık yaşanacaktır.

Unutulmasın, ne depremin ne siyasetin dokunulmazlığı vardır. Depremin insana zarar vermesi engellenebilir. İnsana zarar veren siyaset de pekala alt edilebilir.